Fotoğrafta “insanın izlerini, insanın yarattığı bir hikayeyi aradığını” söylüyor Bülent Eczacıbaşı. Yakında açmaya hazırlandığı ilk sergisi Dönüşümden Yansımalar da bu hikayelerden birini anlatacak bize: Türkiye’nin önemli müzelerinden İstanbul Modern’in, Galataport’ta tamamlanan yeni binasının inşa macerasını.
50 yıldan fazla süredir fotoğraf çeken iş insanı Eczacıbaşı, bunları paylaşmaya yeni yeni başlıyor. Daha önce Yoldan adlı kitabında seyahat ettiği çeşitli ülkelerden karelerini yayımlamıştı. Şimdi ilk sergisinde ise sabit bir noktadan hikaye anlatıyor, geleceğe insan izleri bırakarak…
Fotoğrafa üniversite yıllarında merak sardınız, hatta dersler aldınız. O günlerden bugüne fotoğrafçılıkla ilgili genel algıda nasıl bir değişim yaşandı? Bunun bir kırılma noktası var mı?
Kesinlikle dijital fotoğrafın getirdiği çok önemli bir dönüm noktası var. Benim başladığım yıllarda film makineleri kullandık. Fotoğrafı işlemenin karanlık odada film banyosu gibi oldukça zahmetli süreçleri vardı. Şimdi çektiğiniz anda, hatta çekerken fotoğrafı görüyorsunuz ve teknoloji sayesinde müthiş manipülasyon imkanlarınız var. Bunlar işi bambaşka bir aşamaya getirdi ve kolaylaştırdı. Çok iyi marka fotoğraf makinelerini çok insanda görüyoruz, daha erişilebilir bir hale geldi. Şimdi de çok yüksek kalite düzeyine erişen cep telefonu kameraları fotoğrafta yeni bir kırılma noktası ortaya çıkarıyor. Ne var ki fotoğraf makineyle değil gözle çekiliyor. İyi fotoğraf için gözünüzü eğitmeniz lazım.
Ama teknolojik gelişmelerden bahsederken olumsuz bir ifade kullanmıyorsunuz. “İşi bozdu” gibi bir kanaate sahip değilsiniz. Siz analogdan dijitale geçerken hızlı adapte oldunuz mu yoksa gelenekselci mi davrandınız?
Hızlı adapte oldum. Bir karanlık oda kurmuştum fotoğrafları banyo etmek için. Bir anda o oda bilgisayarlar, ekranlar ve baskı cihazlarıyla doldu.
“Bazen çekersin ama o sadece ‘güzel bir görüntü’ olur”
Bir şeye baktığınızda “Buradan iyi bir fotoğraf çıkar” hissi veren şey nedir?
Bence kaydedilen bir görüntünün fotoğraf olarak değeri üç unsura bağlı: içerik, ışık ve kompozisyon… Hepimiz cebimizde telefonlar taşıyoruz ve güzel bir şey gördüğümüzde düğmeye basıp bir görüntü kaydediyoruz. Ama o bir fotoğraf olmayabiliyor, sadece güzel bir görüntü oluyor. Fotoğraf olarak nitelendirmek için başka özellikler gerekiyor. Öncelikle içerik önemli. Sadece hoş bir görselliği getiren fotoğrafları da severim ama hikaye anlatanları daha çok seviyorum. Onun dışında ışığın ilginç fotoğrafa izin vermesi lazım. Görüntüde yer alan figür ve cisimlerin yerleşimi, birbirleriyle ilişkileri de göze dengeli ve cazip gelirse güzel bir kompozisyon oluşuyor. Ancak şunu da unutmamak gerekir ki, sayılıp dökülen kuralların hiçbirine uymayan şaheser fotoğraflar da vardır. “Buradan iyi bir fotoğraf çıkar” dersiniz, çıkmaz; veya “çıkmaz” dersiniz, çıkar! “Fotoğrafta kural yoktur, güzel fotoğraf vardır” demek galiba en doğrusu…
Instagram’la beraber fotoğraf müthiş kitleselleşti, popülerleşti. Bu yaygınlık fotoğrafın sanatsal değerine zarar verdi mi sizce?
Zarar verdiğini düşünmüyorum. Fotoğrafın sanat olup olmadığı da ayrıca tartışılan bir konu. Hatta “fotoğraf sanatçısı” ifadesi bile sadece bize ait, İngilizcede yok örneğin. Instagram’ın ve diğer benzer platformların yarattığı fayda, fotoğrafları paylaşmayı kolaylaştırması. Bu da insanların fotoğrafa yönelik heyecanını artırdı. Benim gibi daha önce fotoğraflarını paylaşmayı düşünmemiş olanlar da paylaşmaya başladı. Fotoğrafta gözün eğitilmesi ve mümkün olduğu kadar çok örnek incelenmesi çok önemli. İnternet eskiden sadece kitaplara bakarak yapabileceğimiz bir şeyi çok kolaylaştırdı. Meraklı bir kişinin iyi fotoğrafçıları takip ederek gözünü eğitebilmesi için sonsuz olanak sağladı.
Slayt gösterisinde horlayan arkadaşlar
Evet, siz yaklaşık 50 yıl boyunca fotoğraflarınızı paylaşmadınız. Neden?
Arkadaşlarıma slayt gösterileri yaparak fotoğraflarımı paylaştığım oldu ama baktım ki salondan horultular geliyor, bu hevesten vazgeçtim. (Gülüyor). Çektiğim fotoğraflar yıllarca kolilerde birikti. Yıllar sonra bir gün dostum gazeteci, usta fotoğrafçı Ercan Arslan beni ziyarete geldi. Ben de bilgisayarıma kendi fotoğraflarımdan bir ekran koruyucu yapmıştım. Ercan onları gördü, beğendi. “Bunlar güzel ama paylaşmazsanız değeri sıfır. Bilgisayarda durmuş veya çöpe atılmış, fark etmez” dedi, haklıydı. En ufak bir yaratıcılık değeri olan hiçbir şey paylaşılmamak üzere yapılmıyor. Şiir, roman, resim, fotoğraf, hepsinde paylaşmanın getirdiği bir heyecan var. Ercan “Her şeyin fotoğrafı çekilmez, siz neyin çekileceğini biliyorsunuz” dedi. Instagram benim için öyle başladı.
Bunca yıl çektiğiniz kareleri düşününce zihninizde belli bir ortak kavram ya da duygu beliriyor mu?
Bir insan izini, insanın yarattığı bir hikayeyi arıyorum. İnsanın varlığı veya izleri, fotoğrafa canlılık katıyor. Farklı ülkeleri gezmeyi ve gezdiğim yerlerde özellikle insanların ortak yönlerini gözlemeyi seviyorum. İnsanların farklı yaşam biçimleri, adet ve gelenekleri ilginç ama onların ortak yönlerinden, onları birleştiren noktalardan sanki daha da ilginç hikayeler çıkıyor. Benzer kaygıları, mutlulukları olduğunu görüyorum. Dünyanın neresine gitseniz insanlar kaygılarını, mutluluklarını benzer şekillerde ifade ediyor. Bazen birbirlerine benzemek, bir gruba ait olmak için üniformalar giyiyorlar, bazen herkesten farklı olmak için rengarenk kıyafetler giyip saçlarını garip renklere boyuyorlar. Bunları etkileyici buluyorum.
Siz kişisel fotoğraflarınızı kime çektiriyorsunuz?
Aile arasında telefonunu cebinden en çabuk kim çıkarıyorsa ona! Fotoğraf merakını ailede kimseye aşılayamadım. Ne çocuklarımıza, ne de eşime… Üstelik hepsi de sanata yakın, gözü çok iyi olan insanlar. Belki de fotoğrafçılığın teknik yönü pek sempatik gelmiyor.
Fotoğrafçılığınızı en ciddi eleştiren kimdir? En çok geliştirmeniz gereken yönünüz olarak neyi sayarlar?
Fotoğrafçı dostlarım var, bazen önerilerde bulunuyorlar. Onların önerisiyle Instagram’dan fotoğraf sildiğim de olur. Fakat çok sert eleştirmiyorlar, biraz şikayetçiyim. “Ne de olsa iş adamı, yapabildiğinin en iyisini yapıyor işte” diye düşünüyorlar gibi hissediyorum. Galiba beni en sert eleştiren yine benim. Teknik bilgi olarak pek eksiğim olduğunu düşünmüyorum ama mesela kendimde bir özgün stil görmüyorum. Bazı fotoğrafçıların daha imzasını görmeden, sadece çektiğine bakarak ona ait olduğunu anlarsınız. O farklı bir aşamadır, oraya ulaşır mıyım bilmiyorum ama hedef alınması gereken nokta odur. Bazı fotoğraflarımda, beğendiğim bazı isimlerin etkisini hemen görüyorum, “Yine aşırı esinlenmişsin” diyorum kendi kendime…
30-35 defa inşaat ziyareti
Bu sergide ne göreceğiz?
İstanbul Modern’in yeni binasının inşaat sürecinin sergisi. Bina eski bir antrepoydu, onun yerinde şimdi çok güzel bir müze yapıldı. İstanbul ve Türkiye için önemli olacak, İstanbul Modern’i de konum ve fiziki koşullar açısından dünya müzeleri arasında önemli bir yere getirecek, kültür ve sanat dünyamıza hizmet misyonunda büyük güç katacak. Bu süreci fotoğraflamak istedim çünkü bina bittiğinde insanlar pırıl pırıl bir binaya giriyorlar ama o noktaya gelirken yaşanan süreci bilmiyorlar.
50 yılın ardından ilk sergiyi açmaya karar verdirecek ya da cesaret ettirecek şey ne oldu? Bu projenin, bu fotoğrafların farkı nedir?
Bir fotoğrafçılık projesi olarak bu süreci ilginç ve anlamlı buldum. Bir kitap yapmayı düşünüyordum; doğrusu ilk başta sergi düşünmemiştim. Ama eşim Oya, “İstanbul Modern geçici binasından çıkıyor; orada her şey bir sergi için hazır, senin için kaçırılmayacak bir fırsat olur” deyince yapmaya karar verdim.
Nasıl çalıştınız? Düzenli ziyaretlerle mi?
Evet, yaklaşık 1.5 yıl boyunca bir veya iki haftada bir inşaata gittim. Herhalde 30-35 kadar ziyaretim olmuştur.
Peki bu sergi özelinde fotoğraflarınıza bakınca nasıl bir genel fikir doğuyor?
Serginin iyi bir sergi olması için o fotoğrafların toplamından fazla bir şey olması lazım. İşte o bütünlük sergileme tasarımcısının eseri oluyor. Benim sergimde küratöryel çalışmayı ve sergi tasarımını Bülent Erkmen Hoca yaptı. İstanbul Modern’in Beyoğlu’ndaki geçici mekanında, 2.5 katta üç farklı alanı kullandı. Her kat için bir konsept belirledi ve fotoğrafları belli bir akışla, bir bütünlük içinde sunan sergiyi tasarladı.
Bülent Eczacıbaşı: Bu bir Nikon F2, gençlik yıllarımdaki değişmez yol arkadaşım. 1972’de mastır yapmak üzere ABD’ye gittim. Fotoğrafa da merak sarmışım. Bu makine bir yıl önce çıkmıştı ve çok pahalıydı. ABD’de 600 dolara yakındı. İngiltere’den ABD’ye gelirken 1000 pound’a arabamı satmıştım. Onun yarısıyla ABD’de ikinci el bir araba aldım. Bir Japon arkadaşım da Nikon F2’yi bana 450 dolara ülkesinden getirtti. Çok sevindim, gece bayramlık ayakkabısıyla yatan çocuk gibiydim. Fotoğraf derslerine de yazılmıştım ama çok eski ve ilkel bir makinem vardı. Hatta hoca bana “Yeni bir makine alsan iyi olur” demişti. Fakat o dönemde Nikon F2 kimsede yok, erişilebilir değil, bizim gibi acemi öğrencilerin eline hele hiç yakışmıyor. Utancımdan bir derse bile götüremedim. Hoca da bana “Sen yenisini alamıyorsun galiba, ben yedek makinemi sana vereyim” dedi, onunla çalıştım.
Dönüşümden Yansımalar / Yeni İstanbul Modern’e doğru
- Tarih: 12 Mayıs-3 Temmuz 2022
- Yer: Eski Geçici İstanbul Modern Binası
- Detaylı bilgi için: istanbulmodern.org