Esin Hamamcı
YUNT’un ilk sergisi Şehir Nerede?’nin devamı olan Görünmeyen Kent, kentin iç mekânlarına ve burada yaşayan kentlinin yaşam biçimlerine yakından bakıyor. Serginin küratörü akademisyen, teorisyen ve sanatçı Emre Zeytinoğlu, seçkiyi yaparken bu noktadan hareket eden sanatçıları sergiye davet etmiş. Kent ve kentlinin arasında süregiden paradoksun kapısını aralayan Görünmeyen Kent’in sanatçıları ise, Kerem Ozan Bayraktar, Mehmet Ali Boran, Volkan Kızıltunç, Nuri Kuzucan, Sinan Logie, Çağla Meknuze, Derya Ülker. Sergide bu sanatçıların video, resim, duvar düzenlemesi ve fotoğrafları; yapıtların yanında kendi projelerini açıklayan metinleri bulunuyor. Emre Zeytinoğlu’yla 12 Mayıs’a dek devam eden Görünmeyen Kent’i ve serginin kentle kurduğu ilişkiyi konuştuk.
YUNT’un yeni sergisi Görünmeyen Kent’in serüveni nasıl başladı?
Görünmeyen Kent sergisi üç ayak üzerine oturuyor. Birincisi, bundan önceki Şehir Nerede? sergisinde de yer alan Sinan Logie’nin Dolapdere’deki atölyesi… Oraya, labirent gibi iç içe geçmiş dar sokaklardaki oto tamirhanelerini, küçük imalat atölyelerini, işporta tezgâhlarını ve depo binalarının aralarına sıkışmış konutları kat ederek ulaşıyorsunuz. Dolayısıyla o mahallenin kendisine ait bir üretime bağlı bir yaşam biçimi kurduğunu, buna göre bir karakterinin olduğunu gözlemliyorsunuz. Sonra dar bir apartman kapısından girip bir bodrum kata indiğinizde, önünüze bambaşka bir sahne seriliyor ki bunun kapının önündeki sokak ile hiçbir ilgisi yok. Sinan Logie o mekânda sanat yapıtları oluşturuyor ve mimariye yönelik işler yapıyor. Fakat daha önemlisi, her hafta sonu arkadaşlarıyla bir araya gelip kendi tasarladıkları enstrümanları da kullanarak doğaçlama müzik yapıyor. O sahnenin içine girip zaman geçirdiğinizde şunu anlıyorsunuz: Kentin birtakım bölgeleri, dışarıdan birtakım özellikler ve karakterler ile anılsa da öyle değil; oraların görünmeyen iç mekânlarında çok farklı şeyler yaşanıyor ve çok farklı üretimler gerçekleşiyor. Bu da kentin görünmeyen yönünün ne kadar zengin bir çeşitliliğe sahip olduğunun kanıtı… Demek ki bir kentte hiçbir şey, sokakta yürürken gördüğünüz gibi homojen değil. Görünmeyen Kent konseptinin ikinci ayağı da bu noktada beliriyor: Aykut Köksal’ın Anlamın Sınırı adlı kitabındaki bir saptama: “Kentte, görünenin taşıyıcısı görünmeyendir.” Bu cümle, tam da Sinan Logie’nin atölyesi ile örtüşüyor ve kentin işleyişinde, o fark edilemeyen üretimlerin rolünü işaret ediyor. Serginin üçüncü ayağı ise Italo Calvino’nun Görünmez Kentler adlı kitabı… Calvino o kitapta kentlerin dış görünüşlerinin birbirlerine benzeyebileceğini, bu yüzden o kentleri ayırt edebilmek için tek tek insanların davranışlarına ve üretimlerine bakmak gerektiğini söyler. Söz ettiğim bu üç durumun zihnimde eşzamanlı bir çağrışım yapması, sergi metninin de hızlıca çıkmasına yardımcı oldu.
Kent, anlamı geniş ve tartışmaya açık olan bir kavram. Burada nasıl bir “kent”le karşılaşıyoruz?
“Kent” dediğimizde, önümüzde son derece geniş bir tartışma alanı beliriyor. Kent hakkında ortaya konulmuş planlama yöntemlerinden kültürel sorunlara, koruma projelerinden sağlık önlemlerine, heterojen kimlik yerleşimlerinden boş zaman düzenlemelerine kadar pek çok konu… Oysa bu noktaları ele alabilmek için, önce o kentin pratiğine yakından bakmak ve sorunları o pratiği saptadıktan sonra çözümlemeye girişmek gerekiyor. Yoksa kâğıt üzerine yazılıp çizilen çözümlemeler, bir kenti zihinde idealize etmekten ya da güzel bir masal anlatmaktan başka bir işe yaramıyor.
Bu sergi, YUNT’un ilk sergisi Şehir Nerede?’nin devamı niteliğinde. İki serginin arasında nasıl bir bağ var?
İlk sergi ile bu ikinci sergi, aslında kent kavramını içermekten başka bir benzerlik taşımıyor. Şehir Nerede?, bir kentin büyümesindeki “kendiliğindenliği” konu alırken Görünmeyen Kent fark edilmeyen üretimlerin kente katkısını anlatıyor. Fakat belki bu iki konu arasında daha ayrıntılı bir inceleme, bunlar arasında yeni bir ilişki kurabilir. Yani Şehir Nerede? sergisinde, o hâkim olunamaz değişimi eğer kentin dâhil olduğu bir sermaye sisteminin üretim-tüketim ilişkisi ile açıklarsak, Görünmeyen Kent’teki o gizli üretim dinamiğinin mevcut sistemi etkilediğini de düşünebiliriz. Oysa artık bu, başka bir sergi konusu ya da başka bir metin oluşturma süreci olabilir.
“Bazen de kentlilere hayalin dışındaki pratiği anımsatmak gerekir”
Görünmeyen Kent, kentlinin kendi zihninde ve kent mekânı arasında kurduğu “görünmeyen” bağlara nasıl bakıyor?
Sergi, gizli dinamikleri arayıp bulmaya ve o kent hakkındaki sığ düşünceleri temize çekmeye davet ediyor. Her kentlinin, kendi yaşadığı o kent hakkında bir fikri vardır, ama bunun ne kadarı gerçek ve ne kadarı hayaldir? Buradaki gerçek ve hayal, çok zaman birbirine karışır ve ortaya tek tek her bireyin yarattığı tasavvur kentleri çıkar. Bu normaldir, ama bazen de kentlilere, hayalin dışındaki pratiği anımsatmak gerekir.
Nesnelerin değişen anlamları ve her bir kişinin biricikliği, farklı düşünceleri kente de bir kimlik katıyor. Bu anlamda bir seçki hazırlarken sizin için hangi noktalar önemliydi?
Tabii ki her bir kişi, kendi kenti hakkında bir fikre sahiptir, ama ilginç olan şudur: Bazen o kişinin üretimi ya da genel olarak davranışları, o kent hakkındaki fikirlerine uymayabilir. Yani düpedüz, kendi üretimi ve davranışlarına aykırı bir kent düşünmekte ve orayı öyle tanımlamaktadır. Kentli ile kent arasında, hep olagelen bir paradokstur bu… Bu anlamda sergi üzerinde karar verirken, söz konusu paradoksu kullanan sanatçıları davet ettim. Zaten hem ilk sergiyi hem de ikinci sergiyi oluştururken, sanatçıların daha önce hangi konular ile ilgilendiklerini yakından biliyordum.
Sergiyi 12 Mayıs tarihine dek YUNT'ta ziyaret edebilirsiniz.