Ressam Yavuz Tanyeli (1950), siyahın tonlarını ustalıkla kullanarak insanın içsel karanlıkları, belirsizlikleri ve doğayla olan ilişkisini sorguluyor Grey Zone sergisinde. Tanyeli’nin gri ve siyah tonlarla yarattığı tarihsel ağırlık ve belirsizlik, tarafsızlığı çağrıştıran gri tonlarıyla birleşerek, sanatçının işlerindeki içsel ve evrensel derinliği pekiştiriyor. Tanyeli’nin resimleri karanlık tonlarıyla izleyiciyi ruhsal ve tarihsel bir sorgulamaya davet ederken izleyeni nesnellikten uzaklaştıran gri tonları ise zamansız ve kimliksiz bir varoluşu yansıtarak eserlerine evrensel bir derinlik katıyor. 9 Aralık’a dek C.A.M Galeri’de devam eden sergiyi Yavuz Tanyeli ile konuştuk.
Yıllarca renklerle çalıştıktan sonra siyahın tonlarıyla yeni serinizi oluşturdunuz. Bu geçişin ardında nasıl bir sanatsal arayış yatıyor? Siyahın sizin için bu dönemdeki anlamı nedir?
Renklerle çalışmak, çok sayıdaki duyarlılığı ve armoniyi beraberinde getiren bir resim yapma tarzı; resim sanatının içerdiği her türlü soruya renklerle ve armonilerle, yani çok seslilikle cevap vermek anlamına gelir. Siyah - beyaz çalışmalar ise o çok sesliliği tek sesli hale getirip içerdiği kompozisyon ve görsel anlayış doğrultusunda sade bir şekilde yapmak ve sadece tek sesli bir orijinal yaratmak şeklinde ortaya çıkabilir. Ama benim bu siyah-beyaz resme geçişimin arkasında hem çok fazla sayıda renkli resim yapmış olmam ve bu tercihi artık fazla uygulamak istememem hem de yaşım gereği oldukça bozulan gözlerim nedeniyle teknik olarak renkli resim yaparken renklerin birbirine karışması ve benim resim yapma tempomum düşmesi, bunun da hiç hoşuma gitmemesi yatıyor. Artık bu hıza ulaşamadığım için, ana fikri basit bir şekilde vermek için siyah, beyaz ve transparanla, aradaki gri tonlarla resimleri yapmak zorunda kaldım ve tekrar amaçladığım hıza bu şekilde ulaşabildim. Aldığım sonuç çok hoşuma gitti, bu durumdan yeni yeni şeyler çıkmaya başladı. Bundan sonra da sanırım bu şekilde devam edeceğim. Bu sadelikten, netlikten çok memnunum.
“Orhan Peker eleştirel değildir”
“Yöntemini ustası Orhan Peker’den geliştirmiştir,” diyor Feyyaz Yaman, sizin için katalog yazısında. Orhan Peker ile deneyimlediğiniz ifadeci yaklaşımı, sizin güçlü eleştirel üretim dilinizle nasıl birleştirdiniz?
Orhan Peker Cumhuriyet kuşağının sanatçısıydı, dolayısıyla eleştirel dili yoktu. En önemli özelliği dünyada ve özellikle Avrupa’da oluşmuş olan Modern sanatın büyük bir sentezini Türkiye’de yapmasıdır. Modern sanatın Türkiye’deki en önemli teknik ve pentür durumlarını da inceleyen ve hatta modern sanatı bir miktar aşan bir ressamdır Orhan Peker. Ama eleştirel değildir. Aramızdaki büyük fark, o bir Cumhuriyet Kuşağı sanatçısıdır, bense 68 Kuşağı sanatçısıyım. Esas eleştiri 68’le başlamıştır, dolayısıyla benim de resimde yaptığım davranış, bu kuşağın temsilcisi olarak kendi özelliklerimizi ve sorgulamaları vurgulayan bir resim türü geliştirmek olmuştur.
Sergi metninde Feyyaz Yaman, eserlerinizde “içgörü” yeteneğinizi öne çıkararak, görsel algıyı ve içsel imgeleri derin bir bağ içinde sunduğunuzu vurguluyor. Bu imgeleri yaratıcı sürecinizde nasıl bir araya getiriyorsunuz?
Ben kökten idealistim. Yani idealizm konusunda sabit fikirli birisiyim. Dolayısıyla beynimdeki ideal her neyse o doğrultuda her zaman çalışırım. Feyyaz’ın içgörü dediği şey bütün sanatçılarda olması gereken bir şeydir. Eğer bu içgörü sanatçıda yoksa, iyi bir ressam olabilir ama iyi bir sanatçı sayılmaz. İlk sergimi 1975 yılında açtığımı düşünürsek, ellinci yılı yaşadığım bir sürecin bütününde uyguladığım, daha doğrusu o içgörünün bana uygulattığı, idealizmin bana verdiği bir davranış şeklidir. Dolayısıyla rahatlıkla kendiliğinden oluyor diyebilirim artık. Buna imgeler karar verir. Bu bir doğal süreç.
“Ressamın gerçek gözü avucundaki gözdür”
Resimlerinizde elinde kürek tutan, sırtı izleyiciye dönük bu figür nereye bakıyor? Ona göre manzara ne söylüyor, ya da o bize ne söylemeye çalışıyor?
Bu kürek tutan sırtı dönük adam muhtemelen sanatçının kendisi ve dağlarda gezmektedir. Bu dağlarda gezmenin çok sayıda anlamı var, artık onu siz takdir edersiniz. Elinde Feyyaz’ın söylediği gibi asa anlamına gelebilecek olan bir kürek taşımaktadır. Bu kürek de eğer kullanılırsa, o figür tarafından toprağı kazıp bir çukur açmak için kullanılacaktır mutlaka. Bu çukur ne olabilir? Bu çukur bir ağaç dikmek için kazılacak bir çukur olabilir, çevreci bir yaklaşım olabilir. Veyahut kişinin kendisiyle ilgili başka bir mesele olabilir. Ölecektir kendi mezarını kazacaktır, belki de kazdığı bu çukur yağmur suyuyla dolup hayvanlar için bir havuz oluşturacaktır. Çok sayıda varsayım olabilir. Ben bu sergideki resimlere isim koymadım. İsim koymamamın sebebi izleyiciyi rahat bırakmaktı. İzleyici istediği gibi bu resimlere bakabilir ve oradan kendisine hangi duygu yansıyorsa o resmi o şekilde yorumlayabilir veya ismini kendisi koyabilir. Manzaraya gelince şu an gözlerimdeki görme durumu tam olarak bu manzaralar gibi, Yavuz olarak dünyayı aynen resimlerdeki gibi görüyorum. Gözleri normal gören bir insan gibi görmüyorum. Farklı bir boyutta görüyorum fiziken. Ve bu bana hiç sıkıntı vermiyor. Figürleri, sokaktaki insanları bulanık görüyorum. Karanlıktaysa eğer hem bulanık hem de silik görüyorum. Dolayısıyla çevremdeki insanlar bana bir çeşit hayalet gibi geliyor. Şöyle de diyebiliriz sokağa çıktığım zaman milyonlarca hayaletle birlikte yaşıyorum. Karşımda konuştuğum insanı da bir hayalet gibi görüyorum diyebilirsiniz rahatlıkla. Bu da bana yeni bir görme biçimi kazandırıyor. Her şeyi net göremiyorum ama bu görme durumundan şikayetçi değilim hatta memnunum diyebilirim. Şimdi dünyayı bu şekilde görüyorum ve bu şekilde resmediyorum. Dolayısıyla bu tamamen benim kafamda kurguladığım görsel bir biçim değil fiilen yaşadığım bir biçim. Bu da bana kırk dokuz yıllık resim maceramdaki görme biçimimden ellinci yılda farklı bir görme biçimine geçtiğimi ifade ediyor ve artık şunu çok net biliyorum ki gözleriniz tam olarak simsiyah kararmadığı sürece, çok çok az bile görebildiğiniz sürece, resim yapmaya devam edebilirsiniz ve nasıl görüyorsanız o şekilde yaparsınız, çünkü resmi yapan şey gözler değildir, el yapar resmi. Ressamın gerçek gözü avucundaki gözdür. Fırçayla çizerken elinin içindeki gözle görerek çizer. Kendi iki gözü de onu sadece takip eder ve izler.
Sergiyi 9 Aralık’a kadar C.A.M Galeri’de ziyaret edebilirsiniz.