Savrulan Zaman
Bazen sinemamızın bazı erkek yönetmenleri kendilerini başrole oturttukları filmler çekmekteler. Bu filmlerde oynadıkları karakterler her ne hikmetse yaratıcı işlerde çalışan, gündelik hayatlarında çoğunlukla benmerkezci, ilişki kurdukları kadınlara karşı kibirli ve bencilce tutumlar içinde olan erkekler olmaktalar. Bekleme Odası’nda Zeki Demirkubuz, İklimler filminde de Nuri Bilge Ceylan’ın oynadığı gibi. Yönetmen Selim Evci dördüncü sinema filmi Savrulan Zaman’da yukarıdaki diğer örneklerdeki gibi bir karakteri canlandırıyor.
Bir reklam ajansının sahibi olduğunu anladığımız, kırklı yaşlarına merdiven dayamış Alper, 7 yıl sürmüş uzun bir ilişkiden yeni çıkmıştır. Özel hayatında oradan oraya savrulan bir dönemindedir. Bir gün işyerinde tam da işten çıkardığını bildirdiği sırada bir çalışanı beyin kanaması geçirir ve hastaneye kaldırılır. Alper bu olaydan vicdanen pek etkilenmemiştir doğrusu. Hatta adam hastanede komada yattığı günlerde eşi Nur’a yardımcı olmaya çalışırken onunla yakınlaşmaktan da çekinmez.
Savrulan Zaman bir hikaye anlatmaktan çok bir karakter anlatıyor bize. Alper karakteri orta – üst sınıfta örneklerine çok rastlanan, karanlık tarafıyla antipatik ama bir yandan da çekici bulunabilen bir adam. Kadınların ilgisini çeken bu tip adamlar bir süre sonra ilişkiye girdiği kadınları bencilliği ve vurdumduymazlığı ile bezdirirler. Bu tip adamların birlikte olduğu her kadın ona biraz olsun etki edeceğine, hatta onu değiştirebileceğine inanır. Ama bu adamlar değişmeye müthiş dirençlidirler. Cazibelerini böyle sürdürdüklerini düşünürler çünkü. Alper, eski sevgilisi Seda ile hâlâ görüşse de eski alışkanlıklarıyla ona direktif vermekten geri kalmıyor mesela. Nur ile farklı bir heyecan yaşıyor olsa da yaşadıkları ilişkinin içi boştur. İkisi de birbirleri için sadece kısa süreli teselliler olurlar. Yalnız kalmamak için bir şeyler yaşamaya muhtaç, ama diğer yandan esrik ruhuyla bazı dönemler yalnız kalmaya mahkumdur.
Selim Evci bu karakterin bu zamanına denk düşen günlerini anlatıyor bize. Hiç bağırmadan, sakin bir tonla akıtıyor olayları ve sahneleri. Alper gibi adamları anlamaya ve anlatmaya çalışıyor. Belli ki annesi tarafından sık sık şımartılan, bazen onun tarafından hak etmediği kadar ilgi gösterilen bir evlattır kendisi. Birçok sahnede bir şey olmuyormuş gibi dursa da aslında bu kısık tonlardaki sahneler Alper’i yavaş yavaş inşa ediyor. Bu inşa süreci bittiği zaman film de bitiyor. Seyirci olarak bu adamın tıpkı Seda ile yaşadığı ilişki gibi bir ilişkiye başlamasını ve orada yaşanacak durumları izlemeye hazırlanıyorsunuz ama bu maalesef mümkün olmuyor. Selim Evci, filmden sonraki röportajında aslında bu filmi muhtemel bir üçlemenin ilk ayağı olarak tasarladığını söyledi. Belki ikinci bir filmde bunu izleme şansımız olur. Çok da güzel olur, çünkü bu adamın birkaç yıl sonra evlenmiş hali de keyifle izlenir bence.
Evci, Alper rolünü olması gerekenden küçük bir parça alt perdede oynuyor bence. Genelde performansında çok büyük bir sorun yok ama bazı diyaloglu sahnelerde biraz daha özgüvenli bir tonlaması olabilirdi diye düşünmeden edemiyor insan. Seda rolünde Beste Bereket nihayet özlediğimiz haliyle kendisini gösteriyor. Perdede daha çok izlesek keşke. Medcezir ve Muhteşem Yüzyıl gibi dizilerle de tanınan Özge Gürel de akılda kalıcı bir performans sergileyerek filme güzel bir katkı veriyor.
Evcilik
Senarist yönetmen Ümit Ünal en son 2019’da çektiği duygusal filmi Aşk, Büyü Vs. ile bize Büyükada’da geçen ve artık küllenmiş zannedilen bir aşkın yıllar sonra tekrar canlanmasını anlatmıştı. Son filmi Evcilik’te de yine 7 yıldır birlikte olan iki farklı çiftin yollarının kesiştiği bir hikaye anlatıyor. Biliyorsunuz, Marilyn Monroe’nun oynadığı Billy Wilder filmi Yaz Bekarı (Seven Year Itch) filminde de irdelenen, evliliklerdeki yedinci yıl krizi bu filmde Sivrice’de Evcilik adlı butik otele tatil yapmaya giden 7 yıllık evli çiftin de başına gelmiş sanki. Filiz sekreter olarak çalıştığı şirketin patronunun oğlu Fırat ile evlidir. Çiftin maddi olarak rahat bir evliliği vardır. Birbirlerini de seviyorlardır ancak eski tutkuları yoktur artık. Birtakım rastlantılar sonucunda otelin tek müşterisidirler ve onların dışında otelde temizlik ve hizmet işlerini yapan oranın köylüsü bir karı koca daha vardır. 50‘li yaşlardaki Özkan ve çok güzel bir genç kadın olan karısı Aysun da yedi yıldır evlidirler. Fırat ve Filiz’den farklı olarak onların pek çok sıkıntısı vardır ama birbirleriyle çok mutlu, sık sık sevişen hayat dolu bir çifttirler. Özkan, Aysun’u Kınalım diye severken, Aysun da Özkan’a Duman diye hitap ediyordur. Fırat ve Filiz en başta onların bu ilişkisini gizli bir kibre bulanmış bir şekilde espri malzemesi yaparlar. Ancak bir süre sonra çift biraz da ıssızlığın sıkıntısının ateşlemesiyle kendi aralarında onları taklit etmeye başlar. Birbirleriyle onların şivesiyle konuşup, ‘kınalım’lı ‘dumanım’lı videolar çekerler. Aslında ilişkilerinde kaybettikleri bir şeyi bu sayede bulmuş gibidirler. Ama bir rastlantı sonucu Aysun taklit edildiklerini anlayacaktır…
Filmin sorunlarından bir tanesi tam da bu sahnede yaşanıyor bence. Aysun’un bu burjuva çiftin kendilerini taklit ettiğini anladığı sahne keşke daha vurucu ve ikna edici olsaydı diye düşündüm izlerken. Aysun’un tepkisinin büyüklüğü ile karşılaştığı durum birbirine eşit gözükmüyor bu haliyle. Zaten iyi bir oyuncu olduğunu bildiğimiz Fatih Artman ise, bu dörtlü kadro içinde safkan bir komedi filminde oynuyor gibi gözüken tek oyuncu. Eşi Filiz’i canlandıran Öykü Karayel de mecburen ona ayak uydurunca hikayenin gerilimi ve ciddiyeti biraz dengesizleşmiş. Artman sanki Aile Arasında filmindeki karakterini devam ettiriyor gibi görünüyor. İçinde olduğu birçok sahnede filmin tonunu anında komedi filmine doğru çeviriyor. Oysa bu filmdeki kara mizah, daha tedirgin edici belki biraz da Roman Polanski filmleri tonunda olmalıydı.
Finalde iki çiftin de tamamen birbirlerine yönelmesi tek bir olay üzerinden patlak veriyor. Özkan’ın bu alaycılığa bir şekilde kendisinin de tanık olması biraz daha güçlü bir sahneyle işlenebilirdi. Finalde iki çifti de karşı karşıya getiren patlamayı daha etkili bir hale getirecek başka manevralar da yapılabilirdi. Özkan ve Aysun çiftinin birkaç sahnede görünen annesinin de hikayeye vazgeçilemeyecek bir katkısı yok. Ama artık tutkuları tükenmiş olsa da maddi pek çok şeye sahip olan bir çiftin, hiçbir şeyi olmayan ama yaşam enerjisi yüksek bir çifti kıskanıp bunu onlardan taklit ederek çalmaya çalışmaları nereden bakarsanız bakın izlemeye değer bir hikaye. Ümit Ünal’ın tertemiz sinematografisinin doyurucu bir nitelikte olduğu da söylenebilir.
Nejat İşler farklı bir karaktere hayat verirken göründüğü her sahnesinde “şimdi ne yapacak acaba?” merakını hakkıyla yaratıyor. Formunda bir Nejat İşler izlemek her zaman keyifli. Filmin asıl sürprizi ise Aysun rolünde izlediğimiz Deniz Işın. Kendisinin de ifade ettiği gibi batılı bir yüze sahip olduğu kalıbına sıkıştırılan genç oyuncu genç bir köylü kadınını da oynayabileceğini, şarkıcılık tecrübesi olmamasına rağmen gerekirse iki kere bile türkü söyleyebileceğini kanıtlayan, kendi kuşağının kalıcı oyuncularından biri kesinlikle. Umarız doğru projelerle yolu sık sık kesişir…