Emre Özcan
Bakın, eğer orta sahada bir üçgenim varsa - Claude Makelele arkada ve diğer ikisi önde - merkez orta saha oyuncularının yan yana olduğu saf bir 4-4-2’ye karşı her zaman bir avantajım olacaktır. Çünkü her zaman fazladan bir adamım olacak. Her şey Makelele ile başlıyor, o hatlar arasında. Eğer kimse ona gelmezse tüm sahayı görebilir ve zamanı olur. Eğer pres yapılırsa diğer iki orta saha oyuncusundan biri boşta demektir. Eğer onlara da pres yapılırsa diğer takımın kanat oyuncuları yardım etmek için içeri girer, bu da bizim için kanatlarda ya da bekte boşluk elde etmemiz anlamına gelir. Saf bir 4-4-2’nin bunları durdurmak için yapabileceği hiçbir şey yok.”
Jose Mourinho, Premier League’e gelip Chelsea’yle ilk sezonunda fırtınalar estirirken Sky Sports’a verdiği röportajda takımıyla alakalı bu açıklamayı yapmıştı. Herkesin 4-4-2 oynadığı Premier League’de Jose Mourinho gelir gelmez üçlü bir orta saha ve üçlü bir hücum hattı kurgulamış ve 4-3-3’üyle ligde büyük fark yaratmıştı. Ortaya çıkardığı Chelsea savunmacılığıyla ön plana çıkan bir takımdı. Ligi ilk sezonlarında 15 gol yiyerek kazandılar ve kırılması imkansız bir rekora da imza attılar. Fakat burada vurgu yaptığı konu tamamen toplu oyun üzerineydi.
Savunması tez oldu
Mourinho’nun Chelsea’si topla yaptığı şeyler konusunda dünyanın en mahir takımlarından biri değildi. Belki döneminin en özel takımlarından biri de değildi fakat savunmadaki mükemmellikleri bu yanlarının daima hak ettiği övgüleri alamadığı bir durumu da beraberinde getirmişti. Mourinho’nun Chelsea’si farklı bir dizilişle bir ligde nasıl fark yaratılır üzerine de tez konusu takımlardan biriydi ve bunu söylediği gibi Makelele’den başlayan üçlü orta sahasıyla yapıyordu. Yukarıda özetlediği 4-3-3’ün 4-4-2’lere karşı üstünlüğünü çok farklı yapılar üzerinden benzer okumalarla devam ettirebiliriz. Üçlü savunmaların oyun kurarken 4-4-2’lere karşı arka tarafta yarattığı sayısal üstünlük ya da baklava 4-4-2’nin üçlü orta sahalara karşı merkez üstünlüğü. Bir bölgede yaratılan ekstra oyuncunun serbestliği, o oyuncuyu bulmanız durumunda Jose Mourinho’nun söylediği gibi farklı bölgelerde de o anlar için oluşacak serbest oyuncuları bulabileceğiniz anlamına gelir. Bu da rakip savunmalar için genellikle bir kabustur.
Jose Mourinho, İber etkisiyle birlikte 2000’li yılların başında Premier League’i değiştiren bir teknik adamdı. Dünya tarihinin gelmiş geçmiş en pragmatist hocalarından biri olarak görünen bir hocanın 2000’li yıllarda iyice popülerleşen bir Premier League’de yarattığı etki elbette sadece diziliş farklarından geçmiyordu. Arsene Wenger’in o dönem bekleri hücuma sürerek 4-4-2’ler içinde farklılaşmasıyla ortaya çıkardığı trend, o beklerin takip edilme zorunluluğunu da beraberinde getirmişti. Öyleyse bekleri kim takip edebilirdi? Elbette onların eşleştiği kenar oyuncusu. Peki bir hücum kenarının, bir hücum bekiyle kendi birinci bölgesine kadar gelmesi? 2000’li yılların başlarında bu, o oyunculardan beklenen bir şey değildi. Mourinho, hücumcu beklere karşı kenar oyuncularını bu konuda tamamen kodladı. Damien Duff, Arjen Robben, zaman zaman o bölgede oynayan Joe Cole gibi oyunculara eğer bunu yapmazlarsa 11’de kendilerine yer bulamayacaklarını söyledi ve istediğini yaptırttı. Sadece kenar oyuncularına değil, aynı zamanda orta sahalarına da rakip orta sahaları her ceza sahası koşusu yaptığında takip etmelerini tembihleyen Mourinho, böylelikle aslında rakiplerin serbest oyuncu bulmasını da engelliyordu.
“Geçiş hücumunu ondan duydum”
“Mourinho geçişlere çok önem verirdi. Muhtemelen geçiş kelimesini ilk kez duyuyordum. Topu kaybettiğinizde hücumdan savunmaya geçiş, hızla geri koşma, toparlanma koşuları ya da sprint’ler... Topu kazandığınızda ise savunmadan geçiş, hızla ileri atılma... Takımların en savunmasız olduğu an buydu çünkü savunma düzeninde değillerdi ve bam, gittiniz. O yıl bunu en iyi şekilde yaparak takımları ezip geçtik. Aklıma gelen 30 ya da 40 golü sayabilirim: Topu geri kazanın ve dört ya da beş saniye içinde ileri çıkın.”
O dönemki kenar oyuncularından Damien Duff, Jose Mourinho’yla alakalı yukarıdaki cümleleri sarf ederken şu anda her futbolseverin diline pelesenk olmuş ‘geçiş’ terimini ilk kez 20 yıl önce Portekizli hocayla duyduğunu itiraf ediyordu. Dolayısıyla Mourinho’nun Premier League’de yaptığı şey tam anlamıyla bir devrimdi ve pragmatizmden ziyadesiyle uzaktı. Ligde birçok oyuncunun uzak olduğu yeni taktik konseptleri, yeni dizilişleri lige getirdi ve ligi daha sofistike hale getiren çok büyük faktörlerden biri oldu. Sir Alex Ferguson’un ve özellikle Arsene Wenger’in de bu yönden çok önemli hamleleri olmuştu ama ligi daha taktiksel hale getiren hocalar Rafael Benitez ve özellikle Jose Mourinho oldu.
Fenerbahçe’ye ne getirir?
Peki tüm bunlar Fenerbahçe için ne ifade ediyor? 20 yıl öncesi bu sezon için bir faktör olabilir mi? Belki. Fakat Mourinho üzerine oluşturulan pragmatizm anlatısı hocanın önemli bir tarafının tamamen yanlış bir şekilde yok sayılmasına neden oluyor. Real Madrid’iyle pres yaparak Barcelona’daki Pep Guardiola’yı farklı arayışlara iten, Inter’de Eto’o gibi santrforları kenarda bek gibi kullanan, La Liga’nın gol rekorunu tarihin en iyi takımına karşı kıran da Jose Mourinho’ydu. Dolayısıyla Portekizli hoca bulunduğu kabın şeklini alan ve elindeki kadroyla içinde bulunduğu lig neyi istiyorsa onu vermekten çekinmeyen bir profil. Geçmişteki devrimciliği aynı oranda devam ediyor mu? Buna evet demek çok kolay değil. Profilinin düşüş trendine geçmesi de zaten muhtemelen biraz bununla alakalı. Peki 9 yıldır şampiyonluk elde edememesi? Bu da elbette çok uzun zamandır şampiyonluk mücadelesi veren bir takımda yer almamasıyla ilgili. Peki bu da düşüşün bir uzantısı olarak değerlendirilemez mi?
“Kulüplerle kazanmak için yapılmayan işlerden korkuyor değilim. Bazı teknik adamlar belirli bir seviyeye ulaştıklarında belki de ‘Sadece kazanmak için yapılan işleri alacağım’ diyorlar. Benim işim kulüpleri ‘kazanmak için yapılan’ kulüpler haline getirmeye çalışmak ya da bazı hedeflere ulaşmak.”
Yaklaşık bir ay önce İngiliz Telegraph gazetesine verdiği röportajda yukarıdaki cümleleri kuran Jose Mourinho da bunun farkında. Beş büyük ligin favorilerinin bir kısmının radarından çıkan bir teknik adam olarak üzerinde böyle bir takım çalıştırma baskısı olmadığını anlatan deneyimli hocanın Fenerbahçe’den gelen teklifi bu kadar hevesli bir şekilde kabul etmesi de bununla alakalı olabilir mi?
Doğru yerde
Jose Mourinho yıllar sonra kendi liginde çok güçlü olan, her sezona şampiyonluk parolasıyla giren ve daha da önemlisi -muhtemelen onun için daha da iyisi- uzun bir süredir bu başarıya ulaşamayan bir kulüpte çalışacak. Chelsea’ye yarım yüzyıllık aradan sonra lig şampiyonluğu getiren, Şampiyonlar Ligi’nde üst üste ikinci turda elenme rekoru kıran Real Madrid’i tekrar devler ligi favorisi yapan, Inter’i 45 yıl sonra Şampiyonlar Ligi şampiyonu haine getiren, Roma’ya Fuar Şehirleri Kupası’ndan 60 yıl sonra ilk Avrupa kupasını getiren Jose Mourinho için belirli bir başarıya bir süredir ulaşamayan kulüpler bulunmaz nimet gibi görünüyor ve Portekizli teknik adam oluşturduğu büyük mirasın gücünün büyüklüğünü belki de biraz buradan alıyor.
Dolayısıyla Fenerbahçe, Jose Mourinho için kendi içinde büyük bir meydan okuma. Hocanın mevcut Fenerbahçe kadrosuyla neler yapacağını konuşmak için kadroyu görmeye ihtiyacımız var ve bunlar için gerçekten oldukça erken. Önemli olan hocanın geçmişi, buraya gelme motivasyonu ve futbol adına aslında yaygın kanının aksine büyük bir düşünür olması. Bu ligde ortaya bir yenilik koymaya ihtiyacı var mı bundan emin olmak ligin seviyesini düşününce pek kolay değil. Fakat Mourinho başarı için birden çok fazla sayıda yola sahip ve bunu göstermek için çok ideal bir ortamda.