20 Nisan 2024, Cumartesi
Haber Giriş: 30.09.2022 04:30 | Son Güncelleme: 01.10.2022 22:54

Verimsiz üretime tahammülümüz yok

Türkiye’de bir besi hayvanından 250 kg. kemikli et üretilirken, ABD’de yaklaşık 360 kg. seviyesinde. Kendi temel gıdasını üretemeyen ve buna rağmen ayakta tutulmaya çalışılan, verimsizliği sürdürülebilir kılan bir sistem, stratejik olarak küresel iklim krizi çerçevesinde artık devam ettirilmemeli
Verimsiz üretime tahammülümüz yok

Sencer Solakoğlu

Tahmin ettiğinizden çok farklı bir tarım ve hayvancılık penceresi açmak istiyorum sizlere…

Günümüzde 3 milyar insanın açlık sınırının altında yaşadığını, temiz gıda ve suya erişim sağlayamadığını düşününce bu sektörün önemi yadsınamaz bir gerçek olarak karşımızda duruyor. 2050 yılında dünya nüfusunun 10 milyara ulaşacağını ve tarım alanlarının giderek küçüldüğünü bilerek kaygılanmamak mümkün değil.

Peki, ne yapmalıyız?

“Bunca insan ne yiyecek, ne içecek? İnsanların yeterli ve sağlıklı gıdaya ulaşımını nasıl sağlayacağız?” sorularına cevap niteliğinde size hikâyemi izah etmek istiyorum.

Benim hikayem böyle başladı

ABD’de denk geldiğim bir işletme sahibi bana tarım ve hayvancılıkta başarıyı en özet hali ile işletmeyi ‘bir sonraki nesle başarı ile devretmek’ olarak tanımlamıştı. Özünde yatırım amaçlı giriş yaptığım bu sektörde başarı için fiilen işin başında hatta içinde olmam, işin hem pratik hem de teorik kısımlarına hâkim olmam gerektiğini anladım.

Peki, ben iki kızımı en iyi şekilde yetiştirip tahsil hayatlarında muvaffak olmaları için çaba sarf ettikten sonra onlara ‘gel köyde inek sağ’ mı diyeceğim? Öncelikle belirtmek isterim ki Türkiye’de ortalama buğday verimliliği yaklaşık dekar başına 250 kg Avrupa’da bu rakam 600 kg civarında. Türkiye’de ortalama bir besi hayvanından 250 kg kemikli et (karkas) üretilirken, ABD’de bu rakam yaklaşık 360 kg seviyesinde.

Verimsiz bir üretime artık ne dünyanın ne de ülkemizin tahammülü yok!
Bu bağlamda çokça kullanılan hatta klişeleşmiş “sürdürülebilirlik” kavramı karşımıza çıkıyor. Sürdürülebilirliğe tarım ve hayvancılık penceresinden bakınca, karşımıza iki temel unsur çıkar: Kaynak tüketimi ve çevre. Tüm olumsuzluklara rağmen teknolojinin tarım ve hayvancılığa getirdiği müthiş yenilikler var. Araştırmalarıma ilk başladığım zaman doğanın dilinin “matematik” olduğunu anladım. Bir bitkiden alacağınız doğru bir numune size o bitkinin besin için ihtiyaç duyduğu tüm elementleri söylüyor.
Tabii ki bunu her bitki için yapamazsınız ama istatistik kullanarak bitkilerin ihtiyaçlarını belirleyip, bilinçli bir besleme programı mümkün ve özünde çok basit. Artık basit bir drone ile çektiğiniz fotoğraflarla bir algoritma ile spektrum analizi yaparak bitkilerin eksikliklerini görmeniz mümkün. Yer altı sensörleri, tansiyometre gibi basit gereçler sayesinde, aşırı veya yetersiz sulamadan, verimli sulamaya geçmeniz çok kolay. Bunlar, her çiftçinin kullanabileceği ve yorumlayabileceği kolaylıkta. Ancak tüm bu teknolojiler kullanılmıyor.

 

Neden?
Hayvancılıkta hayvanın süt verimi, kilo alması, iletkenliği, adım sayısı vb. gibi verileri anlamlandırarak, daha ucuz ve daha efektif bir hayvan bakımı, sonuç olarak daha verimli üretim yapmak mümkün; ama yapılmıyor.

Neden?
İşin özünde “eğitim eksikliği” yatıyor. Kiminin bu teknolojilerin varlığından haberi yok. Kiminin buna ulaşmak için finansal imkânları yetersiz ama en önemlisi tüm bunlara ihtiyacı olduğunu bilmiyor.
Hiçbir üretici aynı miktar para harcayıp, daha az verim almak istemeyecektir. Bir üretici daha az ile daha çok alınacağını bilse, aksini asla yapmaz. Ancak, karanlık bir odanın içinde her şeyden habersiz; adeta kaderini beklercesine, verimsizliğin mükâfatlandırıldığı, desteklendiği bir ortamda değişim beklemek ne kadar gerçekçi?

Eğitime meraklı ve açız

Ben tüm bunları gördüm ve kayıtsız kalmak istemedim. “Feyz Çiftliği” olarak üretimin her alanında deneme yanılma yöntemi ile birçok teknolojik yeniliği çiftliğimize adapte edip sonra tüm paydaşların anlayacağı tarzda eğitim videoları hazırlayarak “YouTube kanalıma” koydum.

Buraya gelen sorular ve yorumlara bakınca aslında ne kadar meraklı, eğitime aç ve açık olduğumuzu gözlemledim. Teknoloji firmaları genel olarak “bu eğitimsiz kitle ile yol alamayız” gibi bir yanlışın içinde. Anlamadıkları konu şu: Bir insan size sormadan siz anlatırsanız, bilgi önemsizleşiyor. Önce merak uyandırmanız ve soruları onlara sordurabilmeniz gerekiyor. “Mısır üretiminde daha ucuza daha çok verim almak ister misiniz?” sorusunu sorunca muhatabınız sizi küçümsercesine tepeden bakmıyorsa önce merak sonra sorular geliyor. Biz görsel ve dokunmatik bir toplumuz. Ezber ve öğretinin ötesinde deneyimlemek istiyoruz, ancak o zaman aklımıza yerleşiyor. Her ilçede teşkilatlanmış olan Tarım ve Orman Bakanlığı, elindeki on binlerce ziraat mühendisi ve veterineri kayıt girmek için adeta kâtip gibi kullanmak yerine, onları yeni bilgiler ile donatıp eğitimler verip sonra sahaya yollasa bu ülke hızlı bir şekilde yeniden - kendine yeten bir ülke - olma kapasitesine ulaşabilir. İşte bu “sürdürülebilirlik” için kaynak kullanımında verimliliği getirecektir.

Bu bağlamda ikinci önemli konumuz:
Çevre: Küresel iklim değişikliği ve gelişmiş ülkelerin bu konudaki hassasiyeti ile bizim gibi gelişmekte olan ülkelere dayattıkları ve dayatacakları normlar, ülkemizin karşısına yakın gelecekte bir engel olarak çıkacak. Biz bu konulara hazırlık yapmak yerine et ve süt fiyatlarına takılıp kaldık.
Sürdürülebilir bir tarım için öngörülebilir ve iktisadi olarak mantıklı bir pazar kaçınılmaz. Bu yıl Hollanda sığır varlığını yüzde 30 küçültme kararı aldı. Bu denli gelişmiş bir ülkenin bile inovasyona ne kadar kapalı olabileceğini görmek bu sektörde olağan. Biz çiftliğimizde karbon-nötr üretimin mümkün olduğunu gördük ve yoğun bir şekilde bu konuda çalışmalara başladık. Hızlı ve bilimsel çalışmalar ile bu yolda koşar adım yürürken; bu sayede yeni pazarların açılabileceğini görüyoruz.

Çiftliklerde hayvancılığın en önemli ham maddesi olan yem konusuna gelince, burada da dönüşüm ekonomisine katkı sağlanabilir. Örneğin, ayçiçeği yağının posası hayvanlarımız için ana protein kaynaklarından biri. Ayrıca meyve kabukları için enerji ve vitamin deposu. Bira üretiminden artakalan arpa posaları da yine önemli protein kaynaklarından. Keza hayvanların dışkıları da topraklarımızın besin depoları. Ülkemizin yorgun toprakları için, doğru kullanıldığı takdirde, en kaliteli zenginleştirici malzeme olan kompost sıvı ve katı gübre elde edilebilir. Ama bununla uğraşmak yerine bu atıkların değerlendirilmemesi hem kaynak israfı hem de çevre kirliliği yaratıyor. Burada da temel problem yine eğitim ve bilinç eksikliği!

Hem bitkisel hem hayvansal üretimde gelecekte bizi tarladan çatala doğrudan pazarlama ve her adımın kayıt altında olduğu bir sistem bekliyor. Teknolojiyi kullanan çiftçiler, e-ticaret sayesinde ürünlerini sofralarımıza kadar ulaştırabilecekler. Bunun için geriye dönük takip edilebilirliği sağlamaları gerekiyor. Bunu sağlayan üreticiler, farklılaşarak, markalaşarak ileride kim bilir dünya markası olma yolunda bir serüvenin parçası olabilirler. Bu hayalin gerçek olması için en gerekli kaynak ise “bilgi ve teknoloji”.
Ata’mızın dediği gibi; “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir. İlim ve fennin dışında mürşit aramak gaflettir, delalettir, cehalettir!”.