Küreselleşmenin terse döndüğüne dair emareler arttı: Ürün ve hizmetlerin uluslararası ticaretinde durgunluk var. Sınır ötesi yatırımların küresel GSYİH içindeki payı düştü. McDonald’s Rusya’dan döndü, Batılı bankalar da Çin’den çıkıyor. Yoksul ve zengin bölgeler arasındaki fark açılıyor… Bugün küreselleşmeyi eleştirenler yarın bu sistemi özleyebilir
ABD nisan sonunda Dünya Ticaret Örgütü’ndeki ihtilafların nihai hakemi olan heyetteki boş koltukların doldurulması için verilen önergeyi üst üste 75. kez engelledi. Kulağa inanılmaz gelse de bu vetolar yüzünden DTÖ yaklaşık beş yıldır fiilen etkisiz. İtirazlar birikirken ihlaller de cezasız kalıyor.
DTÖ’nün işlevsizliği, dünyanın uluslararası ticaret ve yatırımı gözetmesi amaçlarken sürekli boşa düşen kurum ve kurallarla dolu olduğunu gösteriyor. Avrupa Birliği, Çin yapımı elektrikli taşıtlara gümrük vergisi koymanın eşiğinde. Geçen ay AB yetkilileri sübvansiyonlarla ilgili bir soruşturma kapsamında Çinli büyük bir güvenlik ekipmanı üreticisine baskın düzenledi. ABD 300 kuruluşa Rus ordusuna destek sağladıkları gerekçesiyle yaptırım getirdi. Aralarında Çin ve Türkiye’den firmalar da vardı.
Sübvansiyon ve yaptırımların yaygınlaşması, siyaset tellallarının tabiriyle “uluslararası kurallara dayalı düzendeki” çözülmenin en bariz işaretlerinden. Entegrasyonun azaldığı dünyada yatırımcıların varlıkları yeniden değerlemesi ve sermayeyi yeniden yönlendirmesiyle birlikte bu mutsuz regresyon (bu terim yerine daha iyi bir isim istiyorsanız “deglobalizasyon” diyelim) ekonomi verilerinde de görünür hale gelmeye başladı. Değişim henüz küresel yaşam standartlarına büyük etki etmese de dev ve korkutucu bir kumar söz konusu. Küreselleşme yoksulluğu çok büyük ölçüde azaltmıştı. Şimdi küreselleşme olmadan da bunun yapılabileceğine oynanıyor.
II. Dünya Savaşı sonrası küresel ekonomi Vahşi Batı’dan farksızdı. Birçok ülke yerli sanayisini güçlendirmek için ciddi gümrük vergileri uyguluyordu. Sermaye denetimleri sıkıydı. Hükümetler yabancı sahiplere ait varlıklara el koyuyordu: 1961-1975 arasında yurtdışındaki Amerikalı yatırımcılar en az 260 kez bu uygulamaya maruz kalmıştı.
SSCB’de McDonald’s
1970 ve 80’lerde McDonald’s’ın Sovyetler Birliği’nde şube açma çabalarına öncülük eden şirket yöneticisi George Cohon’u hatırlayın. Yabancıların ülke dışına para çıkarması yasak olduğundan McDonald’s’ın bu yatırımdan gelir elde etmesi imkansızdı. Açılış izni dahi dertti.
Soğuk Savaş’ın bitişi küresel ekonomiyi birleştirdi. Gümrük vergileri hızla düştü. Hükümetler birçok sermaye denetimi uygulamasını kaldırdı. Son yıllarda ise sınır ötesi ticaret ve yatırımdaki büyüme durdu. Küreselleşmenin altını oyan üç büyük dert söz konusu: Çeşitli cezalandırıcı ekonomik tedbirlerin yayılması, yeni endüstri politikası modası ve küresel kurumların çöküşü.
Bugün hükümetlerin uyguladığı ticaret yaptırımı miktarı 1990’lara kıyasla dört kat fazla. Batılı hükümetler Ukrayna işgaline misilleme olarak Rusya’ya yüzlerce yaptırım uyguluyor. ABD Çin’in yarı iletkenler başta olmak üzere teknolojik alandaki emellerine ulaşmasını önlemek adına çok sayıda kısıtlama getiriyor.
Hükümetler birçok örnekte “stratejik” şirketlere yabancı yatırımı engelliyor. İngiliz hükümeti ülkenin en büyük çip üretim tesisinin önce Çinli bir firmaya satışını engelledi, ardından bir Amerikan firmasına satışına onay verdi. Kanadalı bir bakan hükümetinin maden şirketlerine Çin’den gelen çok sayıda teklifi reddetmesiyle övündü. Meksika gibi bazı ülkeler varlıkları fiilen kamulaştırıyor.
İkinci büyük değişim sanayi politikalarında. Siyasetçiler yurtiçi tedarik zincirleri ve yerel sanayilerin inşası için çılgınca bir rekabet içinde. II. Dünya Savaşı sonrası merkezde kömür ve çelik vardı. Bugün ise rekabet temiz enerji, elektrikli taşıt ve bilgisayar çipi gibi alanlarda. IMF’ye göre büyük bir ekonomide belli bir ürün için verilen sübvansiyonun bir yıl içinde başka bir büyük ekonomide aynı ürün için verilen sübvansiyonla karşılık bulma olasılığı yüzde 74.
Üçüncü değişim eski hallerinden eser kalmayan küresel kurumlarda. IMF geçmişte yoksul ülkelerin borç sorunlarını çözme konusundaki işlevini yerine getirmekte zorlanıyor.
Sonuçları ne?
Bu üç mesele acı sonuçlar getiriyor. Önde gelen yayınlardaki ekonomik belirsizlik atıflarını izleyen endeksin ortalaması 1997-2015 arasında ikiye katlandı. Küresel ticaretteki durgunluk, hizmetlerde de yaşanıyor. Sınır ötesi yatırımların küresel GSYİH içindeki payı azalıyor. Amerika’nın yurtdışından elde ettiği şirket kârlarının oranı hızla düşüyor. Batılı hukuk büroları ve bankalar Çin’den çıkıyor. McDonald’s Rus pazarından çıktı.
Küreselleşmenin terse döndüğünü aynı ürün ve hizmetin farklı yerlerdeki nispi fiyatlarından da anlamak mümkün. Düzgün işleyen bir piyasada firmalar ve tüketiciler en makul noktada buluşacağı ve yoksul bölgeler zenginlerle yakınlaşacağı için farklılaşmanın az olması gerekir. Ama son yıllarda bu yakınlaşma ya durdu ya da tersine döndü. Dünya ekonomisinin entegrasyondan ziyade atomizasyona gittiği görülüyor.
Bu durumun getirdiği verim düşüşü, deglobalizasyonu bağrına basan çok sayıda siyasetçiyi rahatsız etmiş görünmüyor. Hindistan’da Narendra Modi “üretime yönelik teşviklere” büyük para döküyor. Çinli liderler temiz enerji ve elektrikli taşıt alanlarındaki dünya liderliğini pekiştirmek için servet harcıyor. Donald Trump Çin ürünlerine yüzde 60 gümrük vergisi getireceğini söylüyor. Mevcut başkan Joe Biden da çok farklı sayılmaz. Batı ile Çin arasındaki gerilimler küresel kurumlarda anlamlı reform şansını azaltırken ekonomik savaş ihtimalini artırıyor. Deglobalizasyon hız kazandıkça küreselleşmeden geriye dönmenin gerçek bedeli daha da netleşebilir.
The Economist’ten alınmış, Oksijen tarafından çevrilerek lisanslı olarak yayınlanmıştır. Orijinal metne www.economist.com adresinden ulaşabilirsiniz.