Ve 28 Mayıs analizi: “Seçimin bitmediğini düşünüyorum. Hukuken de bitmiş değil zaten. Seçmende hâlâ değişim umudu var, oluşan tablodan da memnun olmayabilir. Kılıçdaroğlu da fark atabilir Erdoğan da. Sinan Oğan’ın ilk turdaki oylarının tümü tek adaya gitmez”
Türkiye siyasi tarihine geçecek seçimlerden biri geride kaldı. Diğeri de hemen önümüzde duruyor. Siyasetçiler 14 Mayıs’tan aldıkları tecrübelerle 28 Mayıs’ta yeni sınava hazırlanıyor. Bekir Ağırdır’la bu hafta ilk tur sonrası politik manzarayı, ikinci turda bizi muhtemelen nelerin beklediğini konuşmak için bir kez daha bir araya geldik. Hataları, ihtimalleri ve iki adayın şansını nelerin azaltıp nelerin artıracağını sorduk. Tabii, onun KONDA yönetim kurulu üyesi ve sektörün duayeni olması nedeniyle, seçim sonrası en çok öfkenin yöneldiği aktörlerden olan anket şirketlerinin durumunu da konuştuk.
Millet İttifakı sahada sinerji üretemedi
Kılıçdaroğlu şu anda en çok neye kafa yoruyordur sizce?
Muhtemelen neden yeterli güveni oluşturmadığını düşünüyordur. Uzatmalarda yeni bir heyecanın, eksik kalan tutkunun nasıl yaratılacağına kafa yorması gerekir. 2008’deki Avrupa Şampiyonası’nda Milli Takım’ın her maçta uzatma dakikalarında gol atarak gösterdiği heyecan ve o enerji gibi. Birdenbire çok mucizevi işler şart değil. Ama CHP örgütünün kendi iç tartışmalarından, suçlamalardan kurtulması, seçimin sürdüğü fikrini ve “Biz bitti demeden bitmez” duygusunu vermenin yolunu bulması gerek.
Bulunabilir mi?
Bulunabilir tabii. 4-5 puan fark deniyor ama sonuç olarak konuştuğumuz oy üç milyon. Bir yandan, yüzde 45’le Ecevit ve İnönü dahil CHP tarihinin en yüksek genel başkanlık oyuna ulaşılmış. Bu aslında Kemal Bey’in kişisel başarısı. Seçim sürecindeki eksiklerin birincisi, CHP ve Millet İttifakı ortaklarının örgütsel enerjilerinin sahada sinerji ve heyecan üretmemiş olmaları. Bunun da birinci derece sorumlu aktörü CHP örgütü. Dolayısıyla örgütün kalan günlerde müthiş bir enerjiyle, umutla, inançla uğraşması ve bunu seçmene göstermesi gerek. İkinci temel eksik de Millet İttifakı aktörlerinin o büyük heyecanı üretememesiydi. Kendi örgütünü motive ederken diğer beş lideri de büyük heyecana ortak etmesi gerekiyor. Güveni oluşmamış insanların kaygısını anlamak gerek. Muhalefet kaos ve karmaşa olmadan bir değişimin mümkün olduğuna dair güveni inşa etmeliydi. Bu sağlanamamış ama mesafe alınmış. CHP’nin oyunun yüzde 25’te kaldığını dikkate alırsak, yüzde 45’lik birlikteliği sağlamak bile Kemal Bey’in hanesine yazılabilecek bir başarı.
İkinci tur 28’inde. Bunu ileri taşımak için vakit yeterli mi?
Yeterli olabilir, dünyada örnekleri var. Hikaye, tetikleyici bir unsur bulmak. Önlerindeki handikapsa parlamentoda Cumhur İttifakı’nın çoğunluğu alması. Ama elimizde bir örnek var: İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimleri. Orada da 31 Mart’ta yerel meclis oluşmuştu ve AK Parti ve MHP’li üyeler çoğunluktaydı. Ama hiç kimse Ekrem İmamoğlu için 23 Haziran’da oy verirken “Ya ama meclis çoğunluğu öbür tarafta” demedi. Herhangi bir tereddüt duymadığı gibi, aksine çok daha büyük bir coşkuyla gitti sandığa. Burada tetikleyici unsur ne olur bilmiyorum, o iletişimcilerin işi. Ama kısa sürede çalışacak bir başka duygu tetiklemesine ihtiyaç var. Belki de ikinci turu başkanlık sisteminin referandumuna çevirmek…
Seçmen çok da memnun olmayabilir
Yani “Erdoğan’la tamam mı devam mı?” sorusunu “Başkanlık sistemiyle tamam mı devam mı?”ya dönüştürmek gibi mi?
Evet, bu anlatılabilir seçmene. Seçmen şikayetçi sistemden. Ama bu sistemin içinde Erdoğan’ın yapabilme gücüne daha fazla inanmış durumda. Çünkü ortada somut şeyler var. Örneğin Kemal Bey “En düşük memur maaşını 21 bin 265 lira yapacağım” dedi. Tayyip Bey peşinden “22 bin lira yaptım” dedi. Kemal Bey “100 bin öğretmen ataması yapacağız” dedi, Tayyip Bey kurayı çekip 45 bin öğretmen atamasını yaptı. Yani birisi yapacağız diyor, birisi yapıyor. Deprem bölgesinde evet, bir sürü şikayet, eleştiri var ama az önce öğrendim ki geçici de olsa konut teslimatı yapılıyormuş bazı illerde. Bunlar seçmeni etkileyen şeyler. İktidar güvenlik ve istikrar arayışını tetikliyor, bu ortam ülkede kaygı ortamını çoğaltıyor, sonunda yine iktidar “Kaygı ortamına ben müdahale ederim, yönetirim” diyor. Bunu yaparkenki keyfiliği, hukuk dışılığı, partizanlığı seçmen de biliyor. Ama muhalefet bunları öne koymuyor. Burada en son suçlanacak kesim seçmen. Ve seçmende hâlâ değişim umudu var, gidişattan da şikayetçi. Hatta oluşan tablodan da çok da memnun olmayabilir.
“Erdoğan’a destek konusunda fazla ileri gittik” gibi bir histen mi söz ediyorsunuz?
Belki de. Hâlâ bambaşka bir şey mümkün ama önce aktörlerin buna inanması ve güvenmesi lazım. Seçimin bitmediğini düşünüyorum. Hukuken de bitmiş değil zaten. Yani bilmiyorum kimse farkında mı ama… Hâlâ her şey mümkündür. Erdoğan’ın fark atması da Kemal Bey’in fark atması da mümkün. Sayılara baktığımızda AK Parti gerilemiş, 2002 noktasına geri dönmüş. Ama kopan seçmen muhalefete gelememiş. Bunca yorgun bir iktidar, açık ekonomik kriz, partizanlığın çoğalması… Bu tabloya rağmen 2018 seçimlerinden bu tarafa İYİ Parti’nin, CHP’nin, Deva’nın, Gelecek’in oylarında sıçrama yoksa ama Yeniden Refah Partisi’nde varsa herkesin düşünmesi lazım. Bunu düşünürken de hıza ihtiyaç var, ikinci tur geliyor. Ama herkes önce soğukkanlı şekilde hatırlamalı: Seçim bitmedi, sürüyor. Kimse bunun farkında değil gibi.
İYİ Parti’den Kılıçdaroğlu’na gelen oylarda fire olduğunu söyleyebiliyor muyuz?
İYİ Parti kendi potansiyelini gerçekleştirebilmiş değil. Daha yüksek oy alacağı hesaplanıyordu ama o seçmenin 4’te 1’e yakını Kemal Bey’e oy vermeyecekti. Gerçekleşen sonuçlardan anlıyoruz ki o seçmen İyi Parti’ye de gelmemiş. Oyu 9.7, dolayısıyla muhtemelen hepsi vermiş olabilir. Ama sonuç olarak İYİ Parti’nin de kendini gözden geçirmesi gerektiği çok açık. 2018’den bu tarafa bunca sosyolojik değişim, kentleşme, milliyetçi dünyadaki dönüşüm varken, kamuoyunun bildiği onca isim katılmışken ve seçmen İYİ Parti’nin ekonomi yönetimindeki etkinliği üzerine neredeyse her gün bir röportaj dinlemişken üstelik… Deva, Gelecek ve Saadet de başlangıçtaki iddialarını gerçekleştiremedi. Yüzde 1’ler, 2’ler bile yok ortada. Hepsi mütedeyyin kesimin kaygılarından söz ettiler, o kaygıları Kemal Bey’e anlatmaya çalıştılar. Ama niye mütedeyyin kesime, bu yönetimin risk taşımadığını anlatmadılar? Neden “Orada biz de varız, teminatı biziz” demediler ve sadece Kemal Bey’in teminat vermesini istediler? Bir kanal, bir yol tek taraflı çalışmaz ki.
İkinci turda Millet İttifakı’nda bir yapısal değişiklik beklenebilir mi? Cumhurbaşkanı yardımcılarının sayısında veya isimlerinde yenilik gibi?
Hayır, bu tür bir radikal hamle beklemiyorum. Beklediğim şey yeni bir iletişim yöntemi, yeni bir iddia, belki bir slogan. Ama onun da seçmenin duygularına gerçekten değen bir şey olması lazım. Kapalı odalar içinde yaratılmış, değişiklik olsun diye üretilmiş bir laf değil.
Biz bu röportajı yaparken Sinan Oğan’ın ikinci tur tercihi belli değildi. Yayımlandığında ise belirlenmiş olabilir. O nedenle daha teorik sorayım. Kime ne fayda sağlar? Kılıçdaroğlu’nu seçerse ne olur? Erdoğan’ı seçerse ne olur?
Kemal Bey’e destek vermesi muhalif seçmende duygu tetikleyici unsurlardan biri olur, umudu diriltir. Vermezse moral bozukluğu sürer. Oy bakımından ise Sinan Oğan’a oy veren 2 milyon 800 bin oyun tümü Kemal Bey’e ya da Tayyip Erdoğan’a gitmez çünkü o oylar tek başına milliyetçilik üzerinden açıklanamaz. O bir kızgınlık, iki tarafa da yönelik. Bu insanların bir kısmı Erdoğan’a, bir kısmı muhalefete geçecektir. Sinan Bey’in “Ben şurayı desteklerim” demesinden ibaret değildir hikaye. Bu konuda da 2019 yerel seçimi bir örnek olabilir. 31 Mart’ta sandığa gitmeyen ve iki tarafa da kızgın olan gençler, 23 Haziran’da oluşan 8 puan farkın 4-4.5’ini oluşturdu. Bu kez de AK Partili seçmenin bir kısmının “Fazla mı güçlendirdik” diyerek sandığa gitmeme ihtimali vardır. İlla böyle olur demiyorum, ihtimal vardır. Ve ilk turda sandığa gitmemiş kızgın seçmenin bir kümesi muhalefete doğru da gelebilir. O yüzden gelecek pazar çok şeye gebedir. Bitmiş bir şey yok.
Sadece ekonomik vaatleri konuşarak olmaz
14 Mayıs’ta muhalefete oy vermiş ama 28 Mayıs’ta sandığa gitmeyecek olan kayda değer bir kitle olur mu?
Olabilir tabii, moral bozukluğu ve “kaybediyoruz” duygusuyla… Hatta birbirlerini suçlayan, seçmene hakaret eden, bu topluma güvensizliğini belirten mesajlara bakılırsa orada eksilme ihtimali daha yüksek. Burada en önemli unsur, Kemal Bey’in iki tur arasında neyi nasıl yapacağı.
Yapacağı en büyük hata ne olur Kılıçdaroğlu’nun? Kaçınması gereken en önemli şey nedir?
Sadece ekonomik vaatlerden konuşmak. Seçmenin siyasi reformlara da ihtiyaç duyduğunu fark etmemiş olması birinci turdaki en büyük zaafı bence.
Milliyetçiliği öne çıkaran Sinan Oğan, Kılıçdaroğlu’nu desteklerse Kürtlerin oy tercihinde önemli bir değişiklik olur mu?
Sanmıyorum. Bu dönemin hem ekonomik hem siyasi bakımdan en yoğun mağduriyetini yaşayan insanlar Kürtler.
Erdoğan ikinci tur için ne yapacak? Arkasına yaslanıp izlemekle yetinmeyecek herhalde.
Hayır tabii. Tayyip Bey siyasetçi tarzı olarak bir an bile boş bırakmadan yürüyor. Kemal Bey “Hangi ekiple çalışayım, yeni slogan mı bulayım” diye meşgulken Erdoğan pazartesi sabah düğmeye basmıştır ve bir sürü şey yapıyordur. En büyük avantajı da örgütündeki dağınıklığı toplamış, morali yükseltmiş olması.
Seçmen sandıkta şiddet kaygısını satın almadı
- Lütfen kadın hareketi aktivistleri kızmasın bana ama şu metaforla anlatmaya çalışayım seçmen davranışını: Kadın evde şiddet görüyor, ekonomik özgürlüğü de yok. Her sabah kalktığında “Bu hayat artık çekilmez, terk edeyim” diyor. Ama baba evine dönerse karşılaşacağı hayatın ne kadar değişeceğinden emin değil. O zaman da kocasının yanında oturmaya razı oluyor. Her şikayet vazgeçiş değildir. Vazgeçiş için aklının, gönlünün başka bir şeye düşmesi lazım.
- Genel değerlendirme olarak baktığın zaman, bir kere Erdoğan başarılı. Başlangıçtan itibaren bu seçimin ikinci tura kalmasını arzuladı. Birinci turda kaybetme ihtimalinin yüksek olduğunu biliyordu. Hatta bence, yanındaki araştırma firmaları dahil hiç kimse pazar akşamı gerçekleşecek sayıyı bilmiyordu ve inanmıyordu. Bir tek Tayyip Bey inanıyordu ve yüklenmeye devam etti. Yaptıkları ne kadar etiktir, seçim süreci ne kadar demokratik, adil yürümüştür; bu eleştiriler doğru. Ama muhalefet bunları baştan biliyordu.
- Muhalefet için bu sonuç bile bir mucizedir. CHP oyunun yüzde 25 olduğu yerde, Alevi olduğunu açıklamış Kılıçdaroğlu’nun yüzde 45 olması tabii ki büyük başarı. Ama bu sistem içinde yetmiyor, kaybetti.
“Mahcubiyetini içinde yaşarsın, çıkıp ekibe ‘Dik durun’ dersin”
14 Mayıs’ın ardından en çok konuşulan şeylerden biri de anket firmalarının başarısızlığı oldu. Böyle ıskalamalardan sonra bir anket firmasında ne hissedilir, içeride ne yaşanır, sonra nereye bakılır, ne düzeltilir? O nasıl bir gecedir?
Bir kere dehşet bir mahcubiyet yaşarsın. Yer yarılsa da içine girsem dersin. Tabii ki moralman dağılırsın. Ama bir yandan da tek başına değilsin, orada bir ekip var. 200-300’den fazla insanın emeği var ve hayat devam ediyor. Onların ayakta durabilmesi adına bağrına taş basar, banyoda yalnız ağlarsın ama dışarıya çıkıp onlara “dik durun” dersin. Ve her seferinde de “Ulan ne zoruna kamuoyunun önüne çıkıp şöyle şöyle olacak diyorsun” diye geçiririsin içinden. Çok samimi duygularım bunlar. Her seçim sabahı kıvranırsın, ızdıraplı bir şeydir. Ama bir yandan da bu işin itibarını, mutluluğunu, keyfini yaşıyorsan başarısızlığın da mahcubiyeti taşıyacaksın derim kendime. Onun için yüzüm gülüyor olsa bile içim kan ağlar, çok canım yanar. O yazılanları, çizilenleri falan filan yok saymam. Böyle bir adam değilim ben. Zaten böyle olmadığım, çok duygusal olduğum için pratik siyasete girmiyorum. Çok kırılgan, duyarlı, duygusal bir insanım. Onun için de dehşet üzülüyorum her seferinde. Ve zaten fark ediyorsun ki bütün arkadaşlar üzülüyor. Çünkü bir tek şeyden eminim: Dünyanın en kötü anketçiliğini yapmış da olsak, oradaki ekip arkadaşlarım kurulan sistem içinde ne ölçtülerse o sistemi çalıştırarak onu söylediler. Ölçtükleri sayı eğridir doğrudur diye değiştirmeye teşebbüs etmediler. Bir kere bile bu tartışma olmamıştır KONDA’da. Bir kere bile de “O sayıyı değil de şunu söylesenize” diye teklif eden de olmamıştır. 17 yılda KONDA’da müthiş onurlandığım geceler, yer yarılsa da yok olsam dediğim günler de var. Bunlar işin bireysel tarafı. Bir de teknik tarafı var. Örneklem dediğiniz bir şey var elinizde, o da kafadan uydurduğunuz bir şey değil. İnsanlara soru soruyorsunuz. Biz o cevabı almışız ve aldığımız sayıyı da kamuoyuna söylemişiz. Ama işin kendi doğal handikapları var. Çünkü biz rasyonel bir şey soruyoruz ve insanlar bize rasyonel aklıyla “Şu partiye oy vereceğim” diye cevap veriyor. Yalan söylüyor olması için bir sebep yok bizim açımızdan. Biz “İnsanlar yalan söylüyor” diye ölçemeyiz. Kaldı ki zaten amacı yalan söylemek de değil. Ama biliyoruz ki giderek güvenlik, istikrar, korku gibi birtakım duyguları ölçmekte anket yöntemi yetersiz kalıyor. Onun için zaten literatürde de derin görüşmeler, odak gruplar, içgörü araştırmaları gibi teknikler gelişti. Dünyada da her ülkedeki seçimlerden sonra bu tür tartışmalar yapılıyor. Üçüncü bir mesele daha var. Hep diyorlar ki “İnsanlar kararsızım derken aslında kendilerini gizliyor mu?” Gizleyenler var tabii. Biz de bunu önlemek için başka sorular soruyoruz. Tayyip Erdoğan’a ya da Kemal Bey’e ne kadar güvenir, güvenmez? “Nefret eder mi?” netliğinde sorumuz ve elimizde bulgumuz var. Ama bu sorunun ardından, o kişinin partisine oy vereceğini söylüyor. Şimdi, nefret ettiğini söyledi diye, “O partiye oy veremez” diye düşünüp o bulgulardan o sayıları eksiltelim demeye başlarsam nerede duracağımızı bilemem. O yüzden bütün handikapı göze alarak biz hâlâ insanların söylediği cevabı esas alıyoruz. Tabii ki başka hesaplar, duygularını deşecek başka şeyler yapıyoruz. Bir de ortalık sakinleştiğinde yöntemimizde veya sahada uygulamamızda eksiklerimiz var mıydı diye elbette baştan aşağıya her şeyini sorguluyoruz. Bir sürü akademisyenle çalışıyoruz, kontrol ettiriyoruz kendimizi. Ama her şeye rağmen seçimle sınanan bir başarı ya da başarısızlık var. Ve elbette başarısızlığının da mahcubiyetini yaşıyoruz, yaşamak zorundayız.
Perşembe son ölçümümüzü açıklayacağız
Üzerinden çok az geçti, 14 Mayıs sonuçları için bu soğukkanlı değerlendirmeyi yaptınız mı?
Hayır, şu an fırsatımız yok. Zaten bu hafta sonu yine araştırma yapacağız ve gelecek perşembe abonelerimize “Biz bu hafta sonu ikinci tur için şu ölçümü yaptık” diyeceğiz.
25 Mayıs’ta yine KONDA’nın geleneksel seçimden önceki son perşembe anketi gelecek yani.
Elbette. Yöntemimizi değiştirmek için de vaktimiz yok zaten. Kamuoyu açısından da şunu söylemek lazım. Sonuç olarak, her seçimde Türkiye’de doğru sonucu veren birden fazla anket şirketi vardır. Yani bir yöntemi ya da sektörü baştan aşağıya reddetmek falan herhalde Türkiye’de tartışılan bir konu. Anlam veremediğim kısmı şu. CHP’nin ya da adayının oyunu düşük gösterirsin, “Abi sen düşük gösterdiğin için moralimiz bozuldu, çalışma şevkimiz bitti, uğraşmadık” derler. Yüksek söyleyince de “Nasıl olsa kazanıyoruz diye rehavete kapıldık, çalışmadık” derler. Ama çalışmama gerekçesi hep anket şirketidir. Peki, öyle görmek istiyorsan öyle gör. O nedenle herkesin birazcık rasyonel, serinkanlı düşünmesine ihtiyaç var.
“100 kişiden 51’i Erdoğan’ın yaptıklarını onaylamadı”
Yeniden Refah Partisi’ndeki yükseliş dikkat çekti. Dini söylem konusunda AKP’den daha keskin bir parti. Bu rakamı seçmenin de keskinleştiği, radikalleştiği gibi değerlendirebilir miyiz?
Gelecek ve Saadet’in olduğu yerde Yeniden Refah’ın, üstelik ayrı listeyle girerek yüzde 3’e yakın oy almış olması müthiş bir şey. Sebep bence seçmenin keskinleşmesinden çok, metropollerdeki dindarların kültürünü ve kimliğini korunma güdüsünün daha yüksek olması. Görülüyor ki o insanlar sadece dindarlıktan oy vermiş değil. Öyle olsaydı AK Parti’den kopmazlardı. AK Parti’den şikayetçiler ama demek ki CHP’ye veya söylemlerine karşı bir duyarlılık da var. Lider olarak da Erdoğan’dan vazgeçmiş değiller.
Yani Erdoğan’ın “Siz patates soğana liderinizi kurban etmezsiniz” cümlesi karşılık buldu.
Seçmenin yaşadığını ona geri anlatarak olmuyor. Çıkışın uzun soluklu ve zor olduğunu anlatmak gerekiyordu. Unutmayalım ki 10 ay sonra da yerel seçim var. Şimdiden “İktidar şuraya doğru gider, buraya doğru gitmez” gibi çok keskin cümleler kurmak istemiyorum. Ama Tayyip Bey’in en uç idealinde, örneğin Ayasofya’yı cami olarak açmak kadar önemsediği, rüyalarına giren her ne varsa onun peşine asıl yerel seçimden sonra düşecektir. Çünkü hâlâ bir yandan da 100 insandan 51’i onaylamamış yaptıklarını, 49 insan onaylamış. Erdoğan da bir siyasetçi olarak buna bakacaktır.