28 Mart 2024, Perşembe
Haber Giriş: 28.06.2022 12:53 | Son Güncelleme: 28.06.2022 14:09

Culture Next 2022 Konferansı 1. Oturum: Döngüsel Ekonomi

TBWA, Ipsos ve Oksijen’le birlikte hayata geçirdiği Culture NEXT 2022 Kültürel Değişim Konferansı, 21 Haziran 2022’de Uniq’te gerçekleşti. Konferansın 1. Oturumunda Oksijen yazarı Elif Ergu ve Fazla Gıda Derneği Kurucusu Olcay Silahlı döngüsel ekonomiyi konuştu
Culture Next 2022 Konferansı 1. Oturum: Döngüsel Ekonomi

Elif Ergu: Biraz önce sunumları biz de arkadan izledik. Aslında konuşacak çok rakamlar var ama ben sizleri fazla rakama boğmak istemiyorum. Sevgili Olcay’la pandemi süresince sürekli iletişim halindeydik. Onlar aslında pandemiden önce Fazla Gıda’yı kurdular ama pandemi döneminde bize özellikle hem döngüsel ekonomi hem de gıdanın, israfın önlenmesi için yapılması gerekenler konusunda çok aydınlatıcı raporlar sundular. Bizim için de heyecan verici çünkü Oksijen gazetesi olarak ilk defa böyle bir organizasyon yapıyoruz.

Biliyorsunuz, hepiniz Oksijen’i takip ediyorsunuz, Oksijen daha iyi bir Türkiye, daha iyi bir yarın için içerikler üretiyor. Bu yüzden de bu 5 ana başlık bizim için de çok önemli. Ben hemen Fazla Gıda’ya, Olcay’a söz vermeden önce bir şeyin altını çizmek istiyorum: Dünyada 1.3 milyar ton gıda çöpe gidiyor. Ve Türkiye’ye baktığımızda Birleşmiş Milletler rakamlarına göre kişi başına 93 kilogram gıdayı biz de çöpe atıyoruz. Biraz önce Olcay’dan öğrendim; her aile yılda 2 asgari ücrete denk gelen oranda gıdayı çöpe atıyor. Döngüsel ekonomi dediğimizde, döngüsel ekonomi gerçekten de tüm sektörleri ilgilendiriyor ama gıda hepimizin geleceği, tarım hepimizin geleceği. Bu yüzden de çok önemli, çok değerli. Öncelikle, Olcay sana şunu sormak istiyorum: Sen de profesyonel hayatın içinden gelen birisin ama yolculuğunda şimdi etki girişimcisi oldun. Sosyal girişimci oldun. Senin bu yolculuğun nasıl başladı? Bize ilham vereceğini düşündüğüm için önce bunu bize anlatır mısın?

Olcay Silahlı: Ben askeri okul kökenliyim, askeri lise, harp okulu… En nihayetinde özel hayata atıldığımda da faydalı bir şeyler yapma motivasyonum hep vardı. Üniversite yıllarımda Akbank Düşünce Kulübü’nde çeşitli çalışmalar yaptım. Daha sonra profesyonel hayata başladığımda da yine sosyal çalışmalarda bulunduk. Kırsaldaki çocuklara finansal eğitimler verdik, diş fırçalama eğitimleri verdik. Günün sonunda bu gezilerin içinde birkaç gözlemim oldu.

Bir tanesi şuydu: Etki yaratmak istiyorsak bu, Türkiye’de alışılageldiği gibi bağış yapmak ya da bir kurumsal sosyal sorumluluk projesi yapmak değil. Bir model ortaya koymamız gerekiyor ve bunun finansal bir altyapısının olması gerekiyor. ‘Aktivizmi biliyoruz ama aslında sosyal girişimciliği çok da bilmiyoruz’u görmeye başladım. Bu çalışmalardan sonra 2014 yılında Dublin’de gerçekleşen One Young World diye bir zirveye gittim.

Elif Ergu

Bu zirvede aslında ilk defa 2030 hedeflerini dinleme şansım oldu. Türkiye’den iyi bir model yoktu, biz 4 kişi dinleyiciydik. Döndüğümde Türkiye’de de böyle bir iş kurmalıyız ve bunu dünyaya anlatmalıyız, dedim. Türkiye’deki gençlere iyi bir iş modeli kurabiliriz, bunu göstermek istedim. 2015’ten 2017’ye kadar sadece literatür taraması ve uzman görüşmeleri yaparak geçirdim. 17 tane küresel hedefi çok detaylı inceledim. Bu araştırmanın sonucunda, bu gıda artığı sorununu nasıl çözeceğiz, bir metodolojisi olmalı bu işin araştırmasını yaptığımız zaman gıda geri kazanım hiyerarşisini bulup önce bunu Türkçeleştirdik. Ardından da saha çalışmalarına başladık. En nihayetinde metodolojik şekilde gelişen bir süreç olmuş oldu.

E.E.: Döngüsel ekonomiye neden ihtiyacımız var, döngüsel ekonomi olmazsa ne olur?

O.S.: Asıl konuşacağımız şey döngüsel ekonominin içinde ne olduğu değil de döngüsel ekonomiye neden ihtiyacımızın olduğu. Kaynaklarımız tükeniyor. Çağlar boyunca baktığımız zaman önce avcı-toplayıcı bir nesildik. Zamanla çiftçiliğe geçtik. Aldık bunu, depoladık, stokladık. Endüstriyel devrimden sonra ne oldu? Çok fazla büyüyen bir nüfusa yönelik hızlı ve seri üretime başladık. Ve bunu yaparken aslında bir kaynak bolluğu içerisinde ürettik. Ama geldiğimiz noktada ürettiğimiz gıdanın 3’te 1’ini çöpe atıyoruz. Artık karbon etkisini, iklim değişikliğini konuşuyoruz. Bizim daha fazla üretip atmak gibi bir lüksümüz hem kaynak olarak yok hem de çevresel etki olarak yok. Yapabileceğimiz en iyi şey ekoverimlilik dedikleri çevresel etkimizi minimize etmeye çalışmak. Fakat çevresel etkimiz artış eğiliminde çünkü yeteri kadar zarar verdik dünyaya. Ekoetkinlik denen yaklaşım döngüsel ekonominin sürdürülebilirliği yaklaşımı. Bir, daha fazla kaynak tüketemeyiz. İki, çevreye verdiğimiz zararı telafi etme aşamasındayız. Bu yüzden de döngüsel ekonomiye ihtiyacımız var.

E.E.: Peki, neden gıdadan başlamak gerekiyor?

O.S.: Dünyadaki atığın yarısı gıda atığı. Miktardan bağımsız olarak daha önemli olan problem tekstil atığını mesela depolayabiliyorsunuz. Zamana karşı yarışmıyorsunuz. Fakat gıda hızlı bozulabilen bir ürün olduğu için çok hızlı koordine olmanız gerekiyor. Çok hızlı doğru eşleştirme yapmanız ve doğru metodolojiyi uygulamanız gerekiyor. Hem en büyük atık, hem zamanla yarışan ciddi metodoloji gerektiren bir kısım. Bu yolculuğa başlarken benim için daha da önemlisi insan için gıda. Çünkü ciddi bir açlıkla mücadele sorunu var dünyada. Herkesin aklına Afrika geliyor ama Türkiye’de de durum ciddi. Dolayısıyla ikisini birleştireceğimiz yer olan gıdadan başlamayı tercih ettik.

E.E.: Belki salondaki birçok insanın da kafası karışıktır, atık mı çöp mü? Neden çöp demiyoruz? Her atık dönüştürülebilir mi?

Olcay Silahlı

O.S.: Biz Fazla Gıda’yı kurarken de atık değil, fazla dedik. Atarsanız çöp olur, atık olur; atmazsanız, değerlendirirseniz aslında bu bir fazladır, dedik. Yaptığımız görüşmelerde bir yerde çöp, atık dediğimiz anda direkt atma eğilimi oluşuyor. O yüzden ismini bu şekilde konumlandırdık. Her şey bir şekilde başka alanlarda kullanılabilen bir hammadde. İllaki geri dönüştürülecek diye de bir şey yok. Kimi ürünü dönüştürebiliyorsunuz kimisini de başka bir şeyin hammaddesi yapabiliyorsunuz. En azından toprağı besliyorsunuz. Önemli olan ne yapacağınızı biliyor olmanız, bunu araştırıyor olmanız.

E.E.: Döngüsel ekonomi deyince geri dönüşüm geliyor akla. Ama aslında yalnızca geri dönüşüm değil, bunu anlatır mısın?

O.S.: Döngüsel kelimesinden gidince hep bir döngü hayal ediyoruz. Başlangıç için çok doğru bir yaklaşım ama yeterli değil. Bir ürünün ambalajını geri dönüştürmeye başladığınız zaman belki 5 defa dönüştürdükten sonra yine ömrünün sonuna getiriyorsunuz. Her seferinde yüzde 20’lik bir kayıptan söz ediyorsunuz. Aslında kaynak tüketimini azaltmaya çalışıyoruz. Çevre etkinizi pozitife çevirmeye çalışıyoruz. Bunun yöntemi geri dönüşümse bunu deneyeceğiz, değilse yeni yöntem bulacağız.

Gıda tarafında örneğin bir piramit var. Kaynağında önlemenin farklı yöntemleri var. Üretiminizi optimize etmeniz lazım. Ya da hala 15 günü varsa elinizdekinin bunun hızlı tüketilebileceği yerler bulun. Bunun modellemesini yapıp satmanız lazım. Olmuyorsa 2. adımda ihtiyaç sahibine bağış yapmanız gerekiyor. Bu olmazsa hayvan yemi olmalı. Hayvan yemi deyince herkesin aklına barınaklar geliyor ama aslında Türkiye’de çok büyük bir büyükbaş hayvancılığı var ve biz burada hammaddeyi dolarla ithal ediyoruz.

Artık insanların tüketmemeye karar verdiği ama hayvanların tüketebileceği şeylerde çok fazla hammadde var. En son hiyerarşinin altında toprağa gömme ve yakma dediğimiz kısım var. Biz Fazla Gıda’da bunu yapmıyoruz. Türkiye’de en çok yapılan yüzde 98’le bu. Döngüsellik şöyle önemli: Bu bir konsept, bir çözüm önerisi. Kaynağındaki tüketimi önlemek için… Gıda geri kazanım hiyerarşisi bir metodoloji olmakla beraber bütün iş modelimizi, tüm iş akışımızı, inovasyonumuzu bu hiyerarşiye göre sıfırdan tasarladık. Bu da aslında gerçek dönüşüme getiriyor. Elimdekini geri dönüştüreceğim biraz sığ bir bakış açısı.

E.E.: Birçok şirket de bu noktada ama… Bunu nasıl dönüştürür, döngüsel ekonomiye nasıl çeviririz? Kaynaktan yapılması gerekenler neler? Neden orada yapamıyoruz? Orada başlarsak bu kadar büyük bir sorunla da karşılaşmayacağız. Baştan yanlış adımları atıp sonra değiştirmeye çalışıyoruz.

O.S.: 2 tane konu çok benzeşiyor benim kafamda: Amaç olarak bir şirket olmak birincisi. Olan bir ürününüzü satmaya çalışırken bunu bir pazarlama kampanyasının parçası olarak amaç rotanızı ararsanız bulamazsınız. Döngüsellik de aynı şekilde. Aslında firmaların bir kısmı ticari işletme olarak varlığını devam ettirdi, bazıları öldü. Biz Fazla Gıda’da yeni bir model tasarladık. Diğer konvansiyonel geri dönüşüm firmalarıyla rakibiz aslında, geri dönüşümü ileriye çalışıyoruz belki ama rakibiz. Aynısı herhangi bir gıda markası, kişisel gelişim markası için de geçerli. O yüzden elimdeki ürünü nasıl daha döngüsel yapabilirim diye bakmak yerine hangi ihtiyacı karşılamaya çalışıyorum, bu ihtiyacı döngüsel ekonomi prensipleri çerçevesinde nasıl karşılarım, ona bakmanız gerekiyor. Su örneğini konuşmuştuk. Bugün New York’ta oturan biri restoranda İtalya’dan bir mineralli suyu, okyanus aşırı geçen suyu sipariş edip içebiliyor. 20 sene sonra ben bunun olacağını düşünmüyorum. 

E.E.: Gıda israfının önlenmesi için yapılanlardan biri de yerel tüketimin desteklenmesi. Türkiye’de de birçok restoran yerel ürünlerde, yerel üreticilerden ürün alarak menülerini hazırlıyorlar. Ama bakıyorsunuz o restoranda da su çok uzaktan geliyor. Hatta Türkiye içinde bile Bursa’nın suyu Bursa’da içilebilir belki de. Çünkü yapılması gerekenler için çok da zamanımızın olmadığını görüyoruz.

O.S.: Burada şu çok önemli: Firmaların döngüsel ekonomiye geçişi bir inovasyon, bir AR-GE, bir yatırım süreci olarak görmesi ve sıfırdan tasarlamak için bütçe, kaynak ve zaman ayırması lazım. Bu geçiş gerçekçi olursak 1-2 yılda olmayacak. Ona göre bir strateji belirlenmesi gerekiyor. 10 yıl boyunca su kaynağının dağıtımını modellemeye ayırırsanız elinizdeki bütçeyi, kaynağı ve zamanınızı çok daha kalıcı ve etkili olurlar. Bunu görmeleri gerekiyor firmalar ve üst yönetimlerin. Bizdeki inovasyon maddesi şöyle çalışıyor: Gıda geri kazanım hiyerarşisi var satırlarda, kolonlarda da gıda tedarik zincirindeki işletmeler var. Üretici, perakende… Atığın azalması için perakendenin neye ihtiyacı var, bağış yapılması için restoranın neye ihtiyacı var? Oradan yola çıkarak ürünleri ve hizmetleri tasarlıyoruz.

E.E.: İlk gittiğiniz yerler, yeme-içme sektörü, restoranlar, beş yıldızlı oteller oldu. Nedir durum, sonuçlar nedir?

O.S.: Covid öncesi 2018-2019 yıllarında beş tane otelde birer ay geçirerek çok detaylı analizler yaptık. Gıda satın almasının yüzde 35’ini çöpe atıyorlardı. 10 milyon liralık gıdayı çöpe atıyordu. Biz bunun en az yüzde 50’sinin çok basit hareketlerle düzelebileceğini gösterdik. Covid’in şöyle olumlu etkileri oldu: Bazı istasyonlar oluşturulmuş, bir personel konularak. Personel maliyet diyorlardı önceden. Fakat şu an çok ciddi atık azaltımı olduğunu görüyoruz otellerde ve restoranlarda. Ama gidecekleri yol daha çok. Genelde Nordik ülkeler döngüsel ekonomide iyi. Neden onları görüyoruz? En temeli şu: Kendilerini cimri diye tanımlıyorlar. Cebinizdeki paranın kıymetini biliyorsanız döngüselliğe de o gözle bakmaya başlıyorsunuz. Norveç ve diğer ülkeler bugün dizel konusunda çok ciddiler ve net adımlar atıyorlar. Sadece gıda değil yani. Neden atıyorlar? Sıcaklıklar artmaya başladı, etkisini hissediyorlar. Türkiye’de bu hissiyattan arındırılmış haldeyiz. Belki onu çalışmak lazım bir sonraki adımda.

E.E.: Fazla Gıda olarak başladınız, gıda dışına adımlar atmaya başladığınızı biliyorum. Neler yapacaksınız?

O.S.: Markasını yeniliyoruz. Sadece FAZLA kalacak. Tekstilde, ambalajda, elektronikte başladık. Hepsinde de şu var: Parçalayıp döndürebiliriz. Parçalayıp ülke dışına satılması anlaşılıyor Türkiye’de. Biz tamir edilebilir mi, ikinci satışı yapılabilir mi, bunun üzerine çalışıyoruz. Döngüsel ekonomiyi konuşabilmek için bir izlenebilirlik, şeffaflık yok. 5 sene evvel gıda bağışında da aynı şey geçerliydi. Firmalar başlamak istemiyordu, neden? Gıda güvenliği sorunu olur, birisi zehirlenir, biri çalar satar diye. Gıda dışı alanda da bu var şu an. Ciddi tekstil atığı olan bir firma ve o atığı alıp upcycle ileri dönüşüm yapabilecek 50 kilometre uzakta çok yakın bir firma var. Ama buluşamıyorlar. 

E.E.: Kumaş atığı var mesela, o atığı değerlendirmek istiyor bir yere vererek ama o atığı faturalandırması gerekiyor. Nasıl faturalandıracak? Yeşil ekonomiye geçerken Türkiye’nin bazı düzenlemeler yapması gerekiyor acilen.

O.S.: Avrupa Yeşil Mutabakat’ta çok ciddi ve çok hızlı ilerliyor. Türkiye’nin buna uyması ve kendi mevzuatına bakması çok önemli. 2017’de başladığımızda gıda bağışı yaptığınız zaman ekstra vergi çıkıyordu. 2 yılımı her ay Ankara’ya giderek, bakanlıkları gezerek geçirdim. 2019’da artık firmalar bunu indirim konusu yapıyorlar. Bunun gibi teşvik mekanizmaları ve yönlendirmelerin yapılması gerekiyor. Toprağa gömme yapmıyoruz dedim. İngiltere ve Fransa’da kotaları var firmaların. En pahalı yöntem bu. Finansmanı seçerken doğru olanı seçmeliyim diye arada kalmamamız gerekiyor, regülasyonlar çok önemli. Gıda bağışını çözdük ama toprağa neden gömüyoruz hala. Çünkü Türkiye’de en ucuz yöntem. En kötü yöntemi en ucuzu yaparsanız bu işi çözemezsiniz. Sosyal girişimler 30 yıl da çalışsa çözülmez. 

E.E.: Döngüsel ekonominin bir alternatifi var mı?

O.S.: Yerelleşme çok önemli. Başka kavramlar ve alternatifler de kullanılır. Türkiye’deki üretim iç ihtiyaca göre değil, tamamen ihracata odaklı üretilmiş. Yerelleşmeyle birlikte ihtiyacı tanımlama çok önemli. Ananas çok güzel olabilir ama besin değeri olarak ikamesi bir şeyi biz Türkiye’de üretip bunu ön planda tutmalıyız bir meyveye kıtalararası yolculuk yaptırmak yerine. Lüks yaşıyoruz aslında, her şeyi bulalım istiyoruz. Sürdürülebilirliği sağlayamadığımız zaman dünya bu lüksü bizim elimizden alıyor zaten. Bu olmadan yerelleşmeye, daha doğru üretim planı yapmaya başlamamız lazım. Gerekeni üretmek ve tüketmek üzerine planlama yapmalıyız.

Yekta Kopan: Döngüsel ekonomi ve bütün bu kavramlarla ilgili aslında dilde de bir değişim gerekiyor. Biz hala iklim krizine veya çevreye dair herhangi bir şey söylediğimizde ister istemez sürdürülebilirliğin belli bir zümreye, belli bir bakış açısına ait olduğunu düşünüyoruz. Kavramla aramıza mesafe koyuyoruz. Sürdürülebilirlik sadece iklim krizine yönelik kavramlarla eşleştiriliyor. Oysa işin çok derin bir ekonomik boyutu da var. İşte bugünkü konu da biraz ona dairdi. Galiba dilde de değişim gerekiyor bu meselede. Çünkü bunun çok hayati bir konu olduğunu anlamaz ve gelecekte yaşanacak iklim krizine dair bir sorunmuş gibi görürsek bir türlü harekete geçemeyeceğiz. Şimdi ben sahneye tekrar Toygun ve Yasemin’i çağırmak istiyorum. 

Toygun Yılmazer: Bir sonraki konumuz da “Hayalet Modu”. Veri gizliliğiyle ilgili bir konu. İnternette verimizi paylaşmaya aslında çok hevesliydik. Bununla ilgili bir tereddüdümüz yoktu. Yeni sosyal medyalar, dijital platformlar... Ne kadar çok veri paylaşırsak o kadar insana ulaşıyorduk. Eskiden tanıdıklarımıza ulaşmamızı sağlıyordu. İletişimimizi daha da güçlendiriyordu. Sadakat programları paylaştığımız veri oranında bizi ödüllendiriyordu. Ve biz bunların hep faydalarını yaşadık, ta ki Facebook skandalına kadar. Birçok kategorinin lider markaları ve o kategorinin de poster ismi olur, Facebook da öyleydi.

Buradaki skandal birdenbire her şeyi idrak etmemize neden oldu. Ortak olarak Facebook üzerinde çalışan şirketler bu verileri nasıl kullanabilir, bizi manipüle edebilir mi şeklinde dikkatimizi çok çekti ve bu konularda duyarlılık arttı. Fakat teknoloji de bir yandan durmuyor, yeni yeni bir sürü teknoloji üretiliyor. Geçen haftalarda Oksijen’de çıkan bir yazıda PimEyes diye bir şirketten bahsediliyordu. 35 dolar karşılığında sokakta gördüğünüz bir insanın fotoğrafını çekip bu fotoğraf üzerinden bütün verilerine ulaşabiliyorsunuz. Bunlar da endişelenmemize neden oluyor.

Bu yüzden yeni çıkan platformlar veri gizliliğine daha çok önem veren platformlar oluyor. Telegram gibi. İnsanlar isterlerse eğer Google Maps’te evlerini gizleyebiliyorlar. Böyle opsiyonlar var. Yüz tanıma teknolojisini hack’leyen ve bloklayan yeni kıyafet markaları çıkıyor. Hatta konsept aşamasında olan bir ürün var. Yüzüğü takıyorsunuz. Girdiğiniz ortamda açtığınız anda sizin verilerinizin paylaşılmasını engelliyor. Bu tip ürünler geliştiriliyor. Bu alanda çok ciddi bir hassasiyet ve değişim var. İlerleyen yıllarda böyle daha çok ürün görüyor olacağız. Türkiye’ye geldiğimiz zaman, biz Türk insanı olarak sosyal medyaya çok ilgiliyiz. O yüzden de bu ikilemi daha çok yaşıyoruz. Bununla ilgili sayılara bakarsak ne diyor? 

Yasemin Özen Gürelli: Sayılar çok çelişkili şeyler söylüyor aslında. Evet, Toygun’un da dediği gibi Türk insanının dijitalle, sosyal mecralarla mücadelesi her şekilde devam ediyor. Dünyada Instagram’ı en çok kullanan ülkeyiz. Fakat bir çelişki var. Evet, seviyoruz, kullanıyoruz, orada olmak istiyoruz. Ama aynı zamanda kişisel verilerimizi o platformlarda paylaşırken en çok korkan ilk 5 ülke arasında olduğumuzu da söylememiz gerekiyor.

Birinci sırada kullanıyor olsak da çok çekimser bir kullanım olduğunu da dile getirmek gerekiyor. ‘Teknoloji geliştikçe kendimi güvende hissediyorum’ diyenlerin oranına baktığımız zaman, bu oldukça kritik bir veri, toplumun sadece yüzde 16’sı teknoloji geliştikçe kendini güvende hissettiğini söylüyor. Bu oldukça önemli. Burada aşılması gereken ciddi bir güvensizlik var. Zaten bu teknolojinin içine doğmuş genç nesle geçtiğimizde de onlar da kendilerini çok güvende hissetmediklerini söylüyor.

Peki teknoloji diğer sektörler kadar mı güvensiz diye baktığımızda teknoloji hala en güvenilen sektörlerden bir tanesi. Güven oranı yüzde 68. Ama problem şu: Son on yıldır bir erozyona uğruyor. Yaklaşık 10 puanlık bir gerileme var duyulan güvende. Bu, teknolojiyle uğraşan, içinde var olan ve tüketiciye sunan şirketler için düşündürücü. Türkiye’de hala hack’lenebilirim kaygısı içinde olan yüzde 50’lik bir kesim var. Bu da çok kritik çünkü dünya ortalaması sadece yüzde 34. Bu da ciddi anlamda Türkiye’nin istatistiksel olarak bütün aşamaları aşıp bir fark yarattığını gösteriyor. Bu endişemizi aşmamız gerekiyor. 

T.Y.: Burada temel bir çelişki var. Bir taraftan daha iyi bir deneyim için, bu da customization dediğimiz, pazarlama iletişimi alanında da çok kullanılan bir kavram, bize özel bir deneyim için, bize özel uygulamalar için, kişisel verilere ihtiyaç var. Bunları paylaşmamız gerekiyor. Bir taraftan da bunları nasıl kullanacaklar diye endişe duyuyoruz. Ama hem faydalanmak istiyoruz hem endişe duyuyoruz. Bu konuya değinmek lazım. Şu anki internet dünyasında bu böyle. Bir de şimdi Web 3.0’dan bahsediliyor. Blockchain daha güvenli bir ortam deniliyor, decentralized olmaktan bahsediliyor... Bu gibi ortamlarda, yeni internet dünyasında veri gizliliği nasıl şekillenecek? Daha mı güvenli olacak yoksa kötü kullanıma daha mı açık hale gelecek? Bunu tartışmak için de Oksijen yazarı Serdar Kuzuloğlu ve teknoloji yazarı Ahmet Usta’yı sahneye davet ediyoruz.