09 Mayıs 2024, Perşembe Gazete Oksijen
Haber Giriş: 28.06.2022 12:56 | Son Güncelleme: 28.06.2022 14:07

Culture Next 2022 Konferansı 3. Oturum: Cinsiyet Kurallarının Reddi

TBWA, Ipsos ve Oksijen’le birlikte hayata geçirdiği Culture NEXT 2022 Kültürel Değişim Konferansı, 21 Haziran 2022’de Uniq’te gerçekleşti. Konferansın 3. Oturumunda Oksijen yazarı Zeynep Miraç ve Prof. Dr. Itır Erhart, cinsiyet kurallarının reddi hakkında konuştu
Culture Next 2022 Konferansı 3. Oturum: Cinsiyet Kurallarının Reddi

Zeynep Miraç: Güzel bir başlangıç yaptık ama cinsiyet kuralları deyince bir arama yapayım dedim buraya gelirken. Şöyle bir haber yapılmış. Game of Thrones’un aktörlerinden biri söyleşisinde demiş ki “Ben çocukluğumda cinsiyet kurallarının geçerli olduğu bir çevrede büyümedim.” Cinsiyet kuralları nedir?

Itır Erhart: Biz doğuyoruz, bir cinsiyet atanıyor. Kız çocuk ya da oğlan çocuk diye. Bu da genelde görüntüye bağlı. Cinsel organlara bakarak cinsiyet atanıyor. Sonrasında bir kız çocuk ve oğlan çocuktan beklentiler bize öğretiliyor. Bunların arasında ailede gördüklerimiz var. İlk ailede başlıyor; anne baba, etrafta anneanneler, babaanneler, dedeler varsa onların yaptıkları… Sonra maruz bırakıldığımız içerikler… Çocuk kitapları, bilgisayar oyunları, tablette baktığımız içerikler olabilir. Bunları öğreniyoruz fakat öğrendiğimizin farkında olmuyoruz. Bence üzerinde durmamız gereken konu bu. “Ben hiç cinsiyet kurallarıyla büyümedim, çok özgür bir bireyim.” Aslında değil. Öyle bir içselleşiyor ve normalize ediliyor ki zaten kadın ve erkek doğası gereği farklıdır oluyor. Biz bunu sorgulamadan normmuş gibi kabul ediyoruz aslında. 

Z.M.: Diğer taraftan belli bir entelektüel birikimin üzerine çıktığımız zaman hallettik de sanıyoruz ama hallettik mi? Bu kadar kolay halledilebilmesi mümkün mü? 

I.E.: Henüz halletmedik öncelikle. İlk aşaması fark etmek. Benim kızım okula gidiyor mesela. Okulda oğlan çocuklar burada futbol, kızlar da şurada voleybol ya da yakar top oynasın gibi şeyler var. Hatta ben futbol oynayan kadınlarla derinlemesine görüşmeler yaptım. “Tabii ki oğlanlar daha iyi oynuyordu, biz uğraştık” dediler. Dedik ki “Eşit fırsat tanındı mı sana?” Mesela oğlan çocuğu bir kola şişesini sıkıştırır hemen, bir şut çeker, kale yapar. Kız çocuğununsa böyle bir tenefüs geçirme aktivitesi yoktur. Doğal olarak bu yetkinliği de geliştirmez.

Zeynep Miraç

Bunu sorgulatmak işte, çok zor. O çalışmada şöyle bir soru sormuştum: Ofsayttan anlamaz kadınlar diye bir kalıp vardır ya. Ekşi Sözlük’ten de baktım ‘ofsayttan anlamayan kadın’ başlığına. Ve neden anlamaza dair uzun uzun yazılar… Ofsaytı bir kadına anlatmak istiyorsan şöyle de, diye bir öneri vardı: “Orada bir çanta var, o çantayı almak isteyen sen varsın. Orada da gelen biri var” diyerek alışveriş üzerinden ofsaytı anlatmaya çalışıyor. Ve bir reklam vardı bir telefon operatörünün. Orada da ne kadar çok dakikan olduğunu göstermek için adam annesini arayıp karnıyarık tarifi alıyor ve sonsuza kadar sürüyor bu. Kadına da sevgilisi ofsaytı anlatıyor. Bunlar o kadar normalize edilmiş durumlar ki… Biz bu kalıpların içinde yaşıyoruz. Hiçbirimiz ben tamamen özgürleştim diyemiyoruz.

Z.M.: Küçük anketler yapabiliriz. Mesela kimler ilişkisinde ilk adımı attı, ilk yemek teklifini kimler etti? Elleri görebilir miyiz? Babaların ellerini görebilir miyim? Kimler çocuklarının tırnaklarını kesiyor? Acaba evde bulaşık ve çamaşır deterjanını kimler alıyor?  Çünkü bizim evde şöyle; yardım, iş bölümünü konuşuyoruz. Çok güzel makinenin düğmesine basar eşim, şöyle düşünüyor hatta bence. Deterjan hiç bitmiyor. Düzenli aralıklarla doluyor. Buradaki birçok kişi toplumsal cinsiyet konusunda bilgi sahibi ama bu ince çizgileri konuşmamız lazım bugün. Mesela Itır, senin raporundan bahsetmek istiyorum. Kültür sanat alanında toplumsal cinsiyetle alakalı. Kültür sanat dünyası entelektüel birikimi gereği toplumsal cinsiyet eşitliğine daha yakın gördüğümüz bir grup ama sonuç beklenen gibi olmadı.

I.E.: Olmadı, çok teşekkürler rapora değindiğin için. Veriyi görmeden konuşamıyoruz ya. Cinsiyet eşitsizliği nedir, nasıl ortaya çıkıyor? Öncelikle yönetici seviyesinde kadın az kültür sanat sektöründe bile olsa. Tiyatroların sahipleri, girişimci ya da en üst düzey yönetici olanlar yine erkekler. Teknik ekipler neredeyse yüzde yüz erkek. Ses, ışık, kurgu… Sete giriyorsunuz ve şöyle bir bakın. Kadınlar nerede? Makyaj tasarımı, saç tasarımı… Yönetmen yardımcısı çok var, orada çok net cinsiyetli bir iş bölümü olduğunu gördük.

Bunu görüşmelerde erkeklere de sordum “Neden ışıkçı kadın görmüyoruz sizce” diye. “Çok ağır malzemeler var. Kadın 50 kiloyu taşır mı?” “50 kiloysa siz de taşımayın zaten” dedim. Bu bir iş güvenliği sorunu. Kadınlar güçsüz ve taşımasın gibi ön kabuller var. Başka bir mesele de kadının çok daha erken bir yaşta anneliğe terfi etmesi rolde ve belli bir yaşın üzerine geldiğinde cinsiyetsizleşmesi. Burada çok baskı hissediyoruz dedi görüştüğüm kadın oyuncular. Ya da cinsiyet kalıpları içine sıkışmış rolleri sürekli oynamaktan…

Prof. Dr. Itır Erhart

Bu kadınlar için de erkekler için de geçerli. Kadının anneliğini öncelikleyen ya da partneri için her şeyden vazgeçen veya kadınlar arası rekabetin olduğu, erkek için mücadele veren ve genelde evli ve çocuklu kadın rolleri… İstemiyoruz diyen çok sayıda kadın oyuncuyla görüştüm. Kültür sanat yöneticisi bir kadınla yaptığımız görüşmede de “Terfi ettim, eve geldim. Kutlamak için bir sürü şey almıştım. Partnerim dedi ki ‘Şu anda maaşını öğrenmek bile istemiyorum. Artık benden çok kazandığını biliyorum.’” Bu beni çok üzmüştü çünkü böyle bir konuda iki kişiden, özgür bir çiftten bahsediyoruz ama halen erkeği kadının daha fazla kazanmasının rahatsız ettiği bir dünya sanat sektöründe bile karşımıza çıkıyor.

Z.M.: Bu eşitsizlik önündeki engel olarak en büyük oranlar bu raporda yasal düzenlemelerde çıkmıştı. Yeterli değil mi veya yasal düzenlemeyle bir eşitliği sağlamak mümkün mü?

I.E.: Hayır, değil. Raporda da özellikle bunu vurgulamaya çalıştım. Dönüşecek, özgürleşeceksek kadınlar erkekler birlikte özgürleşeceğiz. Bu bir kadın meselesi değil. Erkeğin üzerinde de para kazanacaksın, geçindireceksin, gerekirse kredi alacaksın baskısı… Reklamlarda görüyoruz ya kredi alıyor erkek kredi için, pırlanta yüzük için. Düğünü erkek yapar, evlenme teklifini de. Özgürleşeceksek hep beraber ve tüm paydaşlar olarak. Tabii yasal düzenlemeler çok önemli. Çünkü cinsiyet eşitliğinin sağlandığı ülkelerinde, İskandinav ülkeleri, ev içi bakım yükünün eşit paylaşıldığını görüyoruz. Öyle olduğunda da kadının iş hayatında da siyasette de daha eşit olduğunu görüyoruz. Yoksa kadın iki işte çalışıyor gibi oluyor. Kimi kurumlar inisiyatif alıp babalık izni veriyor mesela şimdi.

Ama yasal düzenleme gerekli ancak yeterli değil. Topu başkasına atıyoruz burada da. Kurumlar, bireyler olarak dönüşürsek mümkün. Toplumsal cinsiyet konusunda danışmanlık alabiliriz mesela. Sosyal sorumluluk projesi de reklam da olsa. Ne devletin ne okulların ne de şirketlerin tek başına işi bu.

Z.M.: Fark etme alanı da çok zorlayıcı bir alan. Çok yakın zamanda sosyal medyada çok büyük markalar hiç farkında olmadan çok büyük hatalara düşüyor bu nasıl bir akıl tutulmasıdır dediğimiz. Kızım geçen gün bana “Ben tabii pilot olamayacağım. Kızlar pilot olamaz” dedi. Başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Sonra düşündüm, meslekler serisi geldi aklıma “Arkadaşım aşçı, arkadaşım bahçıvan…” Bunların hepsi erkek. O ana kadar fark etmedim. Konuştukça, çarpıştıkça öğrendiğimiz bir alan. Ünlü kadınların anne olduktan sonra bebek bakım reklamlarında olması mesela… Kıvanç Tatlıtuğ baba oldu, neden bebek bezi reklamında görmeyelim? Ya da banka reklamında, otomobil reklamında erkek görüyoruz? Ve bir süre sonra gözümüz onu görmemeye başlıyor. Mesela tuvaletler…

I.E.: Restoranlarda, iş yerlerinde tuvalet kapılarına bir bakın. Cinsiyet kodlarını yeniden üreten işaretleri çok net görüyoruz. Kadında ruj, erkekte pipo… Kadın tuvaletinde kapının tamamını kaplayan bir denklem, erkek tuvaletinde sadece dört işlem… Erkekler niye tepki vermiyor diye fotoğrafını çektim ben, yazıklar olsun. Komik de değil. Erkekler basit canlılardır, kadınlar komplike. Biz bunlara tepki verirsek değişecek bu.

Gülüp geçtiğimiz bu detaylar bu kalıpları yeniden üretiyor. Bebek bakım ünitesi çoğu tuvalette kadın tuvaleti içinde. Oradaki varsayım bir baba tek başına çocukla bir yere gitmiyordur. Kadınlar tuvaleti ve erkekler tuvaleti var ve kadınlarınkinin önünde kuyruk var. Diğer tarafa hiç kimse girmiyor. Hepsine tepki verelim. Fark etmekle başlıyor, sonra da reddetmek.

“Ben bu kalıpların içinde yaşamak istemiyorum.” Bunu neden yapıyorum diye kendimize sormalıyız. Ben üniversitede yaklaşık 20 yıldır toplumsal cinsiyet eşitliği dersi veriyorum. Erkekler “Biz hiç baskı hissetmiyoruz, özgürüz” diyorlar. Evlenme teklifi etme baskısı hissediyor musun peki? Pırlantayı saçma buluyorsun mesela. “E tabii” diyor. Toplum bizden, evleneceğimiz kadının annesi bizden pırlanta almamızı bekliyor diye alacak mıyız? Reddedeceğiz.

Reddetmenin bir bedeli vardır, dışlanmak ve ayıplanmak gibi. Anne baba olduktan sonra beklentilerin dışında hareket edince anne babalığımız sorgulanır. Ben Itır olduğum için bunu yapıyorum, dediğim noktada özgürleşeceğiz. Bunu belediyeler, şirketler, nasıl yapacağız? Politika metinlerini çok değerli buluyorum. Toplumsal cinsiyet eşitliği kapsayıcılık politika metni hazırlayıp altına imzamızı atmak… Çünkü hiç aklımıza gelmeyen şeyler var. İş görüşmesinde kadına hala “Çocuk yapmayı düşünüyor musun, hayatında biri var mı, evlenecek misin?” diye soruluyor.

Bunlar özel alana dahil sorular. Soramazsınız. Öğrencilerime “Sakın cevap vermeyin. Bunlar ayrımcı sorular” diyorum. “İşi kaybedeceğiz” diyorlar. Bir kurum bu sorulara cevap vermeyi reddeden birini işe almıyor. O yüzden “Bütün işe alım süreçlerinde toplumsal cinsiyet eşitliğini gösteririm” deyip altına imzamızı attığımızda orada başlıyor. İçeriklere de bu gözle bakan insanlardan danışmanlık alınmalı.

Z.M.: Kavga etme üzerinden konuşuyoruz ya. Kadınların verdiği bir mücadele, bir savaş, bir cephe… Ama değil. Neyi istediğini bilip hayır diyebilmek…

I.E.: Öfke bizi hiçbir yere götürmüyor. Mesela ben et yemeyen biriyim. Bunu öfkeyle söylediğimde kimse beni dinlemez bile. Bir şey anlatmak istiyorsak sakin, öfkelenmeden, hep birlikte özgürleşme olduğunu söylemeliyiz. Erkekleri alt edeceğiz, tepelerine bineceğiz değil. Hep beraber daha kendimiz gibi, daha kapsayıcı bir dünya için çalışıyoruz. Mesela bir kadının single malt viski, erkeğin de pembe renkli bir kokteyl söylemesi çok tuhaf geliyor garsona. Esprili bir yerden bunları konuşmak ve esprili bir yerden reddetmek gerekiyor.

Z.M.: Bu değişim, dönüşümün mevcut olduğuna inanarak da hareket etmek gerekiyor bence. Cinsiyet kuralları reddinin, toplumsal cinsiyet eşitliğinin mevcut olduğuna inananlar yüzde 67. Bence çok yüksek değil. “Ailenin reisi erkektir” veya “çocuk bakımı kadınındır” gibi bilgilerde belki yüzde 50’lere ulaşmamış ama son iki yılda yüzde 9-10 oranında gerilemiş. Böyle bir politik iklimde özellikle büyük bir gelişme olduğunu da düşünüyorum. Babaannem çalışan bir kadın değildi ve olduğum kişi olmamda etkisi büyük.

Bir gün ona gittim. İşim yok. Dedi ki “Kuzenler buluşması var”. Ben de geleyim, dedim. “Biz kadın kadına gideceğiz” dedi. Ben neyi kaçırdım. Saat 4 buçukta kızımı alıyorum normalde. 16.15 gibi arıyor beni babaannem, “çocuğu unutma” diyor. Babasını arayıp da çocuğu unutma diyen yok. Süremizin de sonuna geldik ama “bu konuşmadan şu cümle kalsın” dediğin şey ne olur? Bu bir kadın meselesi değil, insan meselesi ve ancak hep birlikte özgürleşebiliriz.

Toygun Yılmazer: Fiziksel sağlığımıza dikkat edersek çok daha iyi yaşarız, bunu biliyoruz. Ama zihnimiz iyi olursa, zihin sağlığımız iyi olursa, vücudumuza etkisi de iyi olur. Bu konuda birçok araştırma var. Zihin bakımı diye bir konu ortaya çıktı. Nasıl her gün dişlerimizi fırçalıyorsak, cilt bakımı yapıyorsak, günlük hayatın içine zihin bakımını da katmalıyız. Bir mola vermeliyiz. Kendimize dönmeliyiz. Bu şekilde tüm dünyada bir uyanış var.

Bu oturumda bunu konuşmak istiyoruz. Geçtiğimiz yıllara baktığımızda yeni yeni endişe alanları türemiş oldu. Son iki sene içerisinde pandemide herkes evinden çalıştı. Uzaktan çalışmayla ilgili tükenmişlik yaşadık. Aynı evin içerisinde aynı anda insanların çalışmaya çalışması ciddi sorunlar ortaya çıkardı. Ekoanksiyete diye yeni bir kavram var. Özellikle genç jenerasyon dünya yok mu olacak, ne olacak şeklinde bir endişe içerisinde. Ve kripto paniği... Hatta bu insanları intihara bile sürüklüyor. Bu sorunlar iki yıl önce yoktu. Bunları duymamıştık. Bunlara karşı da depresyon, endişe, anksiyete yaşanabileceği konusunda da bir bilinç oluşmaya başladı.

Dünya çapında depresyon ve anksiyete bir yıl içinde yüzde 25 artış göstermiş. Hükümetler de bunun farkında ve harekete geçiyorlar. Fransız hükümeti herkesin terapiye ulaşabilmesi için 2021 yılında bir program açıkladı vatandaşların ihtiyaç duyduklarında bir danışmanla konuşabilmesi için. Aynı şekilde İspanya’da bir program var. Bu konuların normalleşmesi için her taraftan adımlar atılıyor. Türkiye’de de bunu hissediyoruz. Dünya mutluluk sıralamasında sürekli geriye gidiyoruz. 78. sıradayken 112. olduk bu sene. Yanında bulunduğumuz ülkeler de Kamboçya, Uganda, Nijerya. Geçtiğimiz hafta Oksijen’de bununla ilgili bir haber vardı.

Acar Baltaş bu konudan bahsetmişti ‘Toplumda ciddi bir sıkışmışlık var’ diye. ‘Ya insanlara bu sıkışmışlığı yansıtmaya çalışıyoruz öfkemizle ya da kendimize yansıtıyoruz, bir bunalım yaşıyoruz’ şeklinde. Bu ciddi bir konu haline geldi. Hem Türkiye’de hem dünyada daha çok konuşulacağını görüyoruz. Bugüne kadar hep ne yemeliyiz, ne içmeliyiz, ne kadar uyumalıyız gibi fiziksel sağlık konularını konuştuk ama önümüzdeki dönemde kültürdeki temel değişim alanlarından biri zihin sağlığı alanı olacak. Bu konuda neler yapmamız gerektiğini daha çok konuşuyor olacağız.

Yasemin Özen Gürelli: CultureNext araştırmamıza baktığımız zaman aslında zihin sağlığının Türkiye’de ne kadar karşılık bulduğunu çok net bir şekilde görebiliyoruz. Zihin sağlığını korumak bir lüks olmanın ötesine geçerek zorunluluk halini alıyor. İnsanların olduğu kadar şirketlerin ve devletlerin de önceliği haline geliyor. Yani benim tek başıma zihin sağlığımı ele almam değil, benimle birlikte devletin, çalıştığım şirketin de bu konuyu önceliklendiriyor olması gerekiyor.

Dünyada yaptığımız araştırmada sağlıkta en büyük problem nedir diye sorduk. Çalışma Aralık 2021’de yapıldığı için koronavirüs çok ciddi anlamda öne çıkıyor ama şu an onu bir kenara bırakabiliriz artık. Birinci kanser, kanserden hemen sonra yüzde 31’le dünyada en önemli sorun akıl sağlığı. Ama bunu aynı zamanda stresten de çok bağımsız düşünmemek lazım. Stres de aslında akıl sağlığımızı etkileyen ve çok ciddi anlamda akıl sağlığıyla birlikte birbirini tetikleyen bir konu olarak ortaya çıkabilir.

Stresi büyük bir sağlık problemi olarak gören ülkelere baktığımızda Türkiye’nin burada 7. sırada yer aldığını görüyoruz. Oldukça stresli bir ülkeyiz diyebiliriz. Sağlık anlamında Türkiye’de en büyük sorun nedir dediğimizde yine aralık sonu olduğu için koronavirüs önde. Onu bir kenara bırakırsak yine ilk sırada kanser, hemen sonrasında stres, obezite ve yine akıl sağlığı. Zihin sağlığı riskinin en fazla olduğu ülkeler sıralamasında da Türkiye, Brezilya’yla birlikte yüzde 70’le en riskli iki ülkeden biri. Artık fiziksel sağlık mı zihin sağlığı mı ayrımının yapılmaması gerektiğini düşünenlerin oranı yüzde 79 ama şu anki sağlık sistemine baktığımızda zihin sağlığı, ruh sağlığı gibi konuların maalesef fiziksel sağlığın önüne geçemediğini, hala en temel şeyin fiziksel sağlık olarak ön plana çıktığını söyleyebiliriz.

T.Y.: Bundan sonraki oturumda Oksijen yazarı Dr. Ayşegül Çoruhlu konuşuyor olacak. Fiziksel sağlık ve zihinsel sağlık arasında nasıl bir ilişki var, dünyada neleri yeni keşfediyoruz, araştırmalar bize neler söylüyor, bu konularda hepimiz için aydınlatıcı bir konuşması olacak. Onu sahneye davet ediyoruz.