05 Aralık 2025, Cuma
Haber Giriş: 15.08.2025 19:27 | Son Güncelleme: 16.08.2025 00:34

DEM Parti'den Hakan Fidan'a 'dil' eleştirisi: Sürecin ritmine de tonuna da uygun değil

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'ın, Suriyeli mevkidaşı Şeybani ile ortak basın toplantısındaki ifadelerine DEM Parti'den tepki geldi. Parti Sözcüsü Ayşegül Fidan, "Fidan'ın kullandığı dil, sürecin ritmine de tonuna da uygun değil. Demagoji yapmayı tercih ettiğini düşünüyoruz" dedi
DEM Parti'den Hakan Fidan'a 'dil' eleştirisi: Sürecin ritmine de tonuna da uygun değil
A+ Yazı Boyutunu Büyüt A- Yazı Boyutunu Küçült

DEM Parti Sözcüsü Ayşegül Doğan, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'ın Suriyeli mevkidaşı Esad Hasan Şeybani ile ortak basın toplantısındaki ifadelerini eleştirdi. Fidan'ın 'sürece uygun bir dil kullanmadığını' savunan Doğan, "Demagoji yapmayı tercih ettiğini düşünüyoruz Hakan Fidan'ın. Bu buyurgan kibirli dil ancak süreç karşıtlarının elini güçlendirir" ifadelerini kullandı.

Doğan, parti genel merkezinde düzenlediği basın toplantısında, "Önceki gün Dışişleri Bakanı Hakan Fidan Suriye Dışişleri Bakanı ile bir basın toplantısı gerçekleştirdi. SDG için Türkiye'ye tehdit olmaktan vazgeçsinler, entegrasyona direnmesinler gibi değerlendirmeler yaptı. Eş Genel Başkanınız Tuncer Bakırhan da bazı değerlendirmeler yapmıştı bu konuya ilişkin. Sizin de değerlendirmelerinizi de alabilir miyiz?" sorusuna şu yanıtı verdi: 

"Hatırlattığınız gibi Eş Genel Başkanımız Tuncer Bakırhan da ifade etti. “Dışişleri Bakanı Fidan'ın bildiğim kadarıyla Suriye kabinesinde yer almıyor” dedi Eş Genel Başkanımız. Hakikaten zaman zaman Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, “Acaba Suriye kabinesinde mi?” diye bir soruyu sormamıza neden olabilecek açıklamalar yapıyor. Sıkça yapmaya başladı son zamanlarda. Gelelim sorunuza. Hakan Fidan'ın kullandığı dil, yine Eş Genel Başkanımızın da söylediği gibi üzülerek belirtmeliyiz ki, sürecin ritmine de tonuna da uygun değil. Sürece uygun bir dil kullanmıyor Dışişleri Bakanı. Sürecin başından bu yana Dışişleri Bakanının açıklamalarına bakınız. Kullandığı dile, dil tercihine, sürekli tehditkar yaklaşımına bakınız. Özellikle Suriye meselesinde aldığı pozisyona, koyduğu mesafeye, kimlerle nasıl bir yakınlık kurduğuna, ortak basın toplantısında kullandığı dile de dikkat çekeyim bu arada.

"Bu buyurgan kibirli dil ancak süreç karşıtlarının elini güçlendirir"

Demagoji yapmayı tercih ettiğini düşünüyoruz Hakan Fidan'ın. Bu buyurgan kibirli dil ancak süreç karşıtlarının elini güçlendirir. Bu dilden vazgeçmeye çağırıyoruz kendisini. Çözüm ve sükûnet arayan bir dile ihtiyacımız var. Gerginlik arttıran bir dile ihtiyacımız yok. Suriye'nin bütünlüğü de ayrıştırıcı bir dille sağlanamaz. Böyle de korunamaz. İnsanlık tarihinde böyle de bir örnek yok. Üstelik Hakan Fidan bu konuyu çok da iyi bilen bir isim. Dolayısıyla böyle bir dili tercih ediyorsa, bu dilin süreç karşıtlarının elini güçlendirebilme ihtimalini de bildiğini varsayıyoruz. Meseleye vakıf, bölgeye vakıf, konuyu bilen birinin bu yaklaşımı herhangi bir yaklaşım olarak kabul edilemez. Sayın Fidan'a ben ayrıca şunu hatırlatmak isterim. Siyasi çizgisine daha iyi hizmet etmek için kendi tabiriyle kendisini update etmesini öneriyoruz. Siyasi güncelleme seçeneğini açık tutarsa daha faydalı olur. O yüzden dilini ve kendisini update etmeli."

Hakan Fidan ne demişti?

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, "Lazkiye’de başlayan olaylar, daha sonra Süveyda'daki hareketlilik, YPG'nin bir türlü sisteme entegre olmamadaki oyun bozan rolü gösteriyor ki Suriye'de açılan bu olumlu sayfanın insanların umduğu gibi, istediği gibi gitmesi bir halde zor olacak gözüküyor. Burada bir meydan okuma var, bir zorluk var" ifadelerini kullanmıştı.

Fidan, “SDG’nin silah bırakmayacakları yönünde açıklamaları var. Aynı zamanda 10 Mart mutabakatı henüz uygulanmadı. Terörsüz Türkiye bağlamında, bu gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz” sorusu üzerine ise şunları söylemişti:

"Yeni dönemde YPG-SDG tarafından çok fazla açıklama yapıldığını görüyoruz. Maalesef bu açıklamaların toplamına baktığımız zaman ortaya şöyle bir tablo çıkıyor: Biz 10 Mart mutabakatını bu şekilde algılamıyoruz. Yani Suriye ile yaptığımız anlaşma çok fazla, bu anlaşmada yazan maddeler de bizi bağlar bir nitelik taşımıyor ifadeleri var. İkincisi Türkiye'de yürüyen süreç de bizi hiç ilgilendirmiyor. Peki sizi ne ilgilendiriyor? Yani bölgenin aziz Kürtlerini, Kürt kardeşlerimizi, Suriye’deki Kürt kardeşlerimizi İsrail'in maşası yapmak mı ilgilendiriyor? Ne ilgilendiriyor? Artık bu politikaya son vermeniz lazım. Bölgeden birisi gelecek sizin örgütünüzün devamlılığını sağlayacak ve bu da sadece Kürtlerin aleyhine sonuçlanmakla kalmayıp Suriye'nin tamamına tesir edecek. Böyle bir strateji içinde mi devam etmek istiyorsunuz? Maalesef bu noktada bizim de artık tolere etmekte zorlandığımız gelişmeleri görmeye başlıyoruz. Halihazırda Türkiye'den, Irak'tan, İran'dan, Avrupa'dan gelen örgüt üyelerinin Suriye'yi terk etmediğini görüyoruz. Örgütün ne 10 Mart'tan sonra ne Türkiye'deki süreçten sonra Suriye'de herhangi bir olumlu manada, güven telkin edici, silahlı hareketteki tehdidin ortadan kaldırdığını ifade eden bir gelişmeyi de görmüyoruz.

Tam tersine bütün süreçleri gerek Şam'daki süreçleri gerek Ankara'daki süreçleri örgütün ömrünü uzatmak ve ortaya çıkacak muhtemel bir krizde faydayı maksimize etmek için bir bekleyiş içerisinde olduğunu görüyoruz. Bunu görmediğimizi zannetmesinler, bunu görüyoruz. Gerçekten hem Şam hem Ankara büyük bir iyi niyet içerisinde, sorunun kimse için bir silahlı tehdidin olmadığı, herkesin hakkının, hukukunun, inancının, kültürünün, kimliğinin korunabildiği bir denklemi aramak için. Ama ‘Ben bunu korumanın tek yolu benim silah ve başkasının üzerinde domine etme ve tehdit oluşturma. Arap topraklarını da işgal ederim, Türkiye'ye karşı operasyon yapan bütün grupları da burada eylemci sol olmak üzere diğer PKK'nın unsurları olmak üzere burada tutmaya devam ederim. Ben böyle olacağım. Bunun için de gerekiyorsa daha önce geçmişte başka ülkelerle işbirliği yapıyordum. Şimdi İsrail'i yardıma çağırırım’ diye bir politika takip etmek iyi bir politika değil. Burada gerçekten barış ve sulh yoluyla, sözle, ifadeyle bir şey yapmaya çalışan bir irade var iki tarafta. Bu tarihi bir iradedir. Bunu kullanmaları lazım.

Diğer taraftan Amerika'nın yeni yönetiminin özellikle atadığı Özel Temsilcisi, Ankara Büyükelçisi Sayın Tom Barrack’ın bu noktada olumlu çabaları ve gayretleri var. Özellikle YPG'nin, SDG’nin Suriye yönetimi ile sulh içerisinde tehdit olma özelliğini kaybederek bir entegrasyon süreci içerisine girmesi, herkesin hakkının, hukukunun korunduğu bir ortamın ortaya çıkması için orada devam eden bir süreç var. Bu süreci de biz yapıcı bir süreç olarak görüyoruz.

YPG yönetim kadrolarının da zaman kazanma, zamana oynama politikasını da bırakması lazım. Bekledikleri karışıklık çıkmayacak. Çıksa bile onların istediği bir sonuç hiçbir zaman gerçekleşmeyecek. Yol yakınken Kürt kardeşlerimizi daha fazla riske atmakta, onların geleceklerini rehin almaktan çıkmaları lazım. Bölgede yeni bir dönem var, yeni bir ruh var. Türkiye'de yeni bir ruh var, dönem var, olumlu bir süreç var. Bunlardan olumlu bir şekilde istifade etmek lazım. Kusura bakmayın, kimse enayi değil, biz enayi değiliz. Biz bu süreçlere büyük bir iyi niyetle yaklaşıyoruz diye sizin orada ortaya koyduğunuz küçük kurnazlıkları görmüyor değiliz. Ama büyük devlet olmanın, büyük bir amaca hizmet etmenin de bir kuralı var, onu yapıyoruz sadece. Ama sizi tekrar buradan uyarıyorum, davet ediyoruz. Durduğunuz yer halihazırda yer değil, bunu değiştirin artık. Suriye'yi beraber nasıl inşa edeceğinizi düşünün. Önemli olan bu."