20 Nisan 2024, Cumartesi
Haber Giriş: 17.12.2021 04:50 | Son Güncelleme: 23.02.2022 21:07

Gerçekten başarabilir miyiz?

Çözümü biliyoruz: BM’nin Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları, dengeli bir dünya düzeni için ne yapılması gerektiğini açıklıyor. Bu somut amaçlar, diğer ülkeler gibi Türkiye’yi de kapsıyor. Hareket zamanı: Sürdürülebilirlik konusunda lider beklemeyin; kalbinizin liderliğine izin verin
Gerçekten başarabilir miyiz?

Dünyamızın iklimi insan faaliyetleri sonucunda değişiyor. İklim değişikliği dünyanın gündeminde son yıllarda hararetle tartışılan bir küresel sorun olsa da aslında bilim insanları 19’uncu yüzyıldan beri insanlığı bu tehdide karşı uyarıyor. Fransız matematikçi ve fizikçi Joseph Fourier, atmosferik gazların dünyayı ısıtabileceğini 1825 yılında söylemiş, ‘sera etkisi’ kavramını bilimsel olarak tanımlayan ilk kişi olmuştu. 1938’de ise İngiliz mühendis ve mucit Guy Stewart Callender, Dünya’nın sadece 50 yılda fosil yakıtlar nedeniyle 0,3 derece ısındığını gösteren bir çalışma yayımladı. Yani iklim krizinin gelmekte olduğu 200 yıldır biliniyordu ama bizler bilim insanlarının uyarılarının ciddiyetini ancak yaşadığımız felaketlerden sonra anlıyoruz.  Özellikle pandemiyle birlikte gördük ki bizden binlerce kilometre uzaklıktaki insanlar sağlıklı değilse biz de tam anlamıyla sağlıklı ve rahat değiliz… Yüz binlerce kişi ülkesinden göç etmek zorunda kalıyorsa hiçbirimiz tam anlamıyla iyi değiliz. Düşünsenize, dünya genelinde 783 milyon kişi günde 1.90 dolardan az bir gelirle yaşıyor. Öte yandan, hızlı kalkınmanın da ağır bedelleri var: Çevreye zehir saçan bir fabrika sadece bulunduğu bölgede hem doğayı kirletip hem de insanların sağlıklı bir çevrede yaşama hakkını elinden almakla kalmıyor, hepimizin yaşam alanını kirletiyor. Hava kirliliği sadece o havayı soluyanları hasta etmekle kalmıyor, aynı zamanda küresel ısınmaya, o da kuraklığa ve dev orman yangınlarına neden oluyor. 

Harekete geçme zamanı

Gezegenimizdeki her canlının ortak bir kaderi paylaştığı, belki de ilk defa bu kadar net görülüyor. Ördüğümüz duvarların doğal afetler karşısında ne kadar anlamsız olduğu çok açık. Aslında hepimiz biriz, bir bütünün parçalarıyız ve görünmez iplerle birbirimize bağlıyız. Ancak en zayıf halkamız kadar güçlüyüz. Bilimsel veriler bize açıkça söylüyor; gezegenimizin ve insanlığın varlığı tehdit altında. Kurduğumuz sosyal, ekonomik ve çevresel model, yani mevcut yaşama biçimimiz artık sürdürülebilir değil. Bu yüzden çok endişeliyiz. Ama eyleme dönüşmeyen endişelerin kimseye faydası yok. Zaman, enerjimizi olumsuz düşüncelerle tüketme zamanı değil, şimdi harekete geçme zamanı.