Türkiye, 17 Ağustos 1999 depreminden sonra çok öfkeliydi. Bir yandan Marmara depreminin ağır bilançosu, diğer yandan depremin ekonomik etkileri, ana akım siyasi partilerin neredeyse tamamını devre dışı bıraktı.
2002 seçiminde Meclis’te sadece iki partinin, AKP ve CHP’nin kendine yer bulabilmesi, yeni kurulmuş AKP’nin ilk seçimde iktidar olması, bu tablonun yansımalarından biriydi.
AFAD’ın (Afet ve Acil Durum Yönetim Başkanlığı) internet sayfasında, kurumun tarihçesi anlatılırken şu ifadeler kullanıldı:
“Türkiye’de afet yönetimi ve koordinasyonu alanında dönüm noktası ise 17 Ağustos 1999 Marmara Depremi’dir. Büyük can kaybına ve geniş çaplı hasara neden olan bu deprem, ülkemizde afet yönetimi konusunun tekrar gözden geçirilme zorunluluğunu acı bir şekilde ortaya koymuştur. Eş güdüm sağlanması gereken kurumların afetlerle ilgili yetki ve sorumluluklarının yeniden tanımlanması ihtiyacı afet ve acil durumlarda yetki ve koordinasyonun tek bir elde toplanmasını zaruri kılmıştır.”
Nasıl bir milatsa...
Ancak milat kabul edilen 17 Ağustos depreminden bu yana ne kadar yol alabildiğimizin çıplak bir fotoğrafı var artık önümüzde.
Kahramanmaraş Pazarcık merkezli 7.7 büyüklüğündeki depremin ardından öfke, binaların tıpkı Marmara depreminde olduğu gibi toza dönüşmesine yöneldi. Ancak saatler ilerledikçe yardımların ulaşmamasına yönelik tepkiler, yıkımların bile önüne geçti.
İlk 24 saatte özellikle Hatay, İskenderun, Kahramanmaraş ve ilçeleri, Adıyaman’ın bazı bölgelerine hiç yardım ulaştırılamadı.
24 yıl önceki depreme göre Türkiye’nin yeteneklerinin, imkanlarının arttığı, teknolojik gelişmeleri takip eden bir afet sisteminin kurulduğu ortada. Buna rağmen yardımların ulaştırılamaması, Marmara depremindeki en büyük sorunun yeniden yaşandığını, organizasyonu doğru yapmak amacıyla kurulan kurumların sınıfta kaldığını ortaya koydu.
Şimdilik bu konuda yapılan savunma “depremin 400 kilometrelik bir alana yayılması, şiddetinin çok büyük olması, yolların kullanılamaz hale gelmesi, havaalanlarının kullanılamaması” oldu.
Ancak bu savunma, bir başka gerçeği gözler önüne serdi. Deprem, depreme en hazırlıklı olması gereken kurumların binalarını da yeni yapılan tesisleri de yıkmıştı.
Yıkılan kamu binaları
Depremde İskenderun ve Antakya’daki devlet hastaneleri yıkıldı. Bu duruma da hastane binalarının eski olması gerekçe gösterildi. Oysa yönetmeliklere göre özellikle hastanelerin diğer binalardan daha sağlam yapılması, eski hastane binalarının deprem yönetmelikleri doğrultusunda güçlendirilmesi gerekiyordu.
Hatay’da yıkılan kamu binaları bununla sınırlı kalmadı. Resmi açıklama yapılmasa da gelen bilgilere göre polis evi binası da çöktü.
Hatay Belediye Başkanlığı binasının da bir bölümü çöktü, kalan kısımları kullanılamaz hale geldi.
Hatay “yardım gelmiyor” çığlıklarının en çok yükseldiği kent oldu. Bunun nedenlerinden biri de bölgenin imara elverişli olmadığı yönündeki rapor ve uyarılara rağmen inşa edilen havalimanının pistinin depremde kullanılamaz hale gelmesiydi.
Organizasyon öylesine dağınık hale geldi ki havalimanının pisti, Ankara Büyükşehir Belediyesi ekipleri tarafından depremin üzerinden iki gün geçtikten sonra onarılmaya başlandı.
İskenderun Limanı’ndaki rıhtımda da çökmeler tespit edildi.
Tablo bununla sınırlı kalmadı. Kredi Yurtlar Kurumu’na ait binalar da çöktü. İskenderun Merkez KYK Yurdu ile Bestami Erkek Öğrenci Yurdu’nda ağır hasar meydana geldi. CHP’li Seyit Torun, Hatay’da AFAD’ın kullandığı binanın da yıkıldığını bildirdi.
Yollar da ağır hasarlı
Depremden sonra en büyük sorunlardan biri de otobanların ağır hasar görmesi oldu. Adana’yı Gaziantep’e bağlayan otobanın belli kısımları ile Hatay’a giden otobanda yarılmalar ve göçükler oluştu. Bazı araçlar yarıklara düştü.
Bu yolların neredeyse tamamı 17 Ağustos depreminden sonra yapılmıştı ve deprem riski yüksek bölgede yapıldığı biliniyordu.
Adıyaman’daki belediye başkanlığı binası da yıkılan binalar arasında yer aldı. Kahramanmaraş Afşin Belediyesi’nin binası da depremde yıkıldı.
Ağır hasar alan ancak çökmeyen binaların sayıları ise belirsiz. Kaç okul, kaç hastane, kaç yurt binasının bundan sonra kullanılabileceği henüz tespit edilmiş değil.
Nerede katı denetim?
Kamu binalarının yıkılması, ihale şartnamesi ile yapılan, uzman ekiplerce incelendikten sonra teslim alınan kamu binaları ve tesislerin yapımında kurallara uyulmadığını, deprem ülkesi Türkiye’de katı denetim yapılması gerekirken bunun yerine getirilmediğini gözler önüne serdi.
Marmara depreminden sonra sonuncusu 2018’de olmak üzere depremle ilgili onlarca kanun, yönetmelik, genelge çıkartılırken Türkiye yeni bir denetim sistemi ile tanıştı. Bütün binaların yapı denetimi belgesi alması zorunluluğu getirildi. Buna göre sadece belediyeler inceleme yapmayacak, bağımsız yapı denetim şirketinin incelemesinden geçmek de binalara ruhsat verilmesi için ana koşul olacaktı. Kâğıt üzerinde bu denetimler yapıldı. Ancak 1999 depreminden sonra yapılan, bir bölümü sadece bir iki yıl önce inşa edilmiş binlerce bina depremle birlikte yok oldu. Fay hattındaki kentlerdeki tablo, denetim sisteminin işlemediğini, bir biçimde gerekli belgelerin alınabildiğini ortaya koydu.
Kâğıt üzerinde “hazır”
Buna karşılık Türkiye, özellikle riskli bölgelerde depreme hazırlandığı izlenimini veriyordu. Ağır kayıplarla sonuçlanan Van ve Elâzığ depremleri uyarı vermiş olsa da en azından kağıt üzerinde çalışmalar yürütülüyordu. Ancak uzmanların açıklamaları, uyarıların dikkate alınmadığını, kâğıt üzerindeki bu çalışmaların da hayata geçirilmediğini ortaya koydu.
AFAD’ın öncülüğünde 2020-2021 yıllarında Türkiye genelindeki tüm illerde yerel yönetimler, mülki idare, üniversiteler ve STK’ların katılımıyla olası afetlere hazırlık için raporlar hazırlandı. Bu raporları tüm kentlerin valiliklerinin internet sitelerinde bulmak mümkün. Depremden etkilenen 10 kente ait raporlar, felaketin “geliyorum” dediğini de açıkça gösteriyor.
• Hatay’a ilişkin raporda, zeminin sıvılaşmaya müsait olduğu, binaların buna göre yapılması gerektiği, kentsel dönüşümün sağlanamadığı belirtiliyor.
• Kahramanmaraş’ın zayıf yönleri, bölgenin aktif fay zonuna yakın olması, zemin koşullarının sıvılaşmaya müsaitliği, yer altı su seviyesinin çok yüksek olması şeklinde sayılıyor.
• Adana için de benzer uyarılarda bulunuluyor ve kentsel dönüşümün bu doğrultuda yapılamadığı anlatılıyor.
• Adıyaman raporunda yerleşim bölgelerinin fayın üzerinde olması, kentsel dönüşümün ve konutların yenilenme sürecindeki yavaşlık, imara esas etüt sonuçları değerlendirilmeden alanların imara açılması sorun olarak sıralanıyor.
• Gaziantep raporunda Nurdağı, İslahiye ilçeleri ve çevresinin, tektonik yapısı bakımından sismik aktivitesi yüksek olan fay zonu ve çevresi içinde kaldığı, bu faylarda 500 yıllık bir enerji birikiminin olduğu ifade ediliyor.
• Şanlıurfa için “Doğu Anadolu Fay Hattı’nda meydana gelebilecek bir depremde Şanlıurfa’nın, özellikle bu hatta yakın olan yerleşim yerlerinde yapısal hasarlara neden olabilecektir” deniliyor.
Yine sıvılaşma riski
• Malatya raporunda karstik boşlukların çok fazla olması, bazı kesimlerde sıvılaşma riskinin ve farklı oturma problemlerinin var olması tehdit olarak sayılıyor.
• Kilis raporunda ise 6.9 büyüklüğündeki depremde 36 bin 616 binanın etkileneceğinin düşünüldüğü ifade ediliyor.
Ancak bu tespitlere rağmen, geçen iki yılda da 24 yılda olduğu gibi yapısal adımlar atılmadığı, depremin yeteri kadar ciddiye alınmadığı görüldü.
Deprem, tespitlerin yapıldığını ancak binaların buna göre inşa edilmediğini, denetim sisteminin ise işlemediğini gösterdi.
Sac ayağının en önemli unsuru olan organizasyonun yapılamadığı da depremden sonraki 48 saat içinde yaşananlarla tecrübe edildi.
Yani Türkiye, Maraş depreminde yine sınıfta kaldı. Ancak bu sınıfta kalmanın bir telafisi yok. Binlerce insan yaşamını yitirdi ve bilançonun giderek ağırlaşacağı da net biçimde görünüyor.
Uzmanlar daha yaralar tazeyken Doğu Anadolu’da ve İstanbul merkezli olarak Marmara’da yaşanabilecek olası depremlere şimdiden işaret etmeye başladı ancak 24 yıl aradan sonra yaşadıklarımız, yapısal ve kalıcı adımlar atılacağı konusunda çok da umut vermiyor.