Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Ali Eryurt, Türkiye'nin nüfus projeksiyonuna ilişkin güncel durumu değerlendirdi. Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü ve başka kurumların nüfus projeksiyona ilişkin çalışmalar yürüttüklerini ancak, Türkiye için resmi nüfus projeksiyonlarının Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından yapıldığını anlatan Eryurt, "Yeni nüfus projeksiyonu sonuçları yakında paylaşılacak ama en son açıklanan 2018-2080 dönemi projeksiyon sonuçlarına göre Türkiye nüfusunun 2050 itibarı ile 104 milyonu, 2080 itibarı ile de 107 milyonu aşması bekleniyor" diye konuştu.
Birleşmiş Milletler'in (BM) tüm ülkeler için nüfus projeksiyonu yaptığını aktaran Eryurt, BM'nin Türkiye nüfus projeksiyonlarına göre, 2050 itibarıyla ülke nüfusunun 96 milyona yaklaşması, sonrasında azalmaya başlayarak 2100'de 82 milyona düşmesinin öngörüldüğünü ifade etti. Hem TÜİK hem BM projeksiyonları için farklı senaryolar olduğunu kaydeden Eryurt, Türkiye'nin nüfusunun 100 milyon olmasına ilişkin tahminin çok uzun süredir konuşulduğunu belirtti. Eryurt, şöyle devam etti:
"TÜİK'in projeksiyon sonuçları bunun gerçekleşeceğine işaret ediyor. Ancak kişisel görüşümü soracak olursanız, daha düşük bir nüfusa işaret eden BM projeksiyonunda bile toplam doğurganlık hızı, yani kadın başına ortalama çocuk sayısı varsayımı Türkiye için 1,88 ve TÜİK'in açıkladığı 2022 doğum istatistiklerine göre ise toplam doğurganlık hızı 1,62. Aileler artık çok daha az çocuk sahibi olmaya başlamış görünüyorlar. Doğurganlık seviyesi düşmesine rağmen, doğurganlık düzeyinin yüksek olduğu dönemde nüfusa dahil olan geniş bir kuşağın bugün üreme çağında olması nedeniyle, teknik tabiri ile nüfus momentumu nedeniyle nüfusumuz artmaya devam ediyor. Ama o etki de yavaş yavaş ortadan kalkıyor. TÜİK verilerine göre yıllık nüfus artış hızı 2021 yılında binde 12,7 iken, 2022 yılında binde 7,1 olmuş durumda. Dolayısıyla bu eğilimin devam etmesi durumunda göç nedeniyle nüfus artışı olmayacağını varsayarsak, doğal artış dinamikleri ile Türkiye nüfusunun 100 milyona ulaşması ihtimali zayıf görünüyor"
"Depremin tek sonucu göç olmayacaktır"
Prof. Dr. Eryurt, 6 Şubat'taki Kahramanmaraş merkezli depremden, geçici koruma kapsamındaki Suriyeli sığınmacılar da dahil edildiğinde yaklaşık 16 milyon kişinin yaşadığı bir bölgenin etkilendiğini belirterek, "Deprem bölgesi, Türkiye ortalamasına göre çocuk ve genç nüfusun daha yüksek oranda olduğu bir bölge. Depremin önemli demografik etkileri olma potansiyeli var. Depremin tek sonucu göç olmayacaktır. Evlenme ve doğurganlık davranışlarında da değişim söz konusu olacaktır" dedi.
Eryurt, depremin bozucu etkilerine çözüm üretebilmek için ilgili kamu kurumlarının verilerini kamuoyu ve araştırmacılarla paylaşmalarının özellikle bu dönemde çok daha önemli olduğunu anlattı. Sürecin planlı hareket etmeyi gerektirdiğine dikkati çeken Eryurt, ihtiyaç analizi çalışmalarının ve müdahale programlarının periyodik olarak güncellenmesi ve ona göre hareket edilmesi gerektiğini söyledi.
Türkiye'de nüfus hızla yaşlanıyor
Türkiye'de nüfusun hızla yaşlandığını söyleyen Eryurt, "Yaşlı nüfus derken, 65 yaş ve üzeri nüfusu kastediyoruz. Nüfusun yaşlanması kavramıyla da toplam nüfus içerisinde yaşlı nüfusun payının artması eğilimini ifade ediyoruz" dedi. Dünya Sağlık Örgütü'nün, genç, erişkin, yaşlı ve çok yaşlı nüfus belirlemedeki parametrelerinden de bahseden Prof. Dr. Eryurt, şunları kaydetti:
"DSÖ, 65 yaş ve üzerindeki yaşlı nüfusun toplam nüfus içerisindeki oranının yüzde 4'ten az olması durumunda o toplumu 'genç nüfus' olarak, yüzde 4-7 arasında olması durumunda 'erişkin nüfus' olarak, yüzde 8-10 arasında olması durumunda 'yaşlı nüfus' olarak, yüzde 10'un üzerinde olması durumunda ise çok yaşlı nüfus olarak değerlendiriyor. TÜİK'in en son açıkladığı 2022 Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi sonuçlarına göre yaşlı nüfusun oranı yüzde 9,9, yani 'çok yaşlı nüfus' olmanın eşiğindeyiz. Hatta bu oranın 2022 sonuna ait olduğunu, şimdi ise 2023'ün ortasında olduğumuzu düşünürsek artık yüzde 10'u geçtiğimizi ve çok yaşlı nüfusa sahip olduğumuzu söylemek yanlış olmayacaktır"
Eryurt, gelişmiş ülkelerde uzun döneme yayılan yaşlanma sürecinin Türkiye'de çok daha hızlı yaşandığını kaydetti. Fransa'da yaşlı nüfus oranının yüzde 7'den yüzde 14'e çıkmasının 115 yılda gerçekleştiğini işaret eden Eryurt, "Türkiye'de yaşlı nüfus oranının yüzde 7'den yüzde 14'e çıkmasının 27 yılda gerçekleşmesi bekleniyor" dedi.
Türkiye'de nüfusun yaşlanma hızını daha iyi anlayabilmek için karşılaştırmalı değerlendirmenin faydalı olacağını belirten Eryurt "1950 yılında yaşlı nüfus oranı dünyada yüzde 5,1, gelişmiş ülkelerde yüzde 7,7, Türkiye'de ise yüzde 3,8. BM projeksiyonlarına göre 2050 yılında Türkiye'de yaşlı nüfus oranının yüzde 21 ile dünya ortalamasının 5 puan üzerinde olması, 2100'de yüzde 33,9 ile gelişmiş ülkelerdeki yaşlı nüfus oranını da geçmesi bekleniyor. Türkiye hızlı bir şekilde yaşlanıyor" diye konuştu.
Eryurt, bir yandan doğurganlık seviyesinin düşmesi, diğer taraftan ortalama yaşam süresinin uzaması nedeniyle genç nüfusun toplam nüfus içerisindeki payı azalırken, yaşlı nüfusun payı arttığına dikkati çeken Eryurt, "Nüfusun yaşlanması açısından en önemli faktörlerden birisi doğurganlık seviyesi. İkinci faktör, yaşam beklentisinin, insan ömrünün uzaması. Hem dünyada hem de Türkiye'de yaşam süresi çok belirgin şekilde uzamış durumda. Diğer bir faktör de doğuşta yaşam beklentisi. 1950'li yıllarda Türkiye'de 50 yaşın altında olan doğuşta yaşam beklentisi günümüzde 78 yaş seviyesine çıktı" bilgilerini verdi.
"Tek çocuk normu oluşuyor"
Türkiye'de uzun süredir iki çocuk normunun hakim olduğunu aktaran Eryurt, sosyoekonomik pek çok gelişmeyle beraber, çocuğun maliyetinin artmış olmasının çiftleri tek çocukla sınırlandırmaya yönelttiğini söyledi.
Türkiye'deki tek çocuk yöneliminin alışık olunmayan sonuçlar doğuracağına dikkati çeken Eryurt "Bir süredir Türkiye'de tek çocuk normu da belirgin bir şekilde oluşuyor. Bunu ideal çocuk sayılarında da, üreme çağının sonuna gelmiş 45-49 yaş grubundaki kadınlar arasında tek çocuk sahibi olanların oranındaki artıştan da görebiliyoruz. Bu yönelimin alışık olmadığımız sonuçları olur. En başta nüfus azalmaya başlar ve yeni aile tipleri, hane halkı kompozisyonları ile karşılaşırız. Artık, kardeşi olmayan, kuzeni olmayan, teyzesi, halası, amcası, dayısı olmayan bireyler söz konusu olmaya başlar" dedi.
Mehmet Ali Eryurt, dünyada en uzun yaşam süresinin olduğu ülkelerle en az olduğu ülkeler arasında halen yaklaşık 30 yıllık bir fark olduğunu söyledi. Japonya'da ortalama yaşam süresinin 84 yıl olduğunu, Orta Afrika Cumhuriyeti ve Nijerya gibi bazı ülkelerde ise 55 yıl ve altında kaldığını belirten Eryurt, "Kalkınma ve yaşam süresi arasında doğrudan bir bağlantı var, ülkelerin kalkınmışlık düzeyindeki farklılıklar, eşitsizlikler bazı ülkelerde doğan insanların diğerlerinden 30 yıl daha az yaşamasıyla sonuçlanıyor. 8 milyar insanın refahını artırmak, mutlu kılmak, eşitsizlikleri gidermek gibi önemli bir görev var hepimizin önünde" değerlendirmesinde bulundu.
Kaynak: AA