22 Kasım 2024, Cuma Gazete Oksijen
Haber Giriş: 10.02.2023 04:34 | Son Güncelleme: 10.02.2023 18:37

Yıllar geçiyor, biz aynı şeyleri konuşuyoruz

Erzincan depreminden sonra 4 Ocak 1940 tarihli Son Posta gazetesinin birinci sayfasındaki başlıklar bugün yazılanlardan farksız: Yıkılan binalarda malzemeden çalınması, zamanında ulaşmayan yardımlar, yok olan şehirler, cenazelerin ‘acılı’ kimlik tespiti, dağılan aileler...
Yıl 1940. Son Posta’ya göre depremde hayatını kaybedenlerin teşhisi en acılı görüntüleri oluşturuyordu. Yıl 2023. Değişen bir şey yok (Fotoğraf: Emin Özmen / The New York Times)
Yıl 1940. Son Posta’ya göre depremde hayatını kaybedenlerin teşhisi en acılı görüntüleri oluşturuyordu. Yıl 2023. Değişen bir şey yok (Fotoğraf: Emin Özmen / The New York Times)

Türkiye’nin en büyük depremi 7.9’la 27 Aralık 1939 yılında Erzincan’da gerçekleşti. Depremde 32 bin 968 kişi hayatını kaybetti. O günden bu yana 83 yıl geçti. Ancak 83 yıla rağmen 6 Şubat günü Kahramanmaraş’ta gerçekleşen depremde de benzer tablo değişmiyor. 4 Ocak 1940 tarihli (4 İkincikanun 1940) Son Posta gazetesinin birinci sayfasında bugünküne benzer başlıklar dikkat çekiyor.
Son Posta gazetesinin manşetinde “Felaketin büyümesine hileli inşaat sebeb oldu, tetkik ediliyor” başlığı dikkat çekerken şu ifadelere yer veriliyor:

“Son zelzelede Tokadda yıkılan bazı binaların inşa tarzında o inşaatta kullanılan malzemede büyük sakatlıklar sezildiğinden hükümet bu hususta tahkikat yaptırmak lüzumunu hissetmiştir. Mesela Halkevi binasında betonarme harcına donmuş çimento ve donduktan sonra dövülüp toz haline konmuş çimento ve hatta kireç harcı ilave edildiği, beton tabakanın zelzelede toz haline gelmesinden anlaşılmıştır.”

Felaket bölgesinden çarpıcı izlenimler

Bugüne kadar gerçekleşen depremlerde olduğu gibi Kahramanmaraş depreminde de yine binaların deprem yönetmeliğine uygun yapılmadığı, yapılanlarda da çimento gibi malzemelerden çalındığı konuşuluyor.

Son Posta’nın birinci sayfasında dikkat çeken bir diğer başlık “Milli şef 10.000 lira teberrü etti” başlığı. Dönemin cumhurbaşkanı o dönem 10 bin lira bağışlarken bugün de siyasiler deprem bölgesine nakdi yardımda bulunuyor, kampanyalar düzenliyorlar.

Yine “İstanbul’un nakdi yardımı 289.483 lirayı buldu” başlıklı haberi de bugün pek çok gazetede karşımıza çıkan haberlerle benzer.

Bunun dışında Son Posta’nın sol sütununda “Erzincan’da ne gördüm?” başlığıyla felaket bölgesine gidip gelen ilk gazetecinin de izlenimlerine yer veriliyor. Bu haberden satır başları ise şöyle:

∙ “İmdad treni, kefenlik bez kesen kapkara bir makas gibi karlı düzlükler arasında koşuyor… İşte şehir gözüktü. Tren pencerelerinden bir feryad kopuyor: ‘Vah, anam Erzincan!’”

∙ “Tren yavaşladı. İstasyona giriyoruz. Şehrin sağ kalabilenleri yola dizilmişler. Pek çoğunun kolları, bacakları, başları sarılı… Hepsi bağırışıyorlar. Tren penceresinden bunların içinde aradıklarını bulamıyanlar tarif edilmez bir yeisle hıçkırmağa başlıyorlar. Asım isimli genç bir avukat, yumruklar ile başını dövüyor: ‘Anam yok, benim anam bunların içinde yok!’”

4 Ocak 1940 tarihli Son Posta gazetesinin manşeti: “Felaketin büyümesine hileli inşaat sebep oldu, tetkik ediliyor” diyordu.


 “Tren durdu. Yolculardan bir kadın iki çocuğu ile kocasının ve anasının enkaz altında kaldığını öğrenince tüyler ürpertici bir feryad kopardı: ‘Büyük Allah ne olur, bir tanesini bana bıraksaydın!’”

Cesetlerle veda kucaklaşmaları

∙ “Yüzlerce, binlerce cesed üstüste, yan yana konmuş… Birçok kadınlar, çocuklar, erkekler bir albüm yaprağı çevirir gibi cesedleri kaldırıp kaldırıp kendilerine aid olanları arıyorlar. Bir çocuk haykırıyor: ‘Anne babamı buldum, babamı buldum…’ Morarmış cesedlerle veda kucaklaşması…”
∙ “Bir köpek leşi, sonra bir cesed… Cesedin ayak ucunda elinde tabanca ile köpeği öldüren adam… Başını göğe kaldırarak bağırıyor: ‘Allahım dirisini aldın, ölüsünü bize bırak!’”
∙“Omuzunda bir ihtiyar kadın cesedi taşıyan ak sakallı bir adam. ‘Ayalim oğul’ diyor. ‘Gömmeğe götürüyorum. Allah öyle istedi… Allahın işine karışılmaz!’” ∙

Büyük şairin kaleminden

Nâzım Hikmet, 1939 Erzincan depremi olduğu sırada 30 yıllık cezasını çekmek üzere hapishanedeydi.”Kara Haber” başlıklı şiirini orada yazdı, altına da bir not iliştirdi:
“Kesemden verecek bir şeyim yok, yüreğimden verdim.’’ 

Kara Haber

Erzincan’da bir kuş var
Kanadında gümüş yok
Gitti yarim gelmedi
gayrı bunda bir iş yok.
Oy dağlar dağlar, dağlar, dağlar...
Aldı ellerine
kanlı başını
Karın ortasında
Erzincan ağlar...
O ağlamasında
kimler ağlasın

Kar yağar lapa lapa
tipidir gelir geçer...
Yan yana sırt üstü yatan ölüler
akşam uyur
tandıramaz
ateşini yandıramaz

Gün ağarır şafak söker
kimsecikler
gitmez suya
ezilmiş başlarıyla ölüler
vardılar uyanılmaz uykuya

Ses edip geceye beyaz taşından
kışlanın saati
çaldı ikiyi.
Ne çabuk lahzada bitti yaşamak
Kimisi altı aylık,
kimisi sakalı ak,
kimi on üç, on dört yaşında;
kimi yola gidecek
kimisi mektup bekler
yan yana sırt üstü yatan ölüler...

Yayıkta yağ vardı, dövülemedi,
akpeynir torbaya koyulamadı,
hasret gitti ölüler
dünyaya
doyulamadı...

Uyanıp kaçamadılar,
kuş olup uçamadılar
açıldı kuyular
kimse inemez
Erzincan Beygiri rahvandır amma
ölüler ata binemez
yan yana sırt üstü yatan ölüler...