20 Nisan 2024, Cumartesi
22.07.2022 04:35

Sıcaklar arttıkça bize ne olacak?

Bedenimiz üşüdüğünde titreyerek, ısındığında terleyerek termoregülasyonu sağlar. Ama sıcaklık ve nem arttıkça ter buharlaşamaz, vücut da kendini soğutamaz. Gezegenimiz giderek ısınırken termal şoktan ölümler, dehidrasyon ve kardiyovasküler sorunlar artacak

90’ların gençleri bilir, 2003 yılının en popüler şarkılarından biri, Emre Altuğ’un “Sıcak” şarkısıydı. Nakaratı hatırlatayım: “Sıcak, çok sıcak. Sıcak, daha da sıcak olacak.”

Sanıyorum Emre Bey’in kastettiği şey tam olarak bu değildi (sözlerin devamının “...bu gece” diye gitmesi de bunu ele veriyor) ama şarkının sözlerini yazarken klimatolojik (yani iklimbilimsel) bir öngörüde bulunduğunu iddia etseydi de hiç sırıtmazdı.

Zira mesela sıcağıyla meşhur Adana’da 2003 yılında 32 derecenin üzerinde sadece 26 gün vardı. 2017’de bu sayı yüzde 30 artarak 42 güne çıktı. 2003’te doğan bir Adanalı 80 yaşına geldiğinde, memleketinde yılın her 4 gününden 1’i (yani yaklaşık 93 gün) 32 derecenin üzerinde geçecek. Bu, 77 yılda 3.5 kat artış demek! Hatta eğer iklimbilimcilerin öngördüğü daha feci ama daha düşük olasılıklı senaryolar gerçek olursa, bu sayı 119’a kadar çıkabilir! Elbette 32 derecelik sınır da sürekli artacak; örneğin Adana’da bugüne kadar resmî olarak ölçülmüş en yüksek sıcaklık, 24 Ağustos 1958’de kaydedilen 45.6 dereceydi. Bu, önümüzdeki on yıllarda 50-55 derecelere doğru kayacak.

(Bu arada bu istatistikleri ne zaman versem aynı lafları işitiyorum: Evet, sokakta yürürken eczanelerin tabelalarında veya evinizdeki termometrede falan daha yüksek rakamlar görmüş olabilirsiniz ama hem bu termometrelerin hassasiyeti çok daha düşük olduğu için hem de civarda bulunan asfalt, trafik, bina, kanalizasyon, ağaç, gölge, vb. faktörlerden çok etkilendiği için bunlar “resmî ölçüm” sayılmıyor. Tarihi ve resmî istatistikler için Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün sitesini kontrol edebilirsiniz.)

Dünyanın hâlihazırda sıcak olan yerlerinde vaziyet daha da beter: Mesela 22 milyon kişinin yaşadığı, Hindistan’ın başkenti Yeni Delhi’de şu anda 6 aydan daha kısa süren 32 derecenin üzerindeki günler, önümüzdeki birkaç on yılda 8 ayın üzerine çıkacak. Yılın neredeyse bütün aylarının kavurucu, nefes alınamayacak yaz sıcaklarıyla geçtiğini bir hayal etmeye çalışın.

Vücudumuz daha sıcaksa?

Burada şunu merak ediyor olabilirsiniz: “Bizim vücudumuzun iç sıcaklığı 36.4 derece civarında. O zaman neden 32 derece ve üzeri bunaltıcı derecede sıcak geliyor ki, serin gelmesi gerekmez miydi?”
Güzel soru. Bizler de diğer tüm memeliler sınıfı üyeleri gibi sıcakkanlı hayvanlarız; yani vücut sıcaklığımız (mesela kertenkelelerde olanın aksine) bulunduğumuz çevrenin sıcaklığına göre belirlenmiyor; evrimsel tarihimizden bize miras kalan genlere göre belirleniyor – ve türümüz için bu sıcaklık 36.4 derece civarında. Bu rakam mutlak bir sayı değil, kadınlarda biraz daha yüksek olabilir ve hem gün içinde hem de yıl içinde biraz dalgalanabilir. Ama dışarısı 10 derece olduğunda vücut sıcaklığınız da soğukkanlılarda olduğu gibi 10 derece civarına düşmüyor.

Beynimizin bir parçası olan hipotalamusumuz, kendisine bağlanan ve vücudun dört bir yanından gelen sinirler aracılığıyla vücut sıcaklığımızın düştüğünü tespit ederse titrememizi sağlıyor ve bu, kaslarımızda daha fazla enerji tüketimini tetikleyerek vücut sıcaklığımızı artırıyor. Tam tersine, eğer sıcaklığın çok arttığını hissederse, ter bezlerimizi uyararak derimizin üzerinde hafif bir ter tabakası oluşmasını sağlıyor ve bu terin içindeki su buharlaştıkça vücudumuzdan ısı çalarak sıcaklığımızı düşürüyor. Termoregülasyon, yani sıcaklık kontrolü böyle sağlanıyor.

İşte sorun, dışarının sıcaklığı vücut sıcaklığımıza yaklaşmaya başladığında yaşanıyor: Biyolojik bir organizma olarak istediğimiz kadar ter atarak soğumaya çalışabiliriz ama o terin buharlaşma mekanizmasını belirleyen şey en nihayetinde fizik yasaları – ve fizik yasaları gereği (spesifik olarak “Termodinamiğin 2. Yasası”), ısı enerjisi her zaman yüksek sıcaklıktan düşük sıcaklığa doğru akmak zorunda. Dolayısıyla dışarısı 36.4 derecenin altındayken, suyun buharlaşması aracılığıyla vücudumuzdaki fazladan ısıyı görece sorunsuz bir şekilde etrafımızdaki atmosfere saçabiliyoruz ve serinleyebiliyoruz. Ama bu sıcaklık yükseldikçe, ısı transferi de yavaşlamaya başlıyor.

Nem neden boğucu?

Sadece bu da değil: Nem de bu süreçte kritik bir role sahip. Havadaki nem oranı, atmosferin içindeki su miktarını gösteriyor ve her sıcaklık ve basınç düzeyinde, havanın tutabileceği suyun bir sınırı var. Etrafımızdaki havanın nem oranı arttığında, buharlaşsın diye ter atıyoruz atmasına ama etrafımızdaki hava bu ekstra suyu kabul edebilecek kadar yere sahip olmuyor. Bu da nemli havanın boğucu olmasının sebeplerinden biri. İşte bu iki faktör bir arada çalışarak, terlememizi zorlaştırabiliyor.

Ter işe yaramayınca...

İklim krizinin yaratacağı en büyük yıkımlardan biri de işte bu olacak: Bazı bölgelerde sıcaklık ve nem öylesine artacak ki, insanlar normal bedensel fonksiyonları nedeniyle üretilen fazladan ısıyı atamamaya ve hatta terleyememeye başlayacak (veya terleseler de bu ter hiçbir işe yaramayacak). Bu, termoregülasyonu bozarak vücut sıcaklığının giderek artmasına neden olacak. Vücut bunu düşürmek için evrimsel süreçte genlere işlemiş az sayıda yöntemi deneyecek ama nafile... Özellikle de çocuklar, yaşlılar ve hastalar, ısı şoku (veya termal şok) dediğimiz bir olay nedeniyle hayatlarını kaybedecekler. Terlemeye rağmen ısının düşürülememesi dolayısıyla dehidrasyon artacak, kardiyovasküler sorunlar tavan yapacak. Dışarısı o kadar sıcak ve boğucu olacak ki insanlar sokağa çıkamayacak, kapalı mekanlara hapsolacaklar; çünkü sağlıklı insanlar bile dışarıda 15-20 dakika geçirdikten sonra hastalandıklarını hissedecekler.
Anlayacağınız: Evet, şu anda sıcak, çok sıcak... Ama sıcak, daha da sıcak olacak... Üç vakte...