Isaac Newton mutsuz bir insandı. Okuma yazma bilmeyen bir çiftçi olan babası o doğmadan önce ölmüş, üç yıl sonra tekrar evlenen annesi küçük Isaac’i ninesine bırakıp üvey çocuk istemeyen yeni eşiyle birlikte başka bir köye taşınmıştı. Terk edilmek Isaac’in ruhunda onulmaz yaralar açmış, biraz büyüyünce annesini ve üvey babasını evlerinde yakarak öldürmekle tehdit etmişti. Üstün zekâsı onu tarihin en önemli bilim insanlarından biri olmaya yükselttiyse de huysuzluğu değişmedi. Havadan maaş alınan sembolik bir makam olarak bilinen Darphane Müdürlüğü’ne atandıktan sonra tam 30 yıl boyunca canla başla çalışarak onlarca kişiyi (cezası işkence ile idam edilmek olan) kalpazanlık suçundan mahkum ettirdi. Karakterinin bir göstergesi de başka bilim insanlarıyla girdiği kavgalardı.
Newton asla unutmadı
Newton’un evrensel kütleçekim yasasını açıkladığı Principia kitabının yayımlanmasının üzerine o sırada kariyerinin zirvesindeki bir başka İngiliz bilgin olan Robert Hooke, kitaptaki kimi fikirleri Newton’a kendisinin verdiğini söyleme hatasını yaptı. Newton Hooke’u hiç affetmedi. İş; Kraliyet Akademisi’nin başkanı olan Newton’un, Hooke’un ölümünden sonra akademideki tablosunu “kaybederek” onu tarihten silmeye çalışmasına dek vardı. Bugün elimizde canlıları oluşturan minik birimleri keşfedip adlarını da “hücre” koyan Robert Hooke’un tek bir resmi bile yok.
Newton’un en ünlü bilimsel kavgası, dört aritmetik işlemi de yapabilen ilk hesap makinesinin de mucidi olan çok yönlü Alman dahi Gottfried Wilhelm Leibniz’le olandı. Kavganın konusu, türev ve integraller hesabını kimin icat ettiğiydi. Bu çok önemli matematik buluşu hakkında ilk yayını Leibniz yapmış, sonrasındaysa benzer bir çalışmayı Newton’un uzun yıllar önce yaptığı ama yayımlamadan sakladığı ortaya çıkmıştı. Öncelik tartışması bir İngiliz-Alman çekişmesine dönüşecek, Newton’un “mürit”leri Leibniz’i bilimsel hırsızlıkla suçlayacak, Kraliyet Akademisi Leibniz’i dinlemeden Newton’u haklı bulacak, hiçbir günahı olmayan Leibniz son yıllarını bu haksız suçlamanın gölgesinde geçirecekti. 17’nci yüzyıldan bahsediyoruz. O çağda doğanın sırlarıyla ilgili önemli keşifler art arda gelmeye başlamış ama bilimsel bir buluşu ilk kimin yaptığını belirlemenin iyi bir yolu üzerinde henüz mutabakata varılmamıştı. Artık durum öyle değil. Bu soruna bir çözüm bulundu: Bilimsel dergiler.