25 Nisan 2024, Perşembe Gazete Oksijen
10.09.2021 04:30

Kâşif

10 yaşındaki Jan Oort babasıyla birlikte Noordwijk sahilinde gökyüzüne bakıyordu. Halley kuyrukluyıldızı muhteşem görünüyordu. Yıllardır bugünü bekleyen Jan, insanların bu olayın gerçekleşeceği zamanı asırlar önceden hesaplayabilmiş olmasına hayran kalmıştı. Bu hayranlık lise yıllarında Jules Verne romanlarının da etkisiyle katlanacak, Jan 17 yaşında Groningen Üniversitesi’nin yolunu tutacaktı. Evrenimizin çoğunu, üstelik görülemeyen kısmını keşfeden adamın bilim yolculuğu böyle başladı. Astronomi yükselişteydi. Giderek daha güçlü teleskoplar yapılıyor, evrendeki yerimize ilişkin anlayışımız değişiyordu. Her şeyin Güneş’imizin de üyesi olduğu Samanyolu galaksisinden ibaret olmadığı, Samanyolu’nun evrendeki sayısız “sıradan” galaksiden biri olduğu fark edilmişti. Peki biz galaksimizin neresindeydik? Bugün olduğu gibi o zamanın da önde gelen bilim kurumlarından olan Leiden Üniversitesi’nde çalışmaya başlayan Oort, galaksimizin dönmekte olduğu tezini sınamak için zahmetli gözlemler yapmaya koyuldu. Güneş Sistemimizde her şey merkezdeki Güneş’in çevresinde döner. Fizik kurallarına göre merkeze daha yakın olan gezegenler daha uzak olanlardan daha hızlı giderler, örneğin Dünya’dan baktığımızda Jüpiter’in bir yarışta tam gaz giden bir otomobilin daha yavaş bir otomobili geçmesine benzer şekilde (Güneş’e uzaklığı Jüpiter’inkinin dört katı olan) Uranüs’ü yakalayıp geçtiğini görürüz. (Biz de durduğumuz yerde Dünya’nın hızında hareket ettiğimiz için bazen gezegenlerin bu “yarış” sırasında durup ters yönde gittiği izlenimine kapıldığımız da olur ve astrologlar bu “retro” hareketler üzerine boş boş konuşur ama şimdi o konuya girmeyelim.) Oort galaksideki yıldızlar için de benzer bir gözlemin yapılabileceğini fark etmişti. Uzun uğraşlardan sonra bunu başardı ve hem Samanyolu’ndaki yıldızların da merkezin çevresinde döndüğünü, hem de Güneş’imizin ortada filan değil, merkezden 10 binlerce ışık yılı uzakta, 225 milyon yıllık bir yörüngede olduğunu saptadı. Onun sayesinde evrenin başka bir köşesindeki mektup arkadaşınıza kozmik adresinizde yerinizi doğru tarif edebilirsiniz.

Bir köyden evrene bakarak...

Hollanda II. Dünya Savaşı’nda Almanlar tarafından işgal edildi. Yahudi hocaların tümünün işten çıkarıldığı gün, Leiden Hukuk Fakültesi Dekanı Cleveringa, kovulan profesör Meijers’in sınıfında onu öven bir konuşma yaptı. Bunun tetiklediği öğrenci hareketi üniversitenin kapatılmasına ve protestocu hocaların kendilerini toplama kamplarında bulmasına yol açtı. (Hayatta kalabilen Meijers savaştan sonra Hollanda Medeni Kanunu’nu yazacaktı.) Oort savaşı ailesiyle gittiği bir köyde evreni gözlemenin farklı bir yolunu düşünerek geçirdi. Işığın renklerinin sadece küçük bir kısmını gözümüzle (ve dolayısıyla Galile’den beri kullandığımız klasik teleskoplarla) görebiliriz. Oysa gökcisimleri sadece bu dalgaboylarında ışımaz. Oort savaştan sonra gökyüzünü radyo frekanslarında dinleyen “radyoastronom”ların öncüsü oldu. İnsanlığın gözünün önünden bir perde daha kalkmıştı. Fakat evreni yeni dalgaboylarında görebilen gökbilimciler yepyeni bir bilmeceyle karşı karşıya kaldı: Galaksilerdeki yıldızların dönüş hızları, fizik yasalarına uymuyordu! Ya yasayı değiştirmek ya da ışıkla hiç işi olmayan, ışık yaymayan, yansıtmayan, tümüyle saydam yepyeni bir madde türünün varlığını ve bu “karanlık madde”nin alışageldiğimiz “normal” maddeden çok daha yaygın olduğunu kabul etmek gerekliydi. İkinci yol daha mantıklı göründüğü için evrendeki madde miktarının yüzde 85’inin keşfine Oort’un kapı açtığını söyleyebiliyoruz.

Kuyruklu yıldızların kaynağı

Oort’un keşfettiği bir şey daha var. Kuyruklu yıldızların kartopuna benzer cisimler olduğunu ve Güneş’e her yaklaşmalarında kuyruklarını oluşturan gazı salarak küçüldüklerini biliyoruz. Bir kuyrukluyıldız ilelebet dayanamaz; öncesinde bir yere çarpmaz veya sistem dışına fırlamazsa sonunda tükenip gider. Peki neden hâlâ bu kadar kuyrukluyıldız var? Oort bu basit mantıkla Güneş’ten 1 ışık yılı uzaklıkta bu kartoplarının barındığı bir “bulut” olması gerektiğini, bu bölgeden arada bir yeni cisimlerin içeri düşerek kuyrukluyıldız nüfusunu beslediği fikrini ortaya attı. Kimsenin görmediği bu “Oort Bulutu”na da yine fizik yasalarına ve mantığımıza dayanarak inanıyoruz. Yirminci yüzyılın başında doğan ve uzun yaşayan insanlar, bizi 76 yılda bir ziyaret eden Halley kuyrukluyıldızını iki kez görebilme ayrıcalığına kavuştular. 86 yaşındaki Oort da ilk göz ağrısını bir uçaktan izledi. Evrenimizi büyüten adam, 1992’deki ölümüne dek Samanyolu ve diğer galaksiler üzerine çalışmayı sürdürdü.