İstanbullu Agop Martayan, 1915’te Robert Kolej’den Bilim Ödülü alarak mezun olduktan iki gün sonra askere alındı. İlk durağı Diyarbakır’dı. Diller konusundaki üstün bilgi ve yeteneğini fark etmemek mümkün değildi. Müttefik Alman taburundaki subaylara Türkçe dersi vermeye başladı. Almanlar Macar dilbilimci Gyula Németh’in “Türkische Grammatik” kitabını getirmişti, derste ondan da yararlanıldı. Agop oradan Kafkas cephesine gönderildi. Cephede yaralandı, madalya ile ödüllendirildi. 1915 kötü bir yıldı. Azınlıklara mensup subayların kimileri Doğu cephesinin gevşemesinden yararlanıp kaçıyordu. Bu durum karşısında Güney cephesine sevk edilenler arasında Agop da vardı. Şam’a giderken Halep’te konaklayacaktı. Sokakta tutsak alınmış İngiliz askerleriyle karşılaştı. İngilizce bildiğini gören Hintli bir albay, Agop’a “Salçalı yemekleri yiyemiyoruz, bunlar yerine kuru gıda verilmesini istiyoruz, dil bilmediğimiz için anlatamadık” diyerek dediklerini muhafızlara çevirmesini rica etti. Bu isteği yerine getiren Agop, “Esirlerle neler konuşmuştur kim bilir?” diye düşünen yetkililerin emriyle o gece casusluk suçlamasıyla gözaltına alındı! Şam’daki birliğine gidecekti ama iki askerin gözetiminde, “şüpheli” olarak.
Paşanın ilgisini çeken kitap
7. Ordu’ya vardılar, komutanın huzuruna çıktılar. İnzibat yüzbaşısı, “casusluk” suçlamasına ilişkin raporu paşaya sundu. Paşa raporu okudu, eli kolu bağlanmadan Halep’ten getirilen Agop’a baktı, “Neden yolda kaçmadın?” diye sordu. Agop “Kaçmadığıma teessüf ediyorum!” dedi. Göğsüne takılı madalya kurdelesini gösterdi. “Kafkas cephesinden kaçmayan, herhalde Şam sokaklarından kaçmaz!” Paşa düşündü. Yüzbaşıya Agop’un nesi varsa masaya koymasını söyledi. Eşyalar arasındaki bir kitap paşanın ilgisini çekti: “Türkische Grammatik” Paşa yüzbaşıya çıkmasını emretti, Agop’tan yemek şikayeti hikâyesini dinledi, “Esirlerle konuşmak yasaktır, yanlış yapmışsın ama gençsin daha” diyerek casusluk dosyasını kapattı. “Otur bakalım!” Dil konularına öteden beri ilgi duyan, yıllar önce Selanik’te Türkolog İvan Manolov’la sohbetinde Arap yazısını eleştiren paşa, Nemeth’in Almanların Türkçe ifadelerin telaffuzlarını anlamaları için geliştirdiği transkripsiyon alfabesini inceledi. Dilini ilk kez böyle Latin temelli harflerle yazılmış görüyordu. “Bu harf kümesi Türkçeyi yazmak için fazla ayrıntılı” dedi, “daha az sayıda özelleştirilmiş harfle de bu iş yapılabilir.” Arapça ve Farsça kelimelerin dayattığı ek sesler olmasa kolay öğrenilecek bir alfabe elde edilebilecek gibiydi! Paşayla yedek subay, Nemeth ve kitabı üzerine konuşmaya koyuldular. 16 yıl sonra her şey değişti
Paşa kitapta “kaba Türkçe” ifadesini görünce bozuldu. Agop, Nemeth’in üç değişik Türkçe olduğunu anlattığını söyledi: Bu sınıflandırmaya göre “kaba Türkçe” halkın çoğunluğunun konuştuğu yalın dil, “orta Türkçe” Farsçadan birçok kelime almış aydınların dili, “yüksek Türkçe” ise hem kelimeleri hem de kimi dil bilgisi kurallarında yabancı etkisi çok olan uzun cümlelerden oluşan yazışma diliydi. Nemeth bu şartlarda toplumun farklı kesimlerinin birbirlerini anlamamalarının doğal olduğunu belirtiyordu. Paşa “Bunu değiştirmeliyiz, genel dili köylünün, kentlinin, herkesin anlayabileceği bir hale getirmeliyiz” dedi. Sohbet bittiğinde Agop gitmek için arkasını dönünce üniformasının acıklı halini gören paşa “Gel benimle, senin üstün başın perişan,” dedi. Gerekli emirleri verdi. Agop uzun zaman sonra terzi ve berber yüzü gördü. Birkaç gün sonra karargaha yine gittiğinde paşa kendisiyle “Aa, çok yakışıklı olmuşsun! Sen hâlâ kaçmadın mı?” diye şakalaştı. Aradan 16 yıl geçti. Her şey değişmişti. O devlet yıkılmış, yenisi kurulmuştu. Agop önce Beyrut’ta okul müdürlüğü yapmış, sonra da Bulgaristan’da dilbilim hocalığına başlamıştı. Ermenice, Türkçe, İngilizce ve Almanca’nın yanı sıra Fransızca, Yunanca, İspanyolca, Latince, Rusça ve Bulgarca biliyor, Osmanlıca ve Eski Uygur Türkçesi dersleri veriyordu. Yeni Türk alfabesini hayata geçiren Atatürk ise dil devrimine hazırlanıyordu. İstanbul’da çıkan Ermenice “Arevelk” gazetesinde yayımlanan “Türk Yazıtlarının 1200. Yıldönümü” başlıklı yazı dizisi kendisine gösterildiğinde “Ben yazarı tanıyorum” dedi, “Şam’da casuslukla suçlanan çocuk bu!” Agop 1932’deki ilk Türk Dil Kurultayı’na davet edildi. Dil devriminde Atatürk’ün sağ kolu oldu, Dolmabahçe’de ölüm döşeğindeki paşadan “Arkadaşlara selam. Sakın dil çalışmalarını gevşetmeyiniz” vasiyetini duyduğu o acı güne dek ayrılmadılar. Atatürk’ün verdiği soyadıyla Agop Dilaçar, Türk Dil Kurumu’ndaki çalışmalarını 1979’daki ölümüne dek sürdürdü.