21 Kasım 2024, Perşembe Gazete Oksijen
28.06.2024 04:30

Çalışanın yanında durmayan demokrasi ölür

Sanayileşmiş ülkelerde refahın paylaşılmasını engelleyen zorluklar yapay zeka ve otomasyon çağında daha da büyüyecek. İklim değişikliği, salgınlar, göç, bölgesel ve küresel barışa yönelik çeşitli tehditler gibi endişeler artıyor. Ancak bu sorunlarla başa çıkmak için halen elimizdeki en donanımlı araç demokrasi


Herkesin korktuğu aşırılıkçı dalga bu ayki Avrupa Parlamentosu seçimlerinde kesin zafer kazanamasa da aşırı sağ İtalya, Avusturya, Almanya ve özellikle Fransa’da iyi performans sergiledi. Öncesinde de Macaristan, İtalya, Avusturya, Hollanda ve İsveç gibi ülkelerde aşırı sağ partilere doğru büyük bir kayma yaşandığı biliniyor.

Fransa’da Marine Le Pen liderliğindeki Ulusal Birlik’in (eski Ulusal Cephe) büyük zaferi sadece tepki oylarıyla açıklanacak gibi değil. Parti zaten birçok belediyeyi kazanmıştı ve AP seçimlerindeki başarısının ardından Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’u erken seçim kararına itti. Macron’un oynadığı kumar Ulusal Birlik’e Fransız parlamentosunda çoğunluk getirebilir.

Demokrasilerde sistemin performansı düşük

Bir yere kadar bu durumun alışıldık olduğu söylenebilir. Otoriter partilerin artan itirazları ile birlikte demokrasinin dünya genelinde giderek gerilediğini zaten biliyoruz. Anketler demokratik kurumlara güven duymayanların sayısının gitgide arttığını gösteriyor. Aşırı sağın genç seçmenler arasındaki yükselişiyse özellikle endişe verici. Öyle ki son AP seçimi sonrası kimse tehlike çanlarının çaldığını inkar edemez. Ancak bu eğilimin temel nedenlerini anlamadığımız sürece demokrasiyi kurumsal çöküşe ve aşırıcılığa karşı koruma çabalarının başarıya ulaşması zor.

Sanayileşmiş ülkeler genelinde yaşanan demokrasi krizinin basit bir izahı var: Sistem vaat ettiği performansın gerisinde kaldı. ABD’de gelir dağılımının en alt ve orta kesimindeki reel, yani enflasyona göre düzeltilmiş gelirler 1980’den bu yana neredeyse hiç artmazken seçilmiş siyasetçiler bu gidişata fazla ses çıkarmadı. Benzer şekilde Avrupa’nın büyük bölümünde ekonomik büyüme özellikle 2008’den bu yana cansız seyrediyor. Son dönemde azalmış olsa da genç işsizliği Fransa ve diğer bazı Avrupa ülkelerinde uzun zamandır önemli bir ekonomik sorun.

Batı usulü liberal demokrasinin istihdam, istikrar ve kaliteli kamu malları sağlayacağı düşünülüyordu. Ama bu model II. Dünya Savaşı sonrası dönemde büyük ölçüde başarılı olsa da 1980’lerden bu yana hemen her konuda yetersiz kaldı. Bu arada hem sol hem de sağ siyasetçiler uzmanlar tarafından tasarlanan ve nitelikli teknokratlar tarafından yürütülen politikaları yüceltmeye devam etti. Ancak bu politikalar paylaşılan refahı sağlamakta başarısız olmakla kalmadı, 2008 mali krizine giden yolu da açtı. Böylelikle görünürdeki başarıdan geriye bir şey kalmadı. Çoğu seçmen, siyasetçilerin çalışanlardan ziyade bankacıları önemsediğine ikna oldu.

İletişim mühim

Nicolás Ajzenman, Cevat Giray Aksoy, Martin Fiszbein ve Carlos Molina ile yaptığımız çalışmaya göre seçmenler ekonomik büyüme, hükümetin yolsuzluk yapmaması, sosyal ve ekonomik istikrar, kamu hizmetleri ve eşitsizliğin düşük olması gibi şartları sağlayan demokrasileri doğrudan deneyimlediğinde demokratik kurumları destekleme eğilimi gösteriyor. Dolayısıyla bu koşulların yerine getirilmediği durumlarda desteğin azalması şaşırtıcı değil.

Dahası, demokratik liderler nüfusun çoğunluğunun daha iyi şartlarda yaşamasına katkıda bulunacak politikalara odaklandıklarında bile halkla etkili iletişim kurma konusunda iyi iş çıkaramadılar. Örneğin, Fransa’yı daha sürdürülebilir bir büyüme yoluna sokmak için emeklilik reformunun şart olduğu açıkken Macron çözüm önerisiyle halkı arkasına almayı başaramadı.

Göç karşıtları hükümet ortağı gibi

Zaman içinde demokrat liderler halkın temel kaygılarından giderek uzaklaştı. Fransa örneğinde bu durum kısmen Macron’un buyurgan liderlik tarzını yansıtıyor olabilir. Ama yansıttığı bir şey daha var. Kurumlara güven genel olarak azalırken sosyal medya ve diğer iletişim teknolojilerinin hem sağda hem de solda insanları kutuplaştırma ve çoğu kişiyi ideolojik yankı odalarına itmedeki rolü artıyor.

Politika yapıcılar ve ana akım siyasetçiler de büyük ölçekli göçün getirdiği ekonomik ve kültürel çalkantılara karşı bir nebze sağır kaldı. Avrupa’da nüfusun önemli bir kısmı son on yılda Orta Doğu’dan gelen kitlesel göçle ilgili endişelerini dile getirdi ancak merkez siyasetçiler, özellikle de merkez sol liderler meseleyi ele almakta ağır davrandı. Bu durum İsveç Demokratları ve Hollanda Özgürlük Partisi gibi göç karşıtı uç partiler için büyük fırsat yarattı ve bu hareketler zamanla iktidar partilerinin resmi ya da gayriresmi koalisyon ortağı haline geldi.

Sanayileşmiş ülkelerde refahın paylaşılmasını engelleyen zorluklar yapay zeka ve otomasyon çağında daha da büyük bir sorun haline gelecek. İklim değişikliği, salgın hastalıklar, kitlesel göç, bölgesel ve küresel barışa yönelik çeşitli tehditler gibi endişeler de giderek artıyor.

Ancak bu sorunlarla başa çıkmak için halen elimizdeki en donanımlı araç demokrasi. Tarihsel ve güncel veriler demokratik olmayan rejimlerin halkın ihtiyaçlarına daha az duyarlı olduğunu ve dezavantajlı vatandaşlara yardım etme konusunda daha etkisiz kaldığını açıkça ortaya koyuyor. Çin modeli ne vaat ederse etsin eldeki kanıtlar demokratik olmayan rejimlerin uzun vadede büyümeyi azalttığını gösteriyor.

Fransa seçimi

Bununla birlikte, demokratik kurumların ve siyasi liderlerin adil bir ekonomi inşa etmek için yeni bir taahhütte bulunmaları gerekiyor. Bu da çok uluslu şirketler ve bankalar yerine çalışanlara, sıradan vatandaşlara ve küresel kaygılara öncelik vermek ve doğru teknokrasiye güveni yeniden tesis etmek anlamına geliyor. Küresel şirketlerin çıkarlarına uygun politikalar dayatan soğuk ve mesafeli yetkililere sahip olmak işe yaramayacak. İklim değişikliği, işsizlik, eşitsizlik, yapay zeka ve küreselleşmenin yarattığı aksaklıklarla başa çıkabilmek için demokrasilerin uzmanlık ile halk desteğini harmanlaması şart.

Kolay olmayacak çünkü pek çok seçmen merkez partilere güvenmez oldu. Fransa’da Jean-Luc Mélenchon’un temsil ettiği katı sol gerek emekçilere sadakati gerekse bankacılık ve küresel iş dünyasının çıkarlarından uzak durması açısından ana akım politikacılardan daha güvenilir olsa bile sol popülist politikaların seçmenin istediği ekonomiyi gerçekten sağlayıp sağlamayacağı meçhul.

Hal böyle olunca merkez partilerin önünde tek yol kalıyor. Küresel iş dünyasına ve denetimsiz küreselleşmeye körü körüne bağlanmayı reddeden ve ekonomik büyüme ile eşitsizliği azaltmayı birleştirmek için net, uygulanabilir bir plan sunan bir manifesto ile işe başlayabilirler. Ayrıca dışa açıklık ile göçe makul limitler getirme arasında daha iyi bir denge kurmalılar.

Yeterli sayıda Fransız seçmen parlamento seçimlerinin ikinci turunda Ulusal Birlik’e karşı demokrasi yanlısı partileri desteklerse Macron oynadığı kumarı kazanabilir. Ancak o durumda bile eskisi gibi devam edemez. Demokrasinin halk desteğini ve güvenini yeniden kazanabilmesi için çalışanları ve eşitliği daha fazla gözetmesi şart.

© Project Syndicate, 2024.

Daron Acemoğlu
Daron Acemoğlu