29 Mart 2024, Cuma
23.05.2023 03:00

Erdoğan neden kazanıyor?

14 Mayıs’taki Türkiye cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçiminin ilk tur sonuçlarını görüp de hayal kırıklığına kapılmamak zor. Şubat ayındaki depremin, birikmiş ekonomik sorunların ve artan yolsuzluğun belirlediği seçim sürecine bakınca Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın gitgide otoriterleşen 20 yıllık iktidarının yolun sonuna geldiği yönünde yüksek beklenti vardı.

Birçok anket merkez sol Cumhuriyet Halk Partisi lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun başında bulunduğu altılı koalisyonun çoğunluk oyunu alacağını, en azından ikinci tura Erdoğan’ın önünde gideceğini gösteriyordu. Ama Türkiye 28 Mayıs’ta ikinci tura gidiyor ve bir tarafta ilk turda yüzde 49.5 ile net üstünlük kuran Erdoğan, karşısında yüzde 45’in altında kalan Kılıçdaroğlu var. Geri kalan oyları aşırı sağcı, göçmen karşıtı Sinan Oğan aldı. Meselenin hatalı anketlerden daha derin sebepleri var. Türkiye’de seçmenin ne kadar milliyetçi hale geldiğini anlamadan sonuçları yorumlamak imkansız.

Milliyetçilik CHP’nin ılımlı kampanyasına baskın geldi

Bu değişim ülkenin güneydoğusunda ayrılıkçı Kürtlerle süregelen çatışmanın, Orta Doğu’dan gelen büyük mülteci akınının ve hem büyük medya kuruluşlarının hem de Erdoğan’ın Adalet ve Kalkınma Partisi’nin yıllardır süren propagandasının sonucu. Milletvekili seçimlerinde AKP, koalisyon ortağı MHP, muhalif koalisyonun ikinci büyük ortağı İYİ Parti ve en az üç parti daha milliyetçi politikalar üzerinden ilerledi. Örneğin MHP yaşlı ve güncelliğini kaybetmiş liderinin etkisiz kampanyasına rağmen yüzde 10’u aşkın oy aldı.

Dolayısıyla Erdoğan’ın hırçın milliyetçiliği Kılıçdaroğlu’nun ılımlılı ve yolsuzluk karşıtı kampanyasına kıyasla seçmende daha fazla karşılık buldu. Kılıçdaroğlu’nun Sünni ağırlıklı ülkede Alevi azınlıktan olması, Kürt parti ve seçmenlerin örtük desteğini alması da etkiliydi.

İki kolaycılıktan kaçmak gerek

Ne var ki seçim sonuçlarını yorumlarken iki kolaycılıktan kaçmak şart. İlki, eğitimli şehirliler beğensin ya da beğenmesin sonucun Türk halkının demokratik iradesini yansıttığı. İkincisi ise ilkinin tersi: Bunun bir otokratın tezgahladığı hileli bir seçim olduğunu söylemek.

Gerçek şu ki Türkiye’de birçok seçmen yolsuzlukların astronomik seviyelere çıktığını ve ekonomi yönetimindeki beceriksizliğin ülkeyi üç haneli enflasyona ve ciddi sıkıntıya sürüklediğini bilmesine rağmen Erdoğan’ı destekledi. Yolsuzluklarının yaşanan mal ve can kaybında ciddi ektisi olduğu deprem bölgesinde bile Erdoğan halktan destek gördü.

Öte yandan seçimin özgür ve adil olduğu da söylenemez. Televizyon ve yazılı basın neredeyse tamamen Erdoğan ve müttefiklerinin kontrolünde. Kürt azınlık partisinin lideri yıllardır hapiste ve bürokrasi artık bağımsız değil. Erdoğan ne derse o yapılıyor.

Dahası Erdoğan ve AKP yarattıkları müthiş kayırmacılık ağını sürdürmek ve kilit seçim bölgelerini beslemek için devletin imkanlarını kullanıyor. Asgari ücret ve memur maaşı zamları, devlet bankalarından yandaş işletmelere ucuz kredi, dar günlerde bile istihdamın düşmemesi için işletmelere yapılan baskı seçmen sadakatini pekiştirdi. Erdoğan’ın depremden etkilenen illerde bu kadar destek görmesinin bir sebebi de şahsen nakit dağıtması, kamuda istihdamı artırması ve depremzedelere yeni konut vaatleri oldu.

Medya ve yargı üzerindeki kontrol artar

Ancak muhalefet bir kez daha Erdoğan’ın AKP yerel örgütlerini ve iltimas ağlarını kullanma, ayrıca seçmenin ruh haline hitap etme becerisini hafife alırken sonuçlar Türkiye’deki kurumlar için kötüye alamet. Erdoğan’ın medya, yargı ve merkez bankası da dahil üzere bürokrasi üzerindeki kontrolü daha da artacak. Yolsuzluğu dizginleyecek ve ekonomi yönetiminde iyileşme sağlayacak politikalar ufukta görünmüyor.

İyimserler AKP’nin parlamento çoğunluğunu kaybetmesini ön plana çıkarabilir. Ancak Erdoğan seçimin ikinci turundan sonra meclisi kontrol etme konusunda eskisinden de güçlü bir konuma gelebilir. Bizzat yürürlüğe koyduğu cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi meclisin ağırlığını azalttı ve muhalefet bu kez her zamankinden daha bölünmüş olacak. Muhalefetteki parçalanma yüzünden CHP’nin sandalye sayısı azaldı. Kılıçdaroğlu koalisyonu bir arada tutup kendi adaylığı arkasında birleştirebilmek uğruna bazı sandalyeleri küçük partilere verdi.

AKP’de ekonomiyi düzeltecek uzmanlık yok

Üstelik Türkiye ekonomisi darboğazda. Toplam üretim 15 yılı aşkın süredir yerinde sayıyor. Ekonomik kurumlardaki genel yozlaşma yüzünden enflasyon neredeyse hiç dizginlenemiyor. Hem finans dışı işletmeler hem de bankalar bilanço açısından kötü durumda. Bu durum yakın gelecekte daha büyük erimenin habercisi. Merkez Bankası 2021’de döviz rezervi tükendikten sonra dost ülkelerin desteğine bağımlı hale geldi ve AKP’nin seçime yönelik kamu harcamaları yüzünden hükümetin mali kaynakları suyunu çekti. Halbuki depremde yıkılan bölgelerin yeniden inşası için büyük bir finansman gerekiyor.

Ülkeye muazzam kaynak akışı olmadan ekonominin nasıl normale döneceğini kestirmek zor. Hükümet daha konvansiyonel politikalar benimsediğine dair güçlü sinyaller vermedikçe böyle bir akış olası görünmüyor. Gelgelelim AKP ve bürokrasi içindeki müttefikleri bu zor günlerde ekonomiyi doğru yönlendirecek uzmanlıktan yoksun. Partinin muhafazakarlığına sıcak bakan ve işbirliği yapmak isteyen birçok iktisatçı ve bürokrat her söylenene evet diyecek kişiler uğruna Erdoğan’ın çevresinden uzaklaştırıldı.

Trump ve Modi’ye iyi haber

Seçimden küresel dersler de çıkarılabilir. Birincisi, Erdoğan’ın zaferi Hindistan’daki Narendra Modi ve ABD’deki Donald Trump gibi sağ popülist ve otoriter liderler için iyiye alamet. Onlar da kendi tabanını canlandırmak ve kutuplaştırmayı derinleştirmek için benzer taktikleri ve saldırgan milliyetçi söylemi kullanmaya devam edecek gibi görünüyor.

İkincisi, Türkiye’nin önümüzdeki aylarda yaşayacakları bu tarz siyasetin ekonomik sonuçlarını, bedeli kimin ödeyeceğini, yabancı ve yerli sermayenin ne tepki vereceğini gözler önüne serecek. Otoriterliğin çoğu zaman kötü ekonomi yönetimini beraberinde getirdiği düşünülürse, Türkiye’de yaşanan Türkiye’de kalmayacak.

Project Syndicate, 2023


MIT İktisat Profesörü. James A. Robinson ile birlikte Ulusların Düşüşü ve Dar Koridor: Devletler, Toplumlar ve Özgürlüğün Geleceği kitaplarının yazarı.