26 Nisan 2024, Cuma Gazete Oksijen
14.04.2023 04:30

Haziranda dönmek zor

Tam da ülke tarihini ve kişisel hayatlarımızı kökünden değiştirebileceğine inandığımız seçimlerin arifesinde zamanı ve nefessiz bekleyişi bir an durdurup bu kaderimize, kederimize kısacık da olsa bakmak isterim...

Meşhur laftır, “Türkiye evlatlarına kendinden başka bir şeyle meşgul olma imkânı vermiyor.” Ahmet Hamdi Tanpınar’ın günlüğüne yazdığı dertli bir cümle. Osmanlı’nın son döneminden itibaren, ama bilhassa Cumhuriyet’in kuruluşuyla eğitimli insanların melankolik yoldaşı olan bu cümle epeydir yenilenmeye muhtaç. Şöyle demeli belki, “Türkiye, evlatlarına nefesini tutmaktan başka yapacak bir şey bırakmıyor.” Eli böğründen beklemekten başka... Bir başka seçimi, bir başka referandumu, haber bültenini, son dakika gelişmesini, flaş açıklamayı. Biraz Kemal Tahir, biraz Tarık Buğra, azıcık Refik Halid Karay ama en çok Nazım Hikmet okuyanların, yani Türkiye tarihine mürekkep yalamış evlatlarının gözünden bakmışların bileceği gibi, Batı cephesinde yeni bir şey yok. Devlet babamızın ve anavatanımızın o gün bize nasıl beklenmedik bir tokat atacağını tahmin ederek ve bir gün, belki yarın, belki yarından da yakın diyerek kendine geleceğini bekleyerek, böyle işte, yaşayıp gidiyoruz. Ömür geçiyor. Tam da ülke tarihini ve kişisel hayatlarımızı kökünden değiştirebileceğine kesinlikle inandığımız seçimlerin arifesinde zamanı ve nefessiz bekleyişi bir an durdurup bu kaderimize, kederimize kısacık da olsa bakmak isterim.

Nasıl plan yaparsın?

“Nasıl yahu? Nasıl haziran için plan yaparsın! Seçimler 14 Mayıs’ta,”dedi bir arkadaşım iş için yapacağım yolculukları anlatırken. Öyle bir baktı ki yüzüme, sanırsın, bir elimde cımbız bir elimde ayna, umurumda mı sanki dünya! Sanki vazgeçmişim memleketten, sanki depremden beri seçim, politika yazan, başka hiçbir şey düşünemez, konuşamaz hale gelen ben değilim. Sanırsın dünya yıkılsa bir kalbur samanı yanmayan o gamsızlardan biriyim. Kestirip attım biraz, “Bundan sonra böyle. Ev çağırınca değil, ben karar verince gideceğim.” Bir tür onur meselesi ya da gurur mu, tam da bilemedim. Ama dayak yediğin bir yere kaç kere koşa koşa geri gidebilirsin bu kez şefkat göreceğin umuduyla? Kaç kere dönmeli insan eve ağlatılacağını bile bile? Karşılıksız aşkların eziyetini çeken bilir. İnsan kimseden kendinden ettiği kadar nefret edemez.
Bütün o adamları, kadınları düşünüyorum bunları yazarken. Suat Derviş’i mesela, Sabahattin Ali’yi, Mustafa Suphi’yi, Ahmet Kaya’yı ve daha binlercesini. Dayak yemekten bıkıp kaçan, uzaklarda yıllarca memleketin minnacık bir işaretini, parmak şıklatmasını bekleyen, ülkenin küçük bir baş hareketini bir umutla yanlış anlayıp dönen, hapishanelere düşen, çıkar çıkmaz canını kurtarmak için tekrar evden kaçan ve sonra yine, tıpkı bugün bizim yaptığımız gibi bir sonraki seçimi, bir sonraki açıklamayı eli kalbinde, nefesini tutup bekleyen... Ne onur ne gurur kalmaz insanda, zalim bir maşukun elinde oyuncak olmuş gibi savrulup durursun öyle. Ondan kestirip attım öylece, “Bundan sonra böyle. Ev çağırınca değil, ben karar verince gideceğim.” Oysa ne kazın ayağı öyle ne de insan gerçekten nefes alabiliyor böyle. İnsan kendinden bile gizleyerek nefesini tutuyor yine de.