22 Kasım 2024, Cuma Gazete Oksijen
08.10.2021 04:30

İklim krizi büyük risk, 2050’ye kadar karbon nötr olacağız

Levent Çakıroğlu, 110 bin çalışanı olan, 150’den fazla ülkeye ihracat yapan, Türkiye dışında 64 farklı üretim ve pazarlama tesisi olan Koç Holding’in CEO’su. Aynı zamanda global platformlarda hem şirketini hem de Türkiye’yi temsil eden bir CEO. Çakıroğlu ile Koç Holding’in düşük karbon ekonomisine geçiş sürecindeki adımlarını konuştuk
İklim krizinin etkilerini önleyecek son kuşağız. Bireysel çabaların ötesinde devletlerin, kurumların adımları çok değerli ve bu adımlar geleceği şekillendirecek.  Koç Topluluğu olarak nasıl bir sorumluluk duyuyorsunuz?  Haklısınız, dünyanın en zor ve en öncelikli meselelerinden biri iklim krizi. Ve bu öyle bir kriz ki; çözümünde hiçbir aktörün tek taraflı çabasının yeterli olmayacağı, yoğun iş birliği gerektiren küresel dev bir sorun. Koç Holding olarak iklim değişikliğiyle mücadele ve düşük karbon ekonomisine geçiş yolculuğunda tüm şirketlerimizi ve ekosistemimizi harekete geçirme sorumluluğumuz var. Kuruluşumuzdan bu yana işimizi, içinde yaşadığımız toplum ve çevreyle bir bütün olarak görüyoruz. İşimizi büyütürken, insanı odağına alan, dünyayı ve toplumu gözeten bir yaklaşımla hareket etmeye özen gösteriyoruz. Sürdürülebilirlik çerçevesinde düşük karbon ekonomisine geçişimizi daha stratejik yönetmek ve daha iddialı hedefler belirlemek için Koç Topluluğu Karbon Dönüşüm Programı’nı başlattık. “Düşük Karbon Ekonomisine Geçiş” yolculuğumuzun önemli adımlarından biri olarak, sıfır karbona ulaşmayı hedefleyen, dünyanın önde gelen kuruluşlarını bir araya getiren “İklimle Bağlantılı Finansal Beyanlar Görev Gücü”ne (TCFD) destek veren şirketler arasına katıldık. Ayrıca şirketlerimizin iklim risklerini analiz ettiğimiz bir çalışma başlattık. 2050 yılına kadar karbon nötr olma taahhüdümüz doğrultusunda şirketlerimiz de hedeflerini ortaya koymaya başladı. Koç Topluluğu son yıllarda çok yüksek sesle dile getirmese de bir kültürel dönüşüm yaşıyor. Karbon dönüşümünü de bu kapsamda mı ele alıyorsunuz? 2016 yılında Topluluk genelinde dijital dönüşüm programımızı başlatırken “Sonraki dönemlerde bizi farklı dinamikler de değişime zorlayacak. Bu sebeple de amacımız değişimden korkmayan, değişimi kucaklayan, hatta değişime liderlik edecek bir kültür yaratmak” demiştim. Onun için de çok daha geniş kapsamlı bir kültürel dönüşüm programı olarak ele aldık. Dijital dönüşüm, inovasyon, kurum içi girişimcilik, sıfır bazlı bütçeleme gibi zihniyet değişimi sağlayacak programlar takip etti. Bütün bu dönüşümü destekleyecek şekilde çevik yönetim modellerini benimsedik. Bütün bunları yaparken aslında sürdürülebilirlik her zaman bizim odağımızdaki bir konuydu. Bir taraftan Yeşil Mutabakat da hayatınıza girdi… Paris Anlaşması’ndan sonra umutlarımız çok artmıştı. Fakat Trump yönetiminde Amerika’nın çekilmesi büyük bir hayal kırıklığı oluşturdu. Geçen yıl olumlu gelişmeler art arda geldi. Japonya, Güney Kore, Güney Afrika gibi ülkeler peş peşe karbon nötr olmayı hedefledikleri tarihleri açıkladılar. Başkan Biden ABD’nin Paris Anlaşması’na döneceğini belirttikten sonra çok iddialı bir yol haritası ortaya koydu. Ama buradaki tetikleyici esasen Avrupa Birliği’nin Yeşil Mutabakatı oldu. Yeşil Mutabakat Türkiye’nin ihracatını çok etkileyecek. Peki siz bu kapsamda neler yapıyorsunuz?  Bu dış ticaretinin yüzde 50’sini Avrupa Birliği ile gerçekleştiren ülkemiz ve Topluluğumuz için çok önemli. Pandemi öncesi AB’nin Yeşil Mutabakat ilanı, pandemi sürecinde de hiç vazgeçmeden, kararlılıkla bu alandaki çalışmalarını sürdürüp, agresif hedefler koyması belirleyici faktör oldu diyebilirim. Yeşil Mutabakat uluslararası ticarette köklü değişikliklere yol açacak. AB’nin iklim değişikliğiyle mücadelesinin merkezine koyduğu bir program olsa da, esas itibarıyla üye devletlerin dijital dönüşümünü hızlandıracak, rekabetçi üstünlük kazanmalarını sağlayacak ve istihdamı artıracak bir ekonomik büyüme modeli. Sınırda karbon vergisi kararıyla da tüm endüstrileri ve sektörleri etkileyen bir durum da ortaya çıktı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Paris İklim Anlaşması’nı Meclis’in onayına sunmayı planladıklarını açıklaması ülkemiz için önemli gelişmelerden biri oldu.  Önümüzdeki ay gerçekleşecek BM İklim Değişikliği Konferansı 26’ncı Taraflar Toplantısı’ndan önce Türkiye’nin Paris Anlaşması’nı onaylamasını, ardından da Türkiye’nin 2053 yılı net sıfır hedefi için eylem planlarını belirlemesini bekliyoruz. Biz de ürünlerimizi, girdilerimizi, tedarik zinciri mimarisini o gözle değerlendirmeye başladık. Tedarik zinciri açısından da çok büyük bir ekosistemin merkezindeyiz. Dolayısıyla kendi teknolojilerimizi geliştirerek, karbon emisyonumuzu azaltmamız, ürün tasarımlarımızı değiştirmemiz yeterli olmuyor. Onun girdisini üreten tedarik zincirinin de aynı bilinçle ve hassasiyetle hareket etmesi çok önemli. O bakımdan da bizim Topluluk içerisinde uyguladığımız bu Karbon Dönüşüm Programımızın büyük bir etki gücü olduğuna inanıyoruz.
2020 yılında Koç Holding konsolide bazda toplam 183.8 milyar TL ciro elde ederken, 10.7 milyar TL kombine yatırım gerçekleştirdi. Topluluk son 5 yılda 42 milyar TL’lik yatırım yaptı.
2020 yılında Koç Holding konsolide bazda toplam 183.8 milyar TL ciro elde ederken, 10.7 milyar TL kombine yatırım gerçekleştirdi. Topluluk son 5 yılda 42 milyar TL’lik yatırım yaptı.

Ofislerimizde 48 farklı dil konuşuluyor

Bir tarafta hizmet sektörü, bir tarafta beyaz eşya, otomotiv var…Nasıl bir etki ekosisteminiz var? Koç’un tüm ekosisteminde dönüştürücü bir etkisi var ve bu etkinin tedarik zincirimizde yıllardan beri farklı şekillerde somutlaştığını görüyoruz. Bugün Türkiye otomotivde, beyaz eşyada dünyanın en büyük üretim merkezlerinden biri ve bunda Koç Topluluğu’nun çok büyük bir katkısı var. Otomotivde de beyaz eşyada da dünya çapında üretim yapan tedarikçilerimiz var. Ana şirketin beklentileri, ana şirketin mühendislik gücünün, Ar-Ge gücünün tedarik zincirine yansıması, oradaki kalite kontrolleri, verilen destekler bu sanayiyi, tedarikçilerimizi geliştirdi, büyüttü. Tedarik zincirindeki diğer yan sanayi şirketlerimiz de ayrı ayrı ihracatçı haline geldi. Benzerini Karbon Dönüşüm Programı sürecinde de başaracağımıza inanıyoruz. Düşünün ki; 150’den fazla ülkeye ihracat yapıyoruz. Türkiye dışında 64 üretim tesisimiz ve pazarlama şirketimiz var. Ofislerimizde 48 farklı dil konuşuluyor. 110 bin çalışma arkadaşımızla, 10 binin üzerinde bayimiz, servislerimiz ve tedarikçilerimizle iyi bir etki gücüne sahibiz. Kendi dönüştürücü etkimizin arkasındaki unsurlardan en önemlisini “samimiyet” olarak görüyorum. Bir konuda liderlik ediyorsak, paydaşlarımız bu konuda samimiyetle elimizden gelenin en iyisini yaptığımıza emin oluyor. Söylemlerimiz ve sahadaki faaliyetlerimiz arasındaki tutarlılığı görüyorlar. Bu dönemde sürdürülebilirlikten konuşmak modaymış gibi algılayan yapılar var. Oysa dipten gelen bir değişim sağlayamazsanız “mış gibi” yapmış oluyorsunuz. Şirketlerin sürdürülebilirlik karnesi gerçekçi mi? Evet, dijitalleşme, sürdürülebilirlik sanki moda tabirler gibi görülüyor. Oysa işlerimiz açısından, oradaki sorumluluğumuz açısından baktığımızda “gayet gerçekçi bir yaklaşımla” süreci değerlendiriyoruz. Sürdürülebilirlikle ilgili parametreler, dinamikler iş modelimizin önemli bir unsuru ve girdisi olmak zorunda. İklim krizi en büyük sürdürülebilirlik riski ve özel sektör olarak çok büyük sorumluluklarımız var.  Orman yangınları, kasırgalar, seller, bütün bunlar işlerimizi, tedarik zincirimizi etkiliyor. İş dünyası olarak bu riski yönetmek zorundayız. İkincisi artık talep de o yönde. Tüketicinin talebi, yatırımcının talebi, çalışanın talebi… Sizden bu konularda somut adımlar ve taahhütler bekliyorlar. Dolayısıyla iş modelinizi öyle bir kurgulamanız lazım ki bütün bu talebe cevap verecek, riskleri yönetecek, tehditleri bertaraf edecek, fırsatları değerlendirebilecek şekle gelsin.

Ağır bedel ödememek için dönüşüm şart!

Yeni dünyada Türkiye’nin avantajları ve dezavantajları neler? Türkiye’nin üretim gücünü artırması için neler yapması gerekiyor?  Türkiye’deki özel sektörün en büyük avantajı iyi karnesi ve bunun getirdiği özgüven. Biz artık “Yapabilir miyiz?” diye sormuyoruz, şartlar oluştuğunda yapabileceğimizi gördük, herkese de gösterdik. Bilhassa 1995 yılında Avrupa Birliği ile Gümrük Birliği’nin tesis edilmesinden sonra pek çok sanayi kolunda mühendislik ve üretim yetkinlikleri geliştirdik. Hizmet sektörlerimiz de büyüyen sanayimizle birlikte hem çeşitlendi, hem güçlendi. Bugün artık rekabetçi bir ulusal kapasite var ve başardıklarımız bize ilerisi için cesaret veriyor. Ancak, bu kapasiteyi yarının gereklilikleri doğrultusunda sonraki versiyona yükseltmemiz gerekiyor. Hızla gelişen yeni teknolojiler, yeşil dönüşüm dinamiği ve toplumsal taleplerdeki değişim, bugün tatmin edici görünen iş modellerimizin bir kısmını değiştirecek, bir kısmını ise ortadan kaldıracak. Sadece fiziksel altyapımıza değil, ondan da çok insan kaynağımıza yatırım yapmamız şart. Yeni nesilleri geleceğin henüz adını dahi bilmediğimiz iş alanlarında küresel rekabete hazırlayacak formasyonla yetiştirmek zorundayız. Mevcut iş gücümüzü de uygun eğitim programlarıyla hazırlamamız gerekiyor. Aksi halde ağır ekonomik ve sosyal bedeller öderiz. Sizin bir de global anlamda yüklendiğiniz sorumluluklar oldu bu süreçte. Türkiyeden bir CEOnun bu görevleri almasından çok gurur duyduk… Oradan bu tarafa baktığınızda neler görüyorsunuz?  Uluslararası küresel platformlarda yürüttüğümüz çalışmalar, bize ülkemizi temsil etme fırsatı veriyor. AB ile güçlü ticaret bağlantıları olan, ancak AB menşeli olmayan şirketlerin duyarlılıklarını ve her şeyden önce ülkemizin menfaatlerini gözeten bir yaklaşımla iki konunun savunuculuğunu üstleniyoruz. Öncelikle, AB ile sahip olduğumuz ticari ilişkileri göz önünde bulundurarak, tedarik zincirlerine yönelik daha kapsayıcı adımlar atılması ve yeşil dönüşümü teşvik edecek fonlardan AB’ye üye olmayan ülkelerin de yararlanmasını sağlayacak mekanizmaların geliştirilmesi gerektiğini savunuyoruz. Özellikle gelişmekte olan ülkelerin inovasyon ve teknoloji geliştirme kapasitesine bu fonlar yoluyla kaynak sağlanmasına ihtiyaç var.
Koç Holding şirketlerinde pandemi sonrasında da hibrit çalışma modeli uygulanıyor.
Koç Holding şirketlerinde pandemi sonrasında da hibrit çalışma modeli uygulanıyor.
İkinci olarak, yine AB dışında faaliyet gösteren şirketlerin değerlendirilmesinde sürdürülebilirlik performansının dikkate alınması gerektiğini ifade ediyoruz. Özel sektörün rolünü net şekilde tanımlayıp somut adımlar ortaya koymak amacıyla Dünya Ekonomik Forumu bünyesinde oluşturulan ve 30’dan fazla küresel firmanın davet edildiği CEO Eylem Grubu’na Koç Holding olarak dâhil olduk. Dünya Ekonomik Forumu’nun Advisory Council for The Fourth Industrial Revolution isimli danışma kurulunda da görev yapıyorum.  Bir taraftan şirketler dijital dönüşümü başarırken, kamunun dijital dönüşümü konusuna da nasıl destek verilebilir, oradaki ihtiyaç nedir gibi gündemlerimiz oluyor. Diğer yönden bize de diğer CEO’larla tecrübelerimizi paylaşma fırsatı veriyor.

CEO’ların gündemi

Hem sizin hem de dünyanın dev şirketlerini yöneten CEO’ların gündem maddelerinde en zorlandıkları noktalar neler?  Özellikle son yıllarda dünyamızı şekillendiren dinamikleri belirsizlik ve değişim kavramları üzerinden değerlendiriyorum. Değişim aslında her zaman vardı ama hızı ve etki alanı arttı. Belirsizliğin nedenlerinden biri de bu hızlı değişim aslında. Böyle ortamlarda CEO’lar için en önemli zorluk, değişimden korkmayan, değişimi kucaklayan, değişime liderlik edecek bir kültür yaratmak. Değişim devam edecek ve böyle bir ortamda mevcut iş modellerini de süratle yeni koşullarına göre değiştiremeyen şirketler geride kalacaklar. Düşük karbon ekonomisine geçiş, yeşil dönüşüm benim de farklı platformlarda beraber görev yaptığım küresel şirketlerin CEO’larının gündeminde en ön sırada. İklim krizi iş dünyası için en önemli sürdürülebilirlik risklerinden birisi. Dolayısıyla işlerimizi yönetirken her zamankinden daha çevik, hızlı ve esnek olmak durumundayız. 

Çalışan sayımız 110 bini geçti

Pandemide sizin istihdamınız nasıl etkilendi? 2020 yılı boyunca istihdamı koruduk. Her çalışma arkadaşımıza tam maaş ödedik. Gururla söylemek isterim ki pandemi başında 97 bin olan çalışan sayımız bugün 110 binin üzerine çıktı.

6 yıldır Koç Holding’in tepe yöneticisi

1967 doğumlu Levent Çakıroğlu Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirdikten sonra ABD’de Illinois Üniversitesi’nde yüksek lisans yaptı. Maliye Bakanlığı’na hesap uzmanı olarak girdi. Bilkent Üniversitesi’nde akademisyen olarak çalıştı. 1997’de Maliye Bakanlığı Mali Suçları Araştırma Başkan Yardımcısı oldu. 1998’de de Koç Holding’e girdi. Koçtaş, Migros ve Arçelik Genel Müdürlüğü yaptı. 2015 yılında Koç Holding’in CEO’su oldu.