23 Kasım 2024, Cumartesi Gazete Oksijen
13.09.2024 04:30

Erol Tabanca: Gücü olan tüm koleksiyonerler eserlerini toplumla paylaşsın

OMM-Odunpazarı Modern Müze, çağdaş eserler ve fantastik tasarımları bir araya getiren Ehlikeyif sergisi ile 5. yılını kutluyor. OMM’un kurucusu, iş inşanı Erol Tabanca ve OMM’un yönetim kurulu başkanı İdil Tabanca ile OMM’un beş yılını, yeni sergisini ve geleceğini konuştuk

Eskişehir’de bir sanat müzesinin kurulmakta olduğunun ilk haberini aldığım zamanı dün gibi hatırlıyorum. İş insanı, Polimeks Holding Yönetim Kurulu Başkanı, koleksiyoner Erol Tabanca tarafından tam beş yıl önce kurulan OMM - Odunpazarı Modern Müze hem üstlendiği misyon hem de dünyaca ünlü bir mimar olan Kengo Kuma tarafından Eskişehir Odunpazarı’na çok yakışan, yerel mimari özellikleri de göz önüne alarak, kendi başına mücevher güzelliğinde bir sanat eseri gibi tasarlanan müze binasıyla da daha açıldığı ilk günden bu yana çok konuşulmuştu. Yönetim Kurulu Başkanı’nın İdil Tabanca, direktörünün ise Defne Casaretto olduğu müze; beş yıl gibi kısa bir süreye çok başarılı sergilerin yanı sıra sürdürülebilirlik, çevre dostu olmak ve veganlık gibi önemli misyonları da ekleyerek yalnızca yöresinde değil tüm Türkiye’de ve hatta sınırları aşarak yurt dışında da adından başarıyla söz ettirdi. Çok sayıda önemli ödüllerin de sahibi oldu. Kültür ve Turizm Bakanlığı Özel Ödülü (2019), 18th Museums + Heritage Awards (Müze ve Kültürel Miras Ödülleri) Uluslararası Proje Ödülü (2020), Avrupa Müze Forumu (EMF) “Avrupa’da Yılın Müzesi Ödülleri (EMYA) Özel Takdir Ödülü (2021)’nün yanı sıra OMM, ArtNews’un hazırladığı ‘100 Yılın En İyi 25 Müze Binası’ (2022) listesinde yer aldı. 30.000 kişi sanat eğitim programna katıldı, 800,000’i aşan sayıda ziyaretçiyi ağırladı.

Erol Tabanca: “Kengo Kuma Odunpazarı’nın eski Osmanlı evlerini görünce, geleneksel yapı malzemeleri ve Osmanlı mimarisinin bazı etkilerini de kendi projesinde kullanarak böyle modern bir yapı oluşturdu.”

 

OMM beşinci yılını yine özel bir sergiyle kutluyor. Küratörlüğünü İdil Tabanca’nın üstlendiği, 20 Temmuz 2026’ya dek süren Ehlikeyif adlı sergi, resim, heykel, yerleştirme ve mobilya tasarımı disiplinlerinde geleneksel sınırları ustalıkla aşan uluslararası sanatçı ve tasarımcıları bir araya getiriyor. Ehlikeyif, form ve işlev arasındaki ilişkiyi yeniden tanımlıyor. Serginin en dikkat çekici yanı ise doğanın unsurlarıyla aşılanmış, alışılmadık ve eğlenceli mobilya tasarımlarını bir araya getiriyor olması.

Erol Tabanca: Biz, 30 bin çocuğa OMM’da sanat eğitimi vermişiz. Bu 30 bin çocuktan 15-20 tanesi sanatta başarılı işler yapıyorsa yeter.
Fotoğraf:  Barış Acarlı

 

OMM’un kurucusu, iş inşanı Erol Tabanca ve OMM’un Yönetim Kurulu Başkanı İdil Tabanca ile OMM’un beş yılını, yeni sergisini ve geleceğini konuştuk.

Degas, “Sanat gördüğünüz değil, diğerlerinin görmesi için yaptığınızdır” demiş. Bunu bir müze kurucusuna uyarlarsak, siz diğerlerinin görmesi için nasıl bir sanat mekanı hayal etmiştiniz ve bugün geldiğimiz noktada bu hayaliniz ne oranda gerçekleşti?

Bu aslında bir süreç. Hadi bir müze yapalım diye ortaya çıkmış bir şey değil. Hikayeyi çok kısaca özetlemek gerekirse sanata olan bir tutkuyla başlıyor. Akabinde elinizde tabii sanat eserleri oluşmaya başlıyor ve bir süre sonra biz bunları ne yapacağız diyorsunuz. Önce kendi ofislerimizde arkadaşlarla paylaştık. Aslında ilk olumlu tepkiyi onlardan almıştık. Çünkü çok severek herkes ofisinde kullandı. Ama sanat eserlerinin miktarı ve hacmi arttıkça mekan sorunu olmaya başladı. Bu eserlerin hiçbiri alınıp depolara konulması için yapılmış eserler değil. Sanatçı mesajını vermek ve toplumla paylaşmak üzere yapıyor. Biz koleksiyonerler, galeri veya müze sahipleri aslında buna aracı olan kişileriz. Ve o aşamada da bir müze yapalım demedik. Aslında biraz etap etap gitti bu iş. Dostlarımıza kimi eserlerimizi dönem dönem sergileyeceğimiz hafif depo gibi bir alan yarattık başta İstanbul'da Sanayi Çarşısı'nda. Fakat o da yetmemeye başladı. İşte o zaman müze fikri oluştu ve ilk aklımıza gelen şey bunu doğduğumuz memlekete yaparsak Anadolu insanını da modern sanatla daha yakınlaştırır mıyız oldu. Buradan hareketli bir müzemiz oluştu. Ben eşim Rana'yla bu konuyu konuşurken ilk öne çıkan konu nerede yaparsak doğru olacağıydı. İstanbul modern ve çağdaş sanatla ilgili hem galerilere hem müzelere sahip, Eskişehir'de yapmanın daha doğru olduğunu düşündük. İyi ki de öyle yapmışız, çok memnunuz.

Mamali Shafahi, Sandalye, 2021, Epoksi ve reçine, 210 × 160 × 170 cm
Fotoğraf:  Seppe Elewaut-Michaël Smits



Müzeye giden uzun bir yol. Yolun en başına dönelim mi? Sanırım sanatla yakından ilgilenmeye Ankara yıllarında Galeri Nev’i ve Haldun Dostoğlu’nu ziyaretlerinizle başlamışsınız. Ki Haldun Bey daha sonra müzenin de ilk küratörü olmuştu. Biraz o yıllardan ve bu dostluktan bahsedelim mi?

Ben mimarım ve o dönemde de Ankara'da mimarlık öğrencisiydim. Haldun abiler bizim idolümüzdü. Hem mimar olarak da büyüklerimizdi. Onların o zaman mimari ofisleri vardı ve bazı arkadaşlarımız onlarla birlikte çalıştı. Ama Galeri Nev, zamanının Ankara için çok önde gelen bir yeriydi. Belki farkında olmasak da oraya gidip gelirken aslında sanatla ilk tanışmamız söz konusu oldu. Haldun abinin o hem dingin duruşu, hem sanatçılarla olan çok sağlıklı ilişkisi benim için önemli bir yol gösterici oldu. Ve evet kader ne kadar iyi ki İstanbul'da da yollarımız kesişti. Ve benim koleksiyonumun sergilendiği müzenin ilk sergisi olan Vuslat’ın küratörlüğünü de sağ olsun bizi kırmadı Haldun Abi yaptı.

Erol Tabanca ve Elif Tanrıyar (Fotoğraf: Barış Acarlı)

Haldun Bey gibi bu sizin müzeye giden yolunuzda ve koleksiyonerliğinizde sizin üstünüze etkisi olan başka isimler var mı? Yollarınızın kesiştiği, ilham aldığınız…

Yakın çevremizdeki sanatla ilişkisi olan çoğu insanla düşünce paylaşarak yolu daha doğru kılmaya çalışıyoruz. Ben çoğu zaman söylüyorum bunu. Çok bilinçli bir sanat eğitimi alarak yola çıkmış ve yürümüş bir insan değilim. Ama çevremdeki kişilerin düşüncelerini can kulağıyla dinliyorum. Burada Hüsamettin Koçan hocamı anmak isterim. Çoğu sohbetlerimizde onun engin tecrübesi ve sanat içindeki yeri bizim için önemli. Aynı zamanda Baksı Müzesi'nde de hem ben hem eşim Rana vazifeliyiz hocamın. Turgay Artam, Olgaç Artam, onlar da sanatın başka bir boyutunda yer alan insanlar. Onlarla çok sık mesaim oluyor. Sanatçılarla olabildiğince yakın ilişkiler kurmaya çalışıyoruz. Bunlar içindeki en önemlisi Guido Casaretto, aynı zamanda bizim müze direktörümüz Defne'nin eşi.

Müzeye giden yolda hem koleksiyonerliğinizin ve tarzınızın gelişimini nasıl izlediniz?

Bir yöne evrilmesinin en önemli yardımcıları aslında büyük kızım İdil ve bizim şu anda müzenin direktörlüğünü yapan Defne. İdil o zaman yurt dışındaydı. Defne ile mevcut koleksiyonumuzu nasıl daha doğru kılarız dediğimizde Defne'nin oluşturduğu bir strateji vardı. Hem dönemsel hem de sanatçı profili olarak mevcut koleksiyonumuzu da klasifiye ettik ve ardından da özellikle de genç sanatçılara çok önem vererek -ki o bizim önemli bir stratejimiz oldu belli bir noktadan sonra- genç sanatçıların işleriyle koleksiyonumuzu büyütmeye çalıştık. Müzedeki sergilerimizde de onlara yer vererek bunu özellikle kamuoyuna da hissettirmek istedim.

Bina da başlı başına bir sanat eseri. Bunda kuşkusuz bir binadan öte kendisini başlı başına bir sanat eseri olarak tasarlayan Japon mimarlık ofisi Kengo Kuma & Associates imzasının da payı büyük… Kendisiyle nasıl bir araya gelmiştiniz?

Böyle bir müze fikri konuşulmaya başlandığında özellikle iş insanı olan arkadaşlarımızdan bir grup Japonya seyahatinde Kengo Kuma ile görüştüklerini onun çok mütevazı bir tavrının olduğunu sohbet sırasında bahsedince, biraz daha derinliğine araştırdığımda aslında malzemeye çok önem verdiğini, özellikle yörenin özelliklerini çok göz önünde bulundurduğunu düşündüm. Bizim müzemizin yer aldığı Odunpazarı, Osmanlı sivil mimarisinin örneklerinin çokça fazla olduğu, geleneksel inşaat malzemeleri ve inşaat karakteri çok öne çıkan bir yer. Bir anda onlar böyle birbiriyle örtüştü ve Japonya'ya bir ziyarette kendisiyle buluştum. O da hem heyecanlandı hem ilgilendi. Ve geldi, bir üç günlük Eskişehir seyahati yaptık. Odunpazarı'nın eski Osmanlı evlerini görünce oradaki yapı malzemelerinden çok etkilendi. Ve çıkış noktası olarak hem bizim Osmanlı'nın kullandığı geleneksel yapı malzemeleri ve Osmanlı mimarisinin bazı etkilerini de kendi projesinde kullanarak böyle modern bir yapı oluşturdu. Ben hep her dönemde yapılan yapının o dönemi ifade eden bir hali olmalı diye düşünüyorum. 21. yüzyılda yine aynı ahşap malzemeyi kullanarak modern anlayışlı bir yapının yapılması hem eski yapıların kendi tarihini ve dilini anlatması hem de yeni yapının kendi dilini anlatması açısından çok önemli görüyorum.

Peki, kızınız İdil Hanım’ın dahil olması, birlikte çalışmanız nasıl gelişti?

İdil aslında Amerika'da sanat eğitimi aldı, fotoğrafçılık ve dijital medya üzerine. Uzun yıllar da orada kendi işiyle ilgili çalıştı. Akabinde yine Amerika'da bir dergi çıkarttı. Ama bu süreçte bizim müze gündeme gelince biraz da tabii evlat hasretini nasıl engelleyebiliriz diye ben İdil'e söyledim. O zaman İdil bana çok enteresan bir şey söyledi. “Baba” dedi,” sen bu müzeyi topladığın ve güzel bulduğun eserleri insanlarla paylaşmak için, onlara göstermek için kullanacaksan, ben bu işte olmam,” dedi. “Ama müzeyi bir ifade alanı olarak görüp, insanların, toplumun sorunlarına dokunuşlar yapacak, bir ifade alanı şeklinde düşünüyorsan ben varım,” dedi. Vallahi ben o zaman ilk önce tam kavrayamadım ne demek istediğini. Çünkü genç neslin yaşamla ilgili mücadeleci tabi bir tavrı ve kararlılığı oluyor. Tabii ki gönlümden geçen şey başta da söylediğim gibi hem emek harcayarak hem de belli bir sermaye harcayarak yarattığımız koleksiyonun insanlar tarafından görülmesiydi. Ama İdil'in bu müdahalesi, bu müzecilik, koleksiyonerlik, yani topluma bir mesaj vermenin başka bir boyutu olduğunu da hatırlattı bize. Sonra bir konsensusla anlaştık ve onun üzerine İdil Yönetim Kurulu Başkanı oldu. Bugüne kadar da yapmış olduğumuz beş serginin beşinde de -yani birinci sergi tamamen benim koleksiyonumdan oluşuyor. Aslında müzenin açılış sergisi diye söylemek lazım- onun dışındaki sergilerin hepsinin topluma bir mesajı olan sergilerdi. Konunun başına gelirsek, müzemiz aslında sergileriyle toplumumuzda mesele olmamasına rağmen mesele haline getirilen konulara dokunarak bir uyarıcı niteliği olan sergiler oluşturdu. Ve sanırım bugüne kadar 800 bin kişi müzemizi ziyaret etti. Bu önemli bir rakam. Anadolu kentinde bu kadar izleyiciye ulaşması çok önemli. Tabii ki bununla birlikte eğitim çalışmaları var. Onlar da farklı bir boyutu müzenin.

Şimdi hep güzel taraflarını konuşuyoruz ama sonuçta müze kurmak zor bir iş. Türkiye'de bir müze kurmak dediğimde iyi yönleri kadar zor yanlarından da bahsetsek. Neler söylersiniz?

Öncelikle müze kurmanın şöyle zorlukları var deyip de insanların kafasında bir soru işareti yaratmak istemem. Çünkü Türkiye'de hem koleksiyon sahibi hem de güç sahibi çok fazla insan var. Ve ben kendi müzelerini oluşturmalarını şiddetle tavsiye ediyorum. Ama şöyle söyleyeyim, geçmiş dönemde kendi iş hayatımızda, yanlış anlaşılmasın kendi kendimize övüyoruz gibi olmasın, ama bütün iş hayatımız boyunca önemli işler yaptık. Bizim yaptığımız bu işlerdeki başarılar insanlar tarafından görüldü takdir edildi. Müzeyle ilgili gördüğümüz takdiri, toplumun her türlü kesiminde, teşviği o kadar hissettik ki biz ve o kadar gurur duyduk ki ailecek. Yani toplum hiç farkında olmadan şunu görüyor; karşılıksız yapılan bir iş bu, bir kültür hizmeti. Ve bundan sizin bir gelir beklentiniz olmadığı gibi bunu sürdürebilmeniz için de hep bir gelir yaratmanız gerekiyor oraya. Bunu baştan sona bir sosyal sorumluluk alanı diye görmek lazım. Ve inanın bunu yaptığınız, oradaki insanların tepkisini aldığınız zaman iç huzurunuz çok farklı oluyor. Bire bir yaşayan bir insan olarak söylüyorum bunu. Ancak tabii ki her işin zorlukları var. Yani bürokratik zorlukları olabilir, toplumun bazı değerlerine karşı bir sergi oluştuğu zaman toplumun tepkisi olabilir. Bu tepkiler medeniyet içinde olursa hiç mesele değil ama medeniyet dışına çıktığı zaman o sizi, ailenizi rahatsız eden boyutlara geliyor. Ancak o duyduğunuz gurur veya o yarattığınız eserin toplum üzerindeki bıraktığı etkisiyle kıyaslanamayacak kadar küçük şeyler bunlar. Yani biz, 30 bin çocuğa orada sanat eğitimi vermişiz. Bu 30 bin çocuktan 15-20 tanesi sanatta başarılı bir işler yapıyorsa yeter. Çünkü o kadar insanın ruhunu başka hale dönüştüren bir şey ki sanatla uğraşmak. Bir arkadaşımla çok sıkıntılı bir anımızın akabinde bir sergi gezdiğimizde bana “Ya Erol çok enteresan, içim çok rahatladı,” demişti. Aslında fark etmediği şey orada yaratılan güzelliklerin, orada verilmek istenen ifadenin ona yansımasıydı. Ama dünyanın neresine giderseniz gidin, en çok ilgi çeken yerler artık müzeler. Medeni toplumlarının hepsi insanların yarattığı eserleri görmek için çaba sarf ediyor. Bunu diğer müzeleri gezerken fark ediyoruz. Online bilet almanıza rağmen kapıda sıra bekliyorsunuz. Bu önemli bir şey.

Peki, bütün bu beş yıl içinde en çok ne zaman gurur duydunuz?

Yani tam gurur duymak demeyeyim ama... Yani mutlu olmak. Şöyle, müzemizin ilk sergisi açıldıktan bir ay sonra falan ben müzeye gittiğimde bizim Eskişehir'in, Odunpazarı semtinin yerlileri vardır. Böyle beyaz örtmesi ve şalvarıyla, ayağında lastik ayakkabısıyla gelmiş iki tane nine ile torunlarının sergiyi gezerken birbirlerine takılmalarını duyunca çok hoşuma gitmişti, çok keyif almıştım. Torunlardan biri diyordu ki, “Anneannem daha çok Picasso'dan hoşlanıyor, burada göremedi.” Yani bu böyle ufacık çocuğun mizah duygusu ve sanatla ilgili yakın ilişkisini gösteriyordu. Bir de, Odunpazarı'nda biz bu sergiyi yaptıktan sonra orada üç esnaf, tam açılış sonrasında “Erol Bey, biz seninle bir konuşmak istiyoruz,” dediler. Biri köfteciydi, biri hediyelik eşya satıyordu. “Erol Bey, bu inşaat yapıldığı andan itibaren biz esnaf olarak sizin yaptığınız işten dolayı kazancımız arttı. Biz size çok minnettarız. Siz bu müzeyi yaparken sanata hizmet ediyorsunuz ama aynı zamanda bu bölgenin ekonomisine hizmet ettiniz,” dediler. Bunlar küçük ama çok önemli şeyler. O yüzden ben bu sorunun sonunu şöyle bağlamak isterim. Gücü imkanı olan, elinde koleksiyon olan herkes eserlerini toplumla paylaşmak için çaba sarf etsin. Çok büyük keyif alacaklarından eminim.

Yurt dışından olan ilgiye dair neler söylemek istersiniz? Nitekim OMM, sanat dünyasının en prestijli yayınlarından biri olan ARTnews tarafından ‘Son 100 Yılın En İyi 25 Müze Binası’ arasında gösterilmeye hak kazanmış bir mekan aynı zamanda.

Müzenin anlayışı uluslararası müzecilik standartları içinde hakikaten yüksek düzeyde. Çünkü müzeyi yöneten arkadaşlarının hepsi genç, hepsi iyi eğitimli arkadaşlar. Dolayısıyla yurt dışı müzeleriyle ya da sanat noktalarıyla çok fazla entegrasyonları var. 100 yılımızın en önemli 25 müzesinden biri seçildi. Biraz açık konuşmak gerekirse bazen bu tür ödüller zorlama ödüller olur. Ama benim en çok gurur duyduğum şey biz hiçbir ödül için hiç kimseyle bir kulis çalışması yapmadık. Bunları duyduğumuz zaman hep bizim için sürpriz oldu. Dolayısıyla siz iyi bir şey yaptığınızda dostlar arası alanda da takdir ve kabul görüyorsunuz. Önemli olan yaptığınız işe sevgiyle ve ilgiyle bağlanmanız. Ben çok minnettarım genç arkadaşlara, başta İdil ardından hakikaten o genç neslin dinamizminin sonucu bu. Yani biz evet vazifemizi yaptık, böyle müzeyi kurduk, onlara teslim ettik. Onlar da şimdi çok başarılı bir şekilde sürdürüyorlar.

Benim sizinle daha önce yaptığım bir röportajda bana şöyle bir yorumda bulunmuşsunuz; “Eşim Rana ile bizim ise üzerinde çalışmaya devam ettiğimiz, gelecek dönemde farklı projelere ev sahipliği yapmasını planladığımız yeni bir mekanımız hayata geçiyor. Bu projede genç ve usta kuşak sanatçıların buluşmasını ve birlikte üretim sürecini deneyimlemeleri hayal ediyoruz. Özellikle genç sanatçıları desteklemeyi önemsiyoruz.” Bu nedir ve ne aşamada?

Bodrum'da bir art farm haline dönüştürmeye çalıştığımız bir çiftlik oluşturuyorum. Burada sanatçıların ve genç sanatçı adaylarının da konaklayacağı yerler olacak. Aslında finalize etmeye başladık. Bir residency olabilir ama bir residency'nin de ötesinde benim derdim şu; usta sanatçılar gelsinler oraya genç yetişecek çocuklarla belli bir mesai harcasınlar. Yani sadece kendi çalışmaları değil esas özellikle de heykel alanında çünkü Türkiye'de heykel sanatında daha desteğe ihtiyaç var diye görüyorum. Sonra eğer mutabık kalınabiliyorsak bu eserler bedeli ödenmek kaydıyla bizim o alanımızda Art Farm'ın bir eseri olarak kalsın. Buradan en çok fayda sağlamasını istediğimiz insanlar genç nesil sanatçılar. Bunun için fiziki olarak ortamı hazırlamaya çalışıyoruz. Daha birkaç yapılacak işimiz var. Ondan sonra da o sanatçı ilişkilerini kurarak sürdürmek istiyoruz.

OMM’un paralelinde yapmayı düşündüğünüz başka projeler var mı?

Hani biraz iddialı olacak ama İstanbul'un dışında, belki yurt dışında onun uzantısı bir şey yapabiliriz. Çünkü koleksiyonumuzun miktarı yüksek, her sergide sergilenen eser sayısı düşük. Dolayısıyla yerini bilemiyorum. İş yaptığımız bölgelerden bir yerde yerel yöneticileriyle bir ilişki kurabilirsek, OMM London, OMM Amsterdam gibi bir hayalimiz var. Ama bu biraz şeyle ilgili tabii. Rahmetli babam bana “Oğlum senin öfken çok da kuvvetin yok,” derdi, ben bir şeyler yapmak istediğimde. Hani burada da öfkemiz var da kuvvetimiz yeterse onları da yapmaya çalışacağız.

OMM Yönetim Kurulu Başkanı İdil Tabanca:

“Ehlikeyif, sanat ve tasarım arasındaki geleneksel sınırları aşan uluslararası sanatçı ve tasarımcıları bir araya getiriyor.” 

OMM bir rüyaydı gerçeğe dönüştü ve beşinci yaşına da ulaştı. İstediğiniz hedeflerinize ulaştınız mı?

İlk yola çıktığımızda, Odunpazarı Modern Müze’yi sadece bir sanat müzesi olarak değil, aynı zamanda dinamik bir kültürel platform, sanat odaklı bir buluşma noktası olarak hayal etmiştik ve bunu başardığımızı düşünüyorum. Amacımız müzelerin elitist mekanlar olduğu düşüncesini kırmak ve her çeşit insana bu alanda aidiet hissini tattırmaktı. Öğrenciler için ücretsiz günler düzenleyerek, sanat dilimizi anlaşılabilir tutarak, eğitim programlarımızı erişilebilir kılarak her kesimden insanı sanatla birleştirmek, onlara sanatın etkileşim gücünü tattırmak yegane misyonumuz oldu. OMM stratejik olarak bu bölgedeki kitleleri sanatla buluşturmak için İç Anadolu’da kuruldu. Eskişehir’in yeniliklere açık ve dinamik yapısı, müzemizin büyümesini ve toplumla güçlü bağlar kurmasını sağladı. Eskişehir kısa bir sürede OMM ve bölgedeki diğer yatırımlar sayesinde bir kültür merkezine dönüştü. Şehrin bu dönüşüm sürecin bir parçası olmak bizim için hem büyük bir gurur hem de ilham kaynağı oldu. Eskişehir’in sanatı kucaklayan yapısının daha da derinleşmesine katkıda bulunmayı, müzemizin en büyük başarılarından biri olarak görüyorum. OMM hali hazırda turistik açıdan çok hareketli olan Eskişehir’e ilgiyi inanılmaz boyutta artırdı. Müze ve çevresindeki diğer sanat alanları sayesinde Eskişehir de İspanya'daki Bilbao, İsviçre’deki Malmö ve Amerika’daki Marfa gibi Türkiye’de bir kültür ve sanat merkezi olma yolunda.

Beşinci yılınızda Ehlikeyif sergisi nasıl belirlendi? Ve bu serginin ana hatları nelerdir?

Tasarım, özellikle de mobilya tasarımı ülkemizde hala bir sanat dalı olarak görülmüyor diye düşünüyorum. Daha çok zanaat olarak görülüyor. Halbuki Türkiye antik mobilyaların cenneti ve mobilyanın evriminin merkezi. Osmanlıdan günümüze kültürümüzde var olan insanların yaşamlarına dair tüm ipuçlarını bize mobilyalar veriyor. Yattıkları yataklardan kullandıkları kaşıklara kadar. Ama günümüzde mobilya sanatı, sanayi devriminden sonra nüfus artışı ile paralel olarak plastik, beton, metal gibi kolay ve ucuz malzemelerin üretimiyle herkesin ihtiyaçlarını karşılayabilmek için bir sanat formundan çıkarak IKEA ve Bauhaus akımlarından da görüldüğü gibi sade bir tekdüzeliğe büründü. Günümüz Türkiye’sinde ise çağdaş mobilya tasarımı konusuna yoğunlaşan sanatçı, kurum, enstitü ve koleksiyonerler yok denecek kadar az.  Ama biz görüyoruz ki globalde mobilya sanatının bu tekdüzeliğine baş kaldıran, sanat zanaat ve mucitliği ustalıkla bir araya getirerek günümüzün ihtiyaçlarına cevap veren birçok sanatçı var. Ehlikeyif, sanat ve tasarım arasındaki geleneksel sınırları aşan bu uluslararası sanatçı ve tasarımcıları bir araya getiriyor. Bu sergide pandemiler ve iklim değişikliğinin tehditleriyle yüzleştiğimiz günümüzde, doğaya duyduğumuz özlemi gidermek için tasarlanan, doğanın kentsel hayatlarımıza tekrar girmesi için alan açan eserleri inceliyoruz. Sergide yer alan sanatçılar yapıtlarına doğadan unsurlar ve insani/hayvani nitelikler katarak işlevsel nesnelere ruh kazandırıyorlar. Ehlikeyif keyif arkadaşı demek yani aslında bu mobilyalar bir arkadaş ya da evcil hayvan niteliğinde ev keyfimize ortak oluyor. Günümüzde alışılagelmiş minimal objelerinin klinik soğukluğunun tersine bize bir sıcaklık sunuyor, kucak açıyor ve eskide kalmış mobilya zanaatçılığının detaylı, ince düşünülmüş, estetiğe önem veren ev kurma sanatını çağdaş bir perspektifle günümüze geri getiriyor. Domestik objelere ve bu kulvarda çalışan çağdaş sanatçılara duyduğum hayranlığımın koleksiyona da yansımasıyla bu serginin tohumları atıldı aslında. Ziyaretçiler ile bu aşkı OMM’un üç katında paylaşmak benim için büyük bir hayalin gerçekleşmesi olacak. 

OMM Yönetim Kurulu Başkanı İdil Tabanca:

“Ehlikeyif, geleneksel sınırları aşan sanatçıları bir araya getiriyor”

Ehlikeyif sergisi nasıl belirlendi? Ve bu serginin ana hatları nelerdir?

Tasarım, özellikle de mobilya tasarımı ülkemizde hâlâ bir sanat dalı olarak değil daha çok zanaat olarak görülüyor. Halbuki Türkiye antik mobilyaların cenneti ve mobilyanın evriminin merkezi. Osmanlı’dan günümüze kültürümüzde var olan insanların yaşamlarına dair tüm ipuçlarını bize mobilyalar veriyor. Yattıkları yataklardan kullandıkları kaşıklara kadar. Ama günümüzde mobilya sanatı, Sanayi Devrimi’nden sonra nüfus artışı ile paralel olarak plastik, beton, metal gibi kolay ve ucuz malzemelerin üretimiyle herkesin ihtiyaçlarını karşılayabilmek için bir sanat formundan çıkarak IKEA ve Bauhaus akımlarından da görüldüğü gibi sade bir tekdüzeliğe büründü. Günümüz Türkiye’sinde ise çağdaş mobilya tasarımı konusuna yoğunlaşan sanatçı, kurum, enstitü ve koleksiyonerler yok denecek kadar az.  Ama biz görüyoruz ki globalde mobilya sanatının bu tekdüzeliğine başkaldıran, sanat zanaat ve mucitliği ustalıkla bir araya getirerek günümüzün ihtiyaçlarına cevap veren birçok sanatçı var. Ehlikeyif, sanat ve tasarım arasındaki geleneksel sınırları aşan bu uluslararası sanatçı ve tasarımcıları bir araya getiriyor. Bu sergide pandemiler ve iklim değişikliğinin tehditleriyle yüzleştiğimiz günümüzde, doğaya duyduğumuz özlemi gidermek için tasarlanan, doğanın kentsel hayatlarımıza tekrar girmesi için alan açan eserleri inceliyoruz. Sergide yer alan sanatçılar yapıtlarına doğadan unsurlar ve insani/hayvani nitelikler katarak işlevsel nesnelere ruh kazandırıyorlar. Domestik objelere ve bu kulvarda çalışan çağdaş sanatçılara duyduğum hayranlığımın koleksiyona da yansımasıyla bu serginin tohumları atıldı aslında.

Sergiyi 20 Temmuz 2025 tarihine dek OMM’da görebilirsiniz.