İtalyan yazar Susanna Tamaro, yalnızca dünyanın değil Türkiye’deki okurların da çok sevdiği ve kitaplarını başucu yaptığı, ‘efsane’ yazarlardan biri. İlk olarak gönlümüze Yüreğinin Götürdüğü Yere Git romanıyla taht kuran ve bu romanıyla günümüze dek 40 ülkede 16 milyondan fazla kopya satan Tamaro, uzun bir aradan sonra yeni bir romanla geri döndü. Kendi deyimiyle Yüreğinin Götürdüğü Yere Git romanına en çok yaklaşan bir yerde duran roman, adından da belli olduğu gibi yıllara yayılan büyük bir aşk hikayesini anlatıyor; Büyük Bir Aşk Hikayesi… Bir tesadüf eseri tanışan deniz kaptanı, sakin Andrea ile ateş gibi delişmen ve özgürlüğüne düşkün Edith’in 20’nci yüzyılın son yarısından başlayıp günümüze dek süren aşk ilişkisinin hikayesinin çevresinde Tamaro; esas olarak insanlığın, kaderin, aşkın, kadınla erkeğin, anne ile babanın ve var oluşun öyküsünü her zamanki duyarlı diliyle anlatıyor. Susanna Tamaro, Büyük Bir Aşk Hikayesi’ni Türkiye’den ilk olarak Oksijen’e anlattı. Tamaro’nun tüm eserlerini Türkçeye kazandıran, yakın dostu, değerli çevirmenimiz Eren Cendey’in İtalyanca aslından çevirisiyle… Uzun bir aradan sonra yeniden bir romanla, bir aşk romanıyla geri döndünüz. Neden “büyük bir aşk hikayesi” anlatmak istediniz? Hikayeler anlatmak benim en büyük tutkum. Ama olması gerektiği gibi bir hikâyeyi anlatmak için uzun bir hazırlanma süreci gerektiriyor. Sanıyorum bugün zamana dayanabilen aşk hikayelerinden söz etmek büyük bir tabuyla yüzleşmek anlamına geliyor. İlişkiler hayatı, bize artık sadece bir tüketim olarak gösteriliyor; bir şeyler yolunda gitmeyince aynı ilişkinin bir başka boyutuna girmek yerine ilişki değiştirmek öneriliyor. Karakterleriniz ve adeta bir diğer karakter olan adadaki ev nasıl doğdu? Dediğim gibi, yaratmak yıllar alıyor. Sanırım bu romanımda 10 yıl kadar önce kahramanlar şekillenmeye başladı, o zaman bunun suyla ilgili bir roman olacağını anladım. Önce Venedik, sonra ada… Bu hikâye aşk kadar tesadüfler ve kaderin insan hayatı üzerindeki etkilerine de dair… Genç bir adam ve genç bir kadın bir gün tesadüf eseri tanışıyor ve bütün hayatlarının akışı -yol boyu bir dizi başka tesadüfün de eşliğinde- beklenmedik bir şekilde değişiyor. Aşk, tesadüfler ve kader üçlüsünün aralarındaki etkileşimi hakkında neler söylemek istersiniz? Gençken kaderin var olduğu düşüncesi insanın aklına hiç gelmez ama yıllar geçtikçe ve hem kendi hem başkalarının hayatını gözlemlediğinde, tüm kültürlerde kader adını verdiği gizemli bir gücün insan denen varlığın varoluşu üzerinde etkisi olduğunu açıkça anlamaya başlar. Post modern dünya bu kavramı sildi, bizi insanın günlerinin efendisi olduğu şeklindeki düşünceyle çetin bir ortama kilitledi. Kader bizi daima beklenmedik, çoğu zaman şaşırtıcı olaylarla karşılaştırır; Andrea ve Edith’in tanışması da buna bir örnektir. Rastlantılarda aslında rastlantı yoktur, insanın yüceliği önünde açılan kapıdan içeri girmekte ya da onu kapalı bırakmayı seçmekte yatar.
Hepimiz mutluluk arıyoruz
Andrea ve Edith birbirlerine tamamen zıt karakterler. Zaten biri denizi ve suyun sakinliğini diğeri ise dağların içinde saklı duran ateşi ve hareketi temsil ediyor. Aşk zıtlıkların çekimi midir? Yeryüzünün enerjileri karakterlerimize yansır ve insanlar arasındaki çekime etki eder. Canlı gerçekliği okumada oldukça Taocu bakış açım vardır. Ahenk olması için enerjiler zıt olmalı ama çelişkili olmamalıdır çünkü ilişkilerini olumlu şekilde işleyebilecek iki insanın yeni gerçekliğine hayat veren zıtların ahengidir.Kendi adımdan hep nefret ettim ve bana daha uygun bir adım olmasını hayal ettim. Bu huzursuzluğumu da romanda kahramanlarıma yansıttım.Edith “mutluluk arayan” anlamına geliyor. Bu hikâye için de ‘mutluluk arayışı’ diyebilir miyiz? Evet, mükemmel bir alt başlık olurdu. Temelde hepimiz bilinçsizce de olsa mutluluğun arayışı içerisindeyiz. Elbette Edith ve Andrea bunu zorluklarla yüzleştiklerinde ayrılmak yerine, birbirlerine dayanak olarak birlikte büyümeye karar verdiklerinde buldular. Mutluluk belki de zamanın çoğunlukla fırtınalı sürecinde aşkı yaratmayı başarmaktır.