23 Kasım 2024, Cumartesi Gazete Oksijen
30.07.2021 04:30

Marcel Proust 150 yaşında!

Proust’u tanımak, Kayıp Zamanın İzinde’yi tanımaktır diyerek, modern romanın dönüm noktası eserin kodlarını çözüyoruz

Uzun zaman geceleri erken yattım. Bazen daha mumu söndürür söndürmez, gözlerim o kadar çabuk kapanıverirdi ki, ‘uykuya dalıyorum’ diye düşünmeye zaman bulamazdım.” Marcel Proust’un yedi ciltten oluşan devasa başyapıtı Kayıp Zamanın İzinde’si bu sözlerle başlar ve böyle uykuyla uyanıklık arasında bir tonda sürer gider. Ve yazar yalnızca uykuya değil, yeni baştan anılarının ve çevresindeki dünyanın onda bıraktığı izlerin içine dalar usulca. Bu son derece masum görünüşlü ilk cümle, katman katman büyüyen, iç içe geçen büyük bir dünyaya ilk giriş biletidir bir bakıma. Tüm dünyadaki Proust severler bu işareti tanır ve kendilerini uzun sürecek bir anımsama eylemine teslim ederler.  Peki, ne anlatıyor bu devasa eser ve daha da önemlisi yazılmaya başlandığı 1909 yılından bu yana kendinden söz ettirmeyi ve önemini korumayı nasıl başarıyor? Hali vakti yerinde Parisli bir burjuva ailenin mensubu olan Proust, yazmaya tüm yaşamını adadığı eserinde, aslında en iyi bildiği şeyi Paris’in çok iyi tanıdığı kibar çevrelerini anlatır. Oldukça otobiyografik özellikler taşıyan eserinde kendi yaşamış olduğu dünyayı verir; yani büyük burjuvaziyi, aristokrasiyi, Paris salon çevrelerini, gösterişli malikâneleri, sosyetik banyo merkezlerini… Gerçek hayatta da annesi ve anneannesine duyduğu tutkulu sevgiyi satırlara dökmekle kalmaz, romanının başkahramanı olan yazar karakterine de kendisinin pek çok özelliğini aktarır. Aslında dokuz yaşından beri astım hastasıdır Proust ve bir dönem edebiyat çevrelerinde hızlı bir hayat sürmüş olsa da, özellikle annesinin ölümünün ardından, dışarıdan tamamen yalıtılmış evine kapanmış ve geceleri yatar vaziyette, sabaha dek yatağında o büyük eserini yazmaya çabalamıştır. 

2000 karakter

Çoğu gerçek yaşamdaki kişilerden bire bir esinlenilmiş iki binden fazla karakterin geçit yaptığı eser, upuzun bir dedikodu köşesi olarak da nitelendirilebilir kolay yoldan belki. Ve böyle yaparak da büyük bir hataya düşülür. Çünkü tam da Samuel Beckett’in 1930’da yazdığı Proust adlı eleştirel monografisinin daha ilk satırında da söylediği gibi, “Proust’gil denklem hiçbir zaman basit değildir!” Evet, karşımızda yalnızca basit bir roman olduğunu sanmayın, gerçek bir matematiksel denklemle karşı karşıyayız. O ünlü başlangıç cümlesini bile tam 12 kez değiştirip baştan yazan Proust da zaten tam da böyle bir şey yapmayı hedeflediğini başkahramanı yazarın ağzından şu sözlerle dile getirir: “Kitabımı bir katedral inşa eder gibi iddiayla demeye cesaret edemeyeceğim ama basitçe, bir elbise diker gibi oluşturacaktım.” 

Romanda bir dönüm

Sonuçta eserinde uyguladığı yeni tarzla Fransız roman geleneğinde bir dönüm noktası oluşturduğu kabul edilen Proust için Graham Greene “20. yüzyılın en büyük romancısı”, W. Somerset Maugham ise roman için “bugüne dek yaratılmış en büyük kurgu eser” diyeceklerdir daha sonra. Proust, bu tarz, daha önce geçerli tüm ölçülerden saptığı için yazdıklarına roman adını vermeye pek yanaşmamıştır. Bu yapıt, iyi kurulu bir eylem ve olayların gelişimine bağlı kişiler içermez. Eylemin dış sınırları, tarihsel olayları doğrudan doğruya metinde yansıtmaksızın 1870’ten 1. Dünya Savaşı’nın sonlarına kadar geçer. Sonunda, “yitirilmiş” zaman yapıtta yeniden bulunur: Roman kahramanı, kendi başarısızlığının romanını yazmaktadır.

Ünlü eser ne anlatıyor?

Marcel Proust’un yazmaya 1909 yılında başladığı ve 1922 yılındaki ölümüne dek son düzeltmelerini sürdürdüğü yedi ciltlik kurgunun merkezinde, 4 bin sayfa boyunca adı ancak bir ya da iki kere geçen Marcel adlı başkahraman yer alır. Marcel, bir yazar olmak ister, ancak hayatının “belleğini” bulmakta güçlük çektiğinden bir türlü oturup yazamaz. Yazarlık serüveni yedi cilt boyunca sürer.  Bellek ve zamanın yanı sıra platonik aşktan saplantılı aşka dek aşkın türlü hallerini anlatan, kıskançlık ve dönemine göre son derece cüretkâr bir biçimde eşcinsellik gibi temaların da görüldüğü Kayıp Zamanın İzinde’de; müzikten resme her tür sanat ve doğanın türlü halleri de zengin bir biçimde anlatılıp, yüceltilir. Her türlü insan ilişkisi geniş bir ağ içinde anlatılırken, dönemin burjuva yaşantısı, iç ve dış mekânları ile şehir yaşamı da zengin bir şekilde detaylandırılır. Hemen her biri gerçek yaşamdaki bilindik ya da ünlü kişilerden esinlenen romanın baş karakterlerini ise; anlatıcı, anlatıcının takıntılı bir aşkla bağlandığı Albertine, entelektüel bir beyefendi olan Charles Swann, Swann’ın aşık olduğu hafif meşrep Odette, ikisinin kızı ve anlatıcının ilk aşkı olan Gilberte ile aristokratlardan oluşan Guermantesler oluşturur. Romanda, genel olarak bu iki çevre arasında gelişen olaylar anlatılır.