"İkimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım…” Dilimden bir anda bu mısralar dökülüvermişti. İşte yine geçen hafta bir gün, her zamanki gibi Kitapsever’le birlikte onun adadaki evindeydik. Çevremizde onun artık kendiliğinden labirentler oluşturmaya başlamış kitaptan kuleleri, sıcak bir ağustos ikindisinin gölgeli arka odasında… Bana “Onun adını duyduğunda aklına ilk gelen nedir?” diye sormuştu. Ve işte bir saniye bile düşünmeden dilimden bu dizeler dökülmüştü. O dediği kişi Turgut Uyar’dı. Mevzuu mühimdi. O bizim en kıymetlilerimizdendi. O şiirimizin ‘Büyük Saat’i ve pek çok diğer şeyiydi. Ama ona sorsanız belki de yalnızca ve öncelikle sadece şairdi… O gün adadaki evde Kitapsever’le oturmuş Turgut Uyar’ı anıyorduk çünkü mevzu mühimdi, onu 1985 yılının yine böyle bir 22 Ağustos’unda kaybetmiştik. Daha sonra onun ardından bir diğer kıymetlimiz, büyük şairimiz Cemal Süreya, “Öldüğü gün hepimizi işten attılar” diyecekti. Doğruydu çünkü İkinci Yeni’nin Turgut Uyar, Cemal Süreya ve Edip Cansever üçgeninin -duyduğum anda bayıldığım şu tabire göre- en geniş açısı oydu. Biyografilerde yaşamı yine bir ağustosta, “4 Ağustos 1927’de Ankara’da doğdu” diyerek anlatılmaya başlanıyordu. Ve devam ediyordu; “Babasının görevinden ötürü ilköğrenimi farklı şehirlerde okurken ortaöğrenimine yatılı askerî okulda okuyarak devam eden Uyar, yükseköğrenimini Askerî Memurlar Okulu’nda yaparken annesinin isteği üzerine 1947’de Yezdan Şener ile evlenmiş ve bu evlilikten Semiramis, Tunga ve Şeyda adlarında toplam üç çocuğu olur. Bu okuldan mezun olduktan sonra “kura” ile memur olarak Posof’a, daha sonra Samsun Terme Askerlik Şubesi’ne atanır, ardından Ankara’da Kara Kuvvetleri Komutanlığı Personel Dairesi Başkanlığı’nda üsteğmen olarak görev yapar. 1958’de bu görevden ayrılarak Türkiye Selüloz ve Kâğıt Sanayi’nin Ankara’daki şubesinde çalışmaya başlar ve 1967’de buradan emekli olarak İstanbul’a yerleşir. 1966’da ilk eşinden boşanır. 1969’da ise Tomris Uyar ile evlenir. Tomris Uyar ile evliliklerinden bir erkek çocukları (Hayri Turgut Uyar) olur. 22 Ağustos 1985’te ölür.”
Bir şiir yarışması
Şairlik yaşamına gelince; “1947’de “Yâd” adlı şiiri Yedigün’de yayımlanır. 1948’de Kaynak dergisinin başlatmış olduğu bir şiir yarışmasına “Arz-ı Hal” adlı şiiriyle katılır ve yarışmada ikinci olur. 1950’de Kaynak Yayınları tarafından Arz-ı Hal ve Akşam Üzeri Türküsü adıyla ilk kitabı yayımlanır. İkinci kitabı olan ve Nurullah Ataç’ın ön sözünü yazdığı Türkiyem ise 1952’de piyasaya sürülür. 1959’da Dünyanın En Güzel Arabistanı adlı şiir kitabı yayımlanır. Bu kitaptaki şiirleri 1955-1958 yılları arasında Yenilik, Pazar Postası, Yeditepe, Seçilmiş Hikayeler Dergisi, Şairler Yaprağı gibi dergilerde yayımlanan şiirlerden oluşur. Kitap, Uyar’ın dil, tema, imge, anlatım biçimi, biçim/öz ilişkisi açısından büyük bir değişimi yansıttığı ilk İkinci Yeni kitabıdır. 1962’de Tütünler Islak’ı; 1968’de Her Pazartesi’yi; 1970’te Divan’ı; 1974’te Toplandılar’ı; 1982’de Kayayı Delen İncir’i yayımlar. 1981 yılında Toplu Şiirler adıyla o güne kadar yayımladığı eserleri ilk kez; 1984’te Büyük Saat adıyla ikinci kez toplu olarak basılır.” Ben bu bilgileri bulduğum ilk kaynaktan okurken, Kitapsever ise her zamanki dalgın bakışlarıyla suskun ve ciddi uzaklara bakmakla yetiniyordu. “Büyük şair de senin gibiymiş biliyor musun?” dedim. “Ciddi, suskun, az önce ağlamış çocuk bakışlı, her daim hüzünlü görünümlü bulut gözlü ve karamsarlığından tuhaftır ama umut doğuran başka bir adammış.” Ve ekledim “Bana hep sanki hayatın sırrını öğrenmiş de hiç kimseye söylememek için yemin edip susmuş hissini verir. Sanki bizim daha yürümeye dahi başlamadığımız yollardan çoktan dönüp gelmiş, henüz sormayı dahi akıl edemediğimiz soruların cevaplarını çoktan bilip kenara kaldırmış, medyumların suya bakıp geleceği görmesi misali hayatı su gibi en derinlerinden okuyan biri…” İşte o sırada Kitapsever de uzun süren sessizliğini bozdu ve dilinden şairin “Aşkım da değişebilir gerçeklerim de Pırıl pırıl dalgalı bir denize karşı Yangelmişim diz boyu sulara Hepinize iyi niyetle gülümsüyorum Hiçbirinizle dövüşemem Benim bir gizli bildiğim var Sizin alınız al inandım Morunuz mor inandım Ben tam kendime göre Ben tam dünyaya göre Ama sizin adınız ne Benim dengemi bozmayınız” dizeleri dökülüverdi. “Ben,” dedi. “Konu Turgut Uyar olunca, önümü üç defa ilikleyip konuşmaya çalışırım, haddim değildir bilirim. Sen şimdi “Göğe Bakma Durağı”ndan söz ettin ya ilk aklına gelen olarak. Ben hangisini desem bilemem. “Geyikli Gece” desem “Akçaburgazlı Yekta’nın Mahkeme Kararını Aldığında Söylediği Mezmurdur” gücenir, “Tomris”ten “bir bozuk saattir yüreğim hep sende durur” dizesini çekip de mırıldansam, “Acıyor”dan “Bazen yaz ortasında gündüzün sevgim acıyor Kimi sevsem Kim beni sevse” dizelerinin canını acıtırım diye korkarım. “Bir Yazı Anlamak” şiirinin daha en başında “kışsa/ zordur bir yazı anlamak” satırlarında öyle bir demirlerim ki bu iki satırın sonsuz derinliğinde atacağım kulaçlar bir türlü tamamlanıp da sonrakilere geçemem dahi. Velhasıl canım, şairin yine “Acıyor”da dediği gibi eğer konu Turgut Uyar’ın şiirleriyse “Tavrım bir çok şeyi bulup coşmaktır.” Sustum. Çünkü o sırada susmak da şiire dahildi. İçimdeki derinlerde “Önce sesin gelir aklıma/ Çaresiz kaldıkça hep seni düşünürüm” yankılanırken, onun gürültüsünü bastırmanın telaşıyla “Peki, büyük şairin ‘tavrı’ neymiş?” diye sordum.
Tüm insanlığın öyküleri
“Çok basit” dedi. “Onun tavrı hep şiirden yanaydı. Bak Arz-ı Hal ve Sonrası’nda neler demiş buna dair kendisi? ‘Bir şiir yazmanın, hiç değilse en azından bir şiir düşünmenin yaşatıcılığını, bana göreliğini, kurtarırlığını bu kadar bilmezdim. Yalnız şiir, başka hiçbir şey. Parasızlık da,yoksuzluk da ıspanak ve ekmek de duradursun. Yenilmeyeceğim onlara. Yalnız şiir, hep şiire. Şiirden başka hiçbir şeyin malı olmama duygusunun, bilisinin yüceliğine, doğurganlığına ve büyüsüne yalnız.’” Sözlerini tamamladıktan sonra Kitapsever eline aldığı, şairin toplu şiirlerinden oluşan Büyük Saat’i işaret ederek “Unutmama imkan yok, Uyar’a ait bir şiiri hayatımda ilk kez okuduğumda beni elektrik çarpmışa döndüren o ilk his hala içimde bir yerlerde dolaşıyor. Büyük Saat de içindeki şiirlerden oluşmuş bir büyük nehir gibi sürekli akışını sürdürüyor, neredeyse kapağına elimi koyduğumda içindeki bu şiir nehrinin devingenliğini bana hissettiriyor. Şair her ne kadar “benim hayatım kupkurudur, oradan hayatıma dair ipuçları çıkaramazsınız” demiş olsa da bu şiirler bana yalnızca onunkine değil tüm insanlığa dair hayat öyküleri anlatıp durur” dedi. Lafını bitirdikten sonra yüzümdeki meraklı ifadeyi gören Kitapsever, “merak etme farkındayım, onun okuduğum ilk şiirinin hangisi olduğuna takılıp kaldın sen içinden” dedi ve ardından muzipçe gözünü kırparak “Neyse, haydi çok konuştuk, gel bir dışarı çıkalım, ‘Durma göğe bakalım” diye ekledi. İçim mutlulukla ışıdı, ‘biliyordum aynı şiire vurulduğumuzu’ diye düşündüm.