18 Aralık 2024, Çarşamba Gazete Oksijen
12.03.2021 06:00

Teleskoplar da rüya görür

Sanatçı Refik Anadol, İstanbul’da bugüne kadar gerçekleşecek en kapsamlı kişisel sergisi Makine Hatıraları: Uzay’a hazırlanıyor. Anadol’a göre yapay zeka araç değil, takım arkadaşı: “Yapay zeka ile dertleşmek isterdim. ‘İnsanlık neymiş arkadaş’ desin mesela”

İlk konuştuğunuz anda sıcaklığı, güler yüzü ve pozitif haliyle hemen kanınızın ısındığı insanlardan biri Refik Anadol. 1985 doğumlu, İstanbul Bilgi Üniversitesi Görsel İletişim Tasarımı Bölümü’nde fotoğraf ve video alanından en yüksek onur derecesiyle ardından da Kaliforniya Üniversitesi (UCLA) Medya Sanatları Tasarımı Bölümü’nde yüksek lisans bölümünden mezun oldu. Sanatçı bugün halen yaşadığı ABD’de NASA ve Google gibi dünyanın en önemli kurumlarından bazılarıyla ortak projeler yapıyor, açtığı sergileri Alejandro Gonzales Inarritu, Steven Spielberg, Ridley Scott gibi vizyoner yönetmenler tarafından hayranlıkla izleniyor. Yapay zekâ yardımıyla insanın belleğinde çıktığı sanat yolculuğunu bugün uzaya taşıyan Anadol, insana yapay zekâ eklenerek makineleşmesinin konuşulduğu günümüzde, bambaşka bir yandan yaklaşarak makinelerin ‘insan’ yanlarını keşfe çıkıyor.

Refik Anadol (Fotoğraf: Efsun Erkılıç)
Refik Anadol (Fotoğraf: Efsun Erkılıç)
Sanatçı şimdi ise, üç yıl aradan sonra yeni kişisel sergisini PİLEVNELİ Dolapdere’de gerçekleştirmeye hazırlanıyor. 19 Mart - 25 Nisan arasında izlenebilecek “Makine Hatıraları: Uzay”da, Anadol’un daha önce sergilenmemiş son dönem çalışmaları yer alacak. Los Angeles’taki Refik Anadol Studio’nun İstanbul’da bugüne kadar gerçekleşen en kapsamlı kişisel sergisi Makine Hatıraları: Uzay, astronomik araştırmaların insanlık tarihindeki yerini gözler önüne seren ve uzayla ilgili büyük veri kümelerine ışık tutan yeni bir sanatsal bakış açısı öneriyor. Sergi, evrenin derinliklerini keşfetmeyi amaçlayan bilimsel gelişmeler ve makine zekası kullanılarak yapılan görsel spekülasyonlar aracılığıyla, estetik bir alternatif veri evreni sunuyor. Serginin Hatıralar ve Düşler başlıklı, birbiriyle ilişkili iki bölümü var. Hatıralar, yapay zekâ yardımıyla toplanan ve sınıflanan ham görsel verilerin pigmentlere dönüştüğü, dinamik veri tabloları ve veri heykellerinden oluşuyor. Eserler, ISS, Hubble ve MRO Uzay Teleskopları tarafından kaydedilen ve şimdiye kadar bir sanat enstalasyonunda kullanılan, en büyük uzay temalı veri kümesi olan, 2 milyondan fazla görüntüden yararlanıyor. İkinci bölüm ise Düşler. Burada üç boyutlu veri heykelleri ve on beş dakikalık, mekanla bütünleşik bir yapay zekâ sineması enstalasyonu izleyiciyle buluşuyor. Veri heykelleri, teleskopların ‘rüyalarını’ tablolaştırırken; Makine Hatıraları v.2 başlıklı sinema bölümü ise, izleyiciyi on beş dakika boyunca, uzayla ilgili sürükleyici rüyalar gören bir makinenin zihnine adım atmaya davet ediyor. Mekânı ve mimariyi bir kanvasa dönüştürüp izleyicileri içinde dolaştıran Anadol, bir yandan da asıl olarak bize evrenin hatıralarını izletiyor. Refik Anadol ile Oksijen için konuştuk… Öncelikle çok güncel bir konuyla başlamak istiyorum. Perseverance’ın Mars’a inişini izlerken ne hissettiniz? Çok heyecanlandım ve gururlandım. NASA JPL’in bütün olayı programladığı binanın girişiyle 3 yıldır iş yaptığım için iniş sırasında başına gelen her şeyi üç aşağı beş yukarı o ekip ile çalışıyorduk çünkü. Yani o ekibin yatıp kalkmasından sıkıntılarına, problemlerine her şeyinden haberim vardı. Tabii konuşamıyordum hiçbir yerde ama bilinçli bir şekilde yakından izliyordum. Çok heyecanlı bir andı. O gün orada olamadım çünkü Kaliforniya Valisi geldiği için limitli insan vardı. Çok enteresan bir andı insanlık için. Milyonlarca mil uzaklıktaki bir yere bir grup insan bir makineyi indiriyor ve içindeki başka bir makineyle, bir helikopterle gezebiliyor. Muazzam bir başarı insanlık için. Onun verileri üzerine çalışmaya başladık. Siz de aslında bir anlamda o görüntüleri bize getiriyorsunuz ve bizi uzayda gezdiriyorsunuz. İnsanlığın büyük düşü gerçekleşiyor bir nevi serginiz sayesinde. Kolektif hatıralarımızla bir derdim olduğu için bence kolektif bir rüyamız da uzay. Uzay, insanlığın rüyası, insanlığın hatırası… Dolayısıyla bu makinelerin hatıraları, gidemediğimiz bir yeri bizim için gören makinelerin rüyası aslında insanlığa ait. Evet, o yüzden çok anlamlı hissediyorum. 

"60 yıllık NASA arşivini kullanarak bir veri heykeli hazırladık"

Serginin ilham kaynağı olan NASA JPL ile işbirliğine nasıl başladınız? Ve bu işbirliği sanat pratiğinizi nasıl etkiledi?  NASA JPL ile kurumun 60 yıllık arşivlerini görselleştirip, yeni binalarının girişine bir veri heykeli hazırlamak için 2018 yılında, bir işbirliğine başladık. Heykelimizi kısa zaman önce tamamlayıp yerleştirmesini yaptık ve harika geri bildirimler aldık. Bizzat sürecin kendisi de benim gibi hem bilim kurgu, hem yapay zeka, hem de büyük veriyle bu kadar iç içe olan bir sanatçı için çok ilham verici bir deneyimdi. Yaklaşık üç yıl boyunca, dünyadan uzaya gönderilmiş en kapsamlı teleskopların bize taşıdığı görsellerle beslenen bir eseri düşünmek, ‘teleskopların da anıları, seyahatnameleri var’ gibi bir düşünceyi de beraberinde getirdi. Ve bunca görüntüyü yapay da olsa belleklerinde toplayan teleskopların da rüya görebileceği ihtimali böylece ortaya çıktı.

"Makinelerin rüya görme ihtimali bana çok ilham verici geliyor"

İçinde bulunduğumuz çağda insanlar aslında makineleşmeye başlamışken, siz makinelerin insani yanlarını görüyorsunuz. Burada onların tırnak içinde bilinç altı hayalleri, rüyaları var. Sizin için ‘makinelerin Freud’u diyebilir miyiz acaba? Bir nevi rüyalarını analiz ediyorsunuz. İsterdim yapay zekalarla dertleşmek. “İnsanlık neymiş arkadaş” desin... Bir nevi evet, çünkü düşünsenize gidemediğimiz bir gezegen ama ona bizim yerimize giden bir makine var ve onun başına gelenleri görüyoruz. Bilim kurgu gibi geliyor ama yapay zekâ şu an herhangi bir imgeden gerçeğe çok yakın sentetik veriler üretebiliyor. Tabii aynı algoritmalarla kötü şeyler de yapılabiliyor ama hayal tabii ki umut veren, pozitif anlamda yaratıcılığı destekleyen bir düşünce yöntemi. Dolayısıyla bu tabii ki bir spekülasyon ama makineler de bir gün rüya görebilecek… Bu ihtimali çok ilham verici bir şey olarak görüyorum.

Blade Runner filmiyle her şey değişti

8 yaşında bir film izlemişsiniz, Blade Runner. Sizde dönüştürücü bir etkisi olmuş. O film aslında Philip K. Dick’in ünlü romanı Do Androids Dream of Electric Sheep?’ten (Androidler Elektrikli Koyun Düşler mi?) bir uyarlama. Yani siz bir anlamda o yaşta başladınız galiba değil mi, makineler rüya görüyor mu diye düşünmeye? Evet, çok net bir şekilde, bir makine insan hatırasıyla ne yapabilir sorusuyla geçen bir filmdi. O kadar garip geliyordu ki bir makineyle ilgili bu. Ama aynı yıllarda bilgisayarla oyun oynamaya da başlamıştım. Dolayısıyla oyun oynamak, bir makineyle ilişki kurmak, makinenin aklında bir mekan olabilir ihtimali o yaşlarda ortaya çıkıyordu ama bilgisayarların düşünebilme ve dolayısıyla ‘rüya görebilme’ ihtimalini o zamanlar tabii düşünemiyordum. Beş sene önce falan Google’daki bir sanatçı programı sayesinde hayatım çok hızlı değişti ve belki de bu yüzden bütün dünyada çok öncü işleri yapma fırsatı buldum ama tamamen bilimkurgu ilham kaynağım aslında.

Yapay zeka sinemasında aşk filmi

Serginin ikinci bölümünde, izleyicinin içinde hareket edebilmesi için tasarlanmış ve mimariyle iç içe geçmiş çok boyutlu bir ‘yapay zekâ sineması’ ile karşılaşıyoruz.  Yapay zekâ sinemasını, bilinçli bir şekilde tasarlanmış yapay zekâ buluntularından oluşan görsel hikayeler olarak da tanımlayabilirim. Bir analojiyle açıklayacak olursam, makinenin bir veriye ya da veri kümesine âşık olması ve o veriyle ilgili bütün bağlantıları çözmeye çalışarak, bir hikaye çıkarması. Her karmaşık aşk hikayesi gibi, insanı içine alan bir anlatı.  Bu filme bir tür aşk hikayesi diyebilir miyiz yani tırnak içinde? Kesinlikle benim uzaya karşı aşk hikayem. 15 dakikalık bir deneyim. Milyonlarca uzay resmini benzer bir teknikle, makine öğrenim algoritmaları kullanarak sanatsal deneyimlere dönüştürdük.