Geçen haftaki yazımda, son deprem gibi dışsal şokların büyük de olsalar ekonomilerin genel eğilimini değiştirmediğini, kısa vadede uğranılan milli gelir kayıplarının orta-uzun vadede er geç yerine konulduğunu ve uzun vadeli eğilime geri dönüldüğünü belirtmiştim. Deprem sonrası ilk yazımda belirttiğime paralel şekilde, son günlerde yayınlanan yerli ve yabancı başka kurumların benzer çalışmaları da depremin Türkiye’nin milli geliri üzerindeki olumsuz etkisinin maksimum 1 puan civarı olabileceği yönündedir. Ekonomiye benzer şekilde finansal piyasalar üzerindeki etkinin de ana eğilimlerde değişim yerine geçici ve kısa vadeli olumsuz yansımalar olarak kendini göstermesi beklenebilir.
Depremin kısa vadede, büyüme hızını düşürücü, enflasyonu kısmen, bütçe açığını ise daha belirgin artırıcı, cari açık ve dolayısıyla dış kaynak ihtiyacını yükseltici bazı etkileri olacaktır.
Şu ana kadar yapılan açıklamalar bölgede yıkılan veya yıkılması gereken bina sayısının 105 bine, bağımsız bölüm olarak tanımlanan konut sayısının (daire) ise 384 bine ulaştığı yönündedir. Çalışmalar tamamlandığında ise bu sayının 535 binin üzerine çıkması beklenmektedir.
Resmi verilere göre bina inşaat maliyetinin m2 başına 6-8 bin TL olduğu ve yapılacak evlerin 100 m2 öngörüldüğü dikkate alındığında, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın mart ayında başlayacağını açıkladığı ilk inşaatlar için (illere göre verilen adetlerin toplamı 200 bin ediyor) maliyetin 120-160 milyar TL aralığında oluşacağı ve öngörülen değerlere ulaşılırsa 320-420 milyar TL aralığına kadar yükselebileceği yönündedir.
Yeni konutların devlet tarafından yapılacak olduğu, altyapı, sağlık ve sosyal donatı gibi bölgeye yapılacak diğer harcamaların artacağı ve bölgeden tahsil edilecek vergi gelirlerinde azalış olabileceği dikkate alındığında, bütçe açığı ve dolayısı ile Hazine’nin borçlanma ihtiyacında belirgin artış beklenebilir. Buna karşılık, tartışma yaratan Merkez Bankası ve kamu bankalarının yüklü bağışlarının doğrudan AFAD’a yönlendirilmesi bütçe imkanlarının daha az kullanılması anlamına gelirken, şeffaflık ve denetim açısından sorunlu bir gelişmedir. Ayrıca, TCMB’nin bu yıl Hazine’ye yapılacak kâr transferinin önemli bir kısmının bütçeye gelir yazılamayacağı anlamına gelmektedir.
Yukarıda bahsettiğim büyüme üzerindeki aşağı yönlü etkiler ise ilk çeyrekten itibaren kendisini gösterecek, ocak ayı verilerinde gözlenen ekonomik aktivite hızlanmasının yerini ılımlı bir yavaşlamaya bırakması söz konusu olabilecek, ancak diğer bölgelerde buradaki kayıpların telafi edilmesine yönelik görülebilecek üretim artışları ile sonraki çeyreklerde daha yüksek büyüme oranları görülebilecektir.
Enflasyonist etkiler
Enflasyon üzerindeki etkinin ise daha çok bölgenin tarım katma değeri içindeki payının yüksekliği nedeni ile gıda fiyatları üzerinden olması ancak tüketici fiyatlarına yansımanın görece sınırlı kalması beklenirken, bölgede inşaat faaliyetlerinin hızlanacak olması nedeniyle bu mal gruplarında üretici fiyat artışları bir miktar hızlanma gösterebilecektir. Enflasyon üzerindeki bir diğer yukarı yönlü yansıma ise bütçe açığındaki artışın getireceği parasallaşma üzerinden gözlenebilir.
Cari denge ise kısa vadede bölgenin G.Antep ve K. Maraş gibi ihracatta öne çıkan illerde görülebilecek aksamalar ve inşaat sektöründe artacak malzeme talebinin yukarı çekeceği ithalat artışları nedeniyle önceki tahminlerden daha fazla açık verebilir. Buna karşılık, cari açıktaki artışın yol açacağı dış finansman ihtiyacındaki ilave yükler deprem sonrası Türkiye’ye 1 milyar 780 milyon dolarlık kaynak sağlayacağını duyuran Dünya Bankası gibi diğer kuruluşların olası destekleri ile telafi edilebilir.
Büyüme hızının yavaşladığı, enflasyonun hızlandığı, bütçe açığının arttığı ve cari açığın yükseldiği bir makro çerçeve, normal ve serbest bir piyasa ortamında olsak faizlerin yükselmesi ve TL’nin değer kaybetmesi gereğine işaret eder.
Ancak uzun bir süredir TCMB, Hazine ve BDDK gibi kurumlar tarafından uygulanan ve döviz kurları ile faizi aşağı bastırarak enflasyonu düşük, tüketici güveni ve iç talebi yüksek tutmayı, Hazine’nin iç borçlanmalarını ise kolay yapmasını hedefleyen makroihtiyati düzenlemeler, tahvil piyasalarında ve başta ticari krediler ve kredi kartları olmak üzere bazı kredi segmentlerinde faizlerin yükselmesini engellemeye devam edecektir. Ayrıca, Merkez Bankası’nın deprem öncesinde verdiği %9 düzeyindeki politika faizinde indirim sinyalinin deprem sonrası gerçekleşme olasılığının yükseldiği bu yazının yayını öncesi 23 Şubat tarihinde gerçekleşecek PPK toplantısı öncesinde anketlere yansımasından da görülmektedir. Buna karşılık, bankaların artan fonlama ihtiyacı nedeniyle zaten bir süredir TCMB’nin politika faizinden kopuk olarak yükselen mevduat faizlerinin bu eğilimini sürdürmesi, bu doğrultuda tüketici ve ihtiyaç kredisi faizlerinin de daha yüksek seyretmesi söz konusu olabilir.
TL’de defans sürer...
Döviz piyasasında ise, TCMB’nin bankalar ve şirketler üzerinde uyguladığı sıkı gözetim ve döviz akımlarının yönetilmesi ile oluşan geri dönüşüm sisteminin kısa vadede döviz kurlarında yükselişi engellemesi beklenmelidir. Bu sisteme ilişkin ocak ayı gelişmelerini ise kutuda yer alan analizde vermekteyim. Faiz ve kurların düşük kalmasını sürdürebilmek için de yukarıda bahsettiğim düzenlemelerin yenilerinin açıklanmaya devam etmesi de beklenebilir.
Dolayısıyla, kısa vadede depremin yaratacağı tehdit ve fırsatlar dışında iş dünyası ve piyasalar açısından bilinen makro çerçevenin seçimlere kadar değişmeyeceği görünmektedir.
Piyasaya yapılan döviz satışları ocak ayında hızlanmış
TCMB rezervlerini etkileyen kanallardaki aylık hareketleri takip ederek her ay için gerçekleşen değişimin kaynaklarını ortaya koyuyorum. Bunun daha sağlıklı olması için de brüt rezervleri etkileyen gelişmelerden çok TCMB’nin TL karşılığı alım ve satımlarının yansıdığı Net Uluslararası Rezerv (NUR) büyüklüğünü dikkate alıyor ve bu büyüklüğü etkileyecek kanallardaki toplam değişim ile NUR gerçekleşmesini karşılaştırarak bankanın rezervlerinin bu kanallar dışında alım veya satıma konu olup olmadığını anlamaya çalışıyorum. Son duruma ocak sonu itibarı ile tekrar baktım.
• Bilindiği gibi, önceki yıllarda rezerv biriktirme için en önemli rolü “ihracat reeskont kredileri” oynamaktaydı. Söz konusu kredi TL kullandırılıp döviz olarak geri ödendiğinden TCMB açısından TL karşılığı döviz alımı anlamına gelmektedir. Bu kanaldan ocakta sadece 0,1 milyar dolar giriş olduğu açıklanmıştır. Ancak geçen yıldan itibaren reeskont kredilerinin ağırlıklı olarak TL cinsi kullandırılması sonrası, bankanın bu yılın toplamına ilişkin alım tahmini ise 4,2 milyar dolar ile önceki yılların çok belirgin altındadır. Öte yandan, son dönemde TCMB’nin rezerv girişi açısından en önemli kanalı ihracat bedellerinden (mal ve hizmet) yapılan zorunlu alımlar haline gelirken, buna ilişkin veriler açıklanmamaya devam edilmektedir. Ayrıca yine geçen yıldan itibaren kullandırımına ağırlık verilen Türk lirası reeskont kredilerinde kredi vadesine kadar kredi tutarına karşılık gelen ihracat bedeli dövizin TCMB’ye satılması kuralı dolayısıyla TCMB’ye yapılan döviz satışları da açıklanmamaktadır.
• Buna karşılık, başta BOTAŞ olmak üzere KİT’lere yapılan döviz satışı ise ocak ayında da gerçekleşmemiştir.
Döviz bilançosu...
• Aralık 2021’de devreye giren kur korumalı mevduat (KKM) kapsamında TCMB’nin DTH dönüşümlerinden yapılan alımları da önemli bir rezerv biriktirme kaynağı haline gelmiştir. Bu alımlara ilişkin geçen yıl temel varsayımım, zaman zaman HMB yetkilileri tarafından yapılan açıklamalara dayanarak KKM toplamı içinde TL’den ve DTH’dan dönüşlerin eşit dağıldığı şeklindeydi. Ancak bu dağılımın TL mevduat faizlerinin yükselişe geçtiği kasım ayından itibaren TL’den dönüşlerin azalması ile belirgin değiştiğini düşündüğümü de belirtmiştim. Nitekim, TBB Başkanı Çakar ocak ayı sonunda yaptığı açıklamada KKM’de 1,4 trilyon TL’lik büyüklüğün 1 trilyon TL civarının TCMB taraflı olduğunu yani DTH’dan dönüşlerin ağırlığının %70 oranını aştığını yansıtıyordu. Bu ise, KKM girişlerinin özellikle kasım ayından itibaren TCMB’ye belirgin döviz girişi olarak yansıdığı anlamına geliyor, ancak dağılım açıklanmadığından boyutuna ilişkin tahmin veremiyorum. Geçen yıl dağılımın fazla değişmediği dönemde KKM girişlerinin rezervlere katkısı 40 milyar doları aşmıştı.
• Bankanın swap işlemleri toplamında ise ocak ayında 0,4 milyar dolar azalış hesaplanmaktadır.
• Hazine’nin başta eurobond olmak üzere dış borçlanmaları ve yaptığı dış borç anapara ve faiz geri ödemelerinin net rakamı ise ocakta 2,3 milyar dolar net dış borçlanma şeklinde olmuştur. Hazine’nin ocak ayında döviz-altın cinsi iç borçlanması veya geri ödemesi ise olmamıştır.
• Dolayısı ile, tüm bu kalemleri topladığımızda Net Uluslararası Rezerv (NUR) büyüklüğünün ocak ayında ihracat bedellerinden ve KKM’den yapılan alımlar hariç 2 milyar dolar artması gerekirken, NUR değeri aynı dönemde 2,1 milyar dolar azalış göstermiştir. Bu ise ihracat bedellerinden ve KKM’den yapılan alımların tamamının ve bunun üzerine yaklaşık 4,1 milyar dolar daha tutarın döviz piyasasına satıldığı şeklinde yorumlanabilir.
• Ocak ayı ihracatı 19,4 milyar dolar, son 12 aylık ihracat ise 256,4 milyar dolar düzeyinde olduğundan zorunlu devir kapsamında aylık ortalama 7.5 milyar dolar alım yapıldığı varsayılabilir. KKM’den yapılan alımlar için ise bir tahmin yapmak mümkün olamıyor.