Eserlerinde Türk ve küresel popüler kültüre ait ifade ve imgeleri altüst edişi ile tanınan sanatçı Ardan Özmenoğlu, İşimi beğendin mi? isimli solo sergisiyle yıl sonuna dek Fremin Gallery’de (New York) olacak. Alelhusus cam, neon ve post-it gibi malzemeleri yapıtlarında kullanan Özmenoğlu ile yeni sergisine dair konuştuk.
Öncelikle serginizin ortaya çıkış öyküsünü anlatır mısınız? Neden ismi İşimi beğendin mi?
‘You like my work ha?’ Türkçeye çevrildiğinde küçük ama önemli bir detayı kaçırıyor aslında. Ben sergi ismiyle, eserlerimi beğenip beğenmediğinizi sormuyorum, beğendiğinizi biliyorum ve buradan nereye gidiyoruz? onu soruyorum gibi daha çok.
Benim New York’ta gerçekleşen dördüncü solo sergim olması ve bunun devam edeceğini bilmemden dolayı verdiğim bir isim. Siz bir şeyi beğeniyorsunuz, onu tekrar tekrar görmek istiyorsunuz ve sanatçı bununla ironi yapıyor gibi.
Serginizde yer alan işlerin aralarında kurdukları bir bağ var mı? Nasıl bir kompozisyonla bir araya geldiklerinden biraz bahsetmek ister misiniz?
Sergideki eserlerim, birbirleriyle hem metodik hem de eğlenceli bir görsel ritimle ilişkilidir. Eserlere baktığınızda sanatçının niyetini bilmek gerekmez, eser her şeyi anlatır. İnsanlara sanatımla dokunmak ve “derinden hissediyor” demelerini istiyorum.
Üretimim ve yaratıcılığım sürekli devam ediyor, hayal dünyam yaşadığım sürece beni besleyecek, nereye gitsem hayallerim benimle geliyor. Dolayısıyla İstanbul da New York da aynı, her kent başka bir dil konuşsa da zihnimde hepsi bana konuşuyor. Her duygu, her an bana ilham veriyor hayatta.
Bu serginizin özündeki “tekrar” hususu sizce gündelik hayatımızın ne ölçüde odağında duruyor? Siz bu fikri sanatınıza hangi mertebede yansıttınız?
Tekrar etme hali bence sizi mükemmelliğe ulaştırıyor. Bir tekniği tekrar tekrar yaparak elinizi ve beyninizi otomatik olarak en iyiye doğru eğitiyorsunuz. Bütünden en ince detaya kadar, yaptığınız her tekrar sizi bir sefer daha da profesyonelleştiriyor. Sonra bu mükemmellik bir eylem olmaktan çıkıyor ve alışkanlığa dönüyor. Bahsettiğim şey eserlerin kendini tekrarı değil, eserin oluşumundaki sürecin, düşünmenin, tekniğin ve hareketin tekrarı. Derinlik asla vazgeçemeyeceğim, izlediğim filmden tanıştığım insana kadar özlemle aradığım bir duygu.
Siz özellikle cam, neon ve post-it gibi malzemeleri kullanıyorsunuz. Bu malzemeleri kullanırken özellikle nelere dikkat ediyorsunuz? Sanatınızdaki özgünlüğe nasıl hizmet ediyorlar?
Aslında bu bir yetenek, kelimelerle ne kadar açıklayabilirim bilemiyorum. Bunu biliyorsunuz ve içinizde hissediyorsunuz. Fikirleriniz yaratım aşamasındayken de üretim disiplininiz bu süreci destekliyor. Her bir malzeme benim için katman ve derinlik demek. Basitçe özetlemeye çalışacağım, renk, ışık, ölçek, derinlik, zaman ve bütünlüğün içinde parçalanmışlık demek.
Henüz 43 yaşında olmanıza rağmen dünya çapındaki pek çok serginize ilaveten Amerika’da dördüncü solo serginizi [Post-it, Emmanuel Fremin Galerisi, E PLURIBUS UNUM, Bertrand Delacroix Galeri, 1 Bird, 2 Birds, 3 Birds, AC Enstitüsü] açmak nasıl hissettiriyor?
O kadar çok çalışıp, uğraşıyorum ki, siz bu soruyu sorduğunuzda (Art Basel Miami sergi hazırlığı içindeyim) hatırlıyorum yaptığım onlarca yurtdışı sergisini. Ben bir akışın içindeyim ve bu akışta çok fazla geriye dönüp bakmıyorum. Bu bir bina, bir kale inşa eder gibi bir duygu, bir yetenek.
Sürecin içindeyken çok anlamıyorum neler yapıp başardığımı. Böyle sorular gelince durup bakıyorum, anlıyorum ve duygulanıyorum. Ben hiç bir zaman şu ülkede sergi yaptım, bu şehirde de sergi açtım deyip övünen bir sanatçı olmadım. Bazen keşke olsa mıydım diye de düşündüğüm olur. Malum alçak gönüllüğü aptallıkla çok karıştıran var.
Son olarak Trendyol’a özel tasarladığınız Mimoza adlı eserinizle ilgili de konuşmak isterim. Bu iş birliği nasıl ortaya çıktı? Bu eser nasıl doğdu?
Her şey fikirle başlıyor. Sonra fikrin hayalini kuruyorsunuz. Fikri gerçekleştirebilmek için bütün farklı kulvarlardaki insanlar kendi dalındaki profesyonelliğini göstermek için bir araya gelip çalışmaya başlıyor. Günlerce haftalarca süren toplantılar, verilen kararlar bir bütüne dönüşüyor. Sanat, dolayısıyla sanatçı ile yapılan her ortak proje, markaya değer katıyor. Ben, sanatçı olarak markaların bunu geç fark ettiğini düşünüyorum. Sanatın iyileştirici ruhu ve farklı bakış açısı, dokunduğu her projeyi özel ve çekici kılıyor.
Sergi 31 Aralık’a dek Fremin Gallery’de (New York) görülebilir.