Orson Welles 1938 yılında, henüz 23 yaşındayken bilim kurgu edebiyatının atalarından H. G. Wells’in 1898 basımı “Dünyalar Savaşı” (The War of the Worlds) romanını radyo tiyatrosuna uyarlar. Temsil, müzik yayınının kesilerek bizzat Wells’in canlandırdığı sunucu tarafından ABD’nin New Jersey eyaletindeki bir tarlaya bilinmeyen bir cismin düştüğünü haber vermesiyle başlar. Devamında müzik yayını tekrar tekrar kesilerek yine haber formatında Marslıların Dünya’yı işgaline yönelik gelişmeler paylaşılır.
Bizde “Cadılar Bayramı” olarak anılan Halloween’e denk gelmesinin de etkisiyle kurguyu gerçek sanan dinleyiciler panik içinde sokaklara dökülür. Medya tarihine geçen bu vakada Welles’in yaratıcı dehasının payı şüphesiz büyüktür. Fakat mecranın inandırıcılık gücü adına da önemlidir.
Yakın tarihimizde “6-7 Eylül (1955) Olayları” olarak anılan vaka da benzer bir kökten beslenir ancak sonuçları çok daha vahimdir. Adnan Menderes hükümeti, ekonomik darboğazdan beslenen enflasyonun halkta yarattığı gerilimi dağıtmak için Milli Emniyet Teşkilatı’na bağlı Seferberlik Tetkik Kurulu eliyle bir tertip düzenler. O dönem tek devlet olan Kıbrıs’taki Türklere yönelik baskıyı Yunanistan ile yaşanan gerilimle harmanlayan plan doğrultusunda, İstanbul Ekspres adlı gazetede “Ata’mızın evi bombalandı” manşetiyle bir haber çıkar. Güya bir Yunan eylemci Selanik’te Atatürk’ün doğduğu eve patlayıcı yerleştirmiştir. Olay bir bakıma doğrudur ancak o kişinin de bir Türk ajanı olduğu ortaya çok sonra çıkacaktır. Elden ele dağıtılan gazeteler “resmi” provokatörlerlerin gayretiyle halk ayaklanmasına dönüşür. İki gün boyunca ölen, yaralanan, tecavüze ve gaspa uğrayanların yanı sıra azınlıklara ait yüzlerce iş yeri yağmalanır ve tahrip edilir.
Şifre çözen saç spreyi
Türkiye’de özel televizyonların pıtrak gibi çoğaldığı dönemi yaşayanların Alper Mestçi ve Ersan Özer imzalı “Şok” adlı programı unutması mümkün değil. Korcan Karar’ın büyük bir ciddiyetle sunduğu haberlerin kurgu olduğunu anlamak TRT’nin tartışılmaz bültenleri ile terbiye edilmiş zihinler için hiç de kolay olmamıştı.
Mermiyi dişiyle yakalayan ancak çekim sırasında beceremeyip ölen mi dersiniz, tuvalet deliğinden çıkarak kıçınızı sokan yaratıklar mı; hangi birini hatırlatayım bilemedim. En unutulmazlardan biri dönemin afet-i devranı Anna Nicole Smith’in her sene bir hafta Edirne genelevine gelip bedava “hizmet” vermesiydi. Bu iştah kabartıcı ihtimal o kadar ciddiye alınmıştı ki Edirne Valiliği “şehrimizde bu isimde biri ikamet etmemiştir” şeklinde resmi açıklama yapmak zorunda kalmıştı.
Ülkenin ilk şifreli yayını CINE5’i saç spreyi sıkılmış aynayla bakarak şifresiz izleyebilme ihtimaline sadece benim babam mı kanmıştı, bilemiyorum.