‘Uygar galaksinin vatandaşları; bugün bir dönüşümü kayda geçiriyoruz!’ Star Wars serisinin “Sith’in İntikamı” (Revenge of the Sith) başlıklı 3. bölümünde, Şansölye Palpatine dantel gibi işlediği bir dizi komployla yolunu hazırladığı diktatörlüğünü ilan edeceği meclis konuşmasına bu cümleyle başlar. “Huzur ve istikrarın güvence altına alınması ve bin yıl sürecek barışın tesisi için” hain Jedi’lar yok edilecek, Cumhuriyet rejimi yıkılarak yerine “Galaktik İmparatorluk” kurulacaktır.
Belagatin şehvetiyle kendinden geçen senatörlerin alkışları arasında oturan Kraliçe Padme Amidala dehşet içinde etrafına bakarak şöyle der: “Demek ki özgürlükler böyle yitiriliyormuş. Kulakları sağır eden alkışlar eşliğinde.”
Dezenformasyon: Kullanıma Rusça kökenli “dezinformatsiya” sözcüğünden 1949’da giren dezenformasyonu TDK sözlüğü “bilgi çarpıtma” olarak özetliyor. Genel kullanımda “kişileri aldatma ve yanıltma amacıyla kasten üretilen sahte bilgi” olarak tanımlanıyor.
Bugün hala yürürlükte olan ve internette yapılan yayınları ve bu yayınlar yoluyla işlenen suçları düzenleyen 5651 sayılı kanunun taşları 1999-2002 yılları arasındaki Bülent Ecevit Başbakanlığı döneminde; DSP-MHP-ANAP iktidarında döşendi. Bahanesi “Atatürk’e hakaret” ve “çocuk pornografisi” gibi karşı konulması oldukça güç argümanlardı. Dönemin internetinde yok denecek kadar vakaya sahne olmakla birlikte her iki gerekçenin mevcut yasalarda tanımı ve cezası vardı. Ancak ısrarla internete özel bir düzenlemeye sahip olmaları isteniyordu.
Bugüne kıyasla esamesi okunmayacak sayıda kullanıcıya sahip internet hayatımızda henüz böylesi bir yere sahip değildi. Dolayısıyla konu medyada fazla yankı bulmadı. Yine de katıldığım pek çok televizyon programında dönemin milletvekilleri, gazetecileri ve hukukçularıyla konuyu uzun uzun tartıştık. Bu girişimin kaçınılmaz ve keyfi bir sansüre dönüşme ihtimaline yönelik uyarılarım cılız bir itiraz olarak kaldı.
Yasa 2007’da Recep Tayyip Erdoğan’ın başbakanlığı döneminde yürürlüğe girdi ve Türk Ceza Kanunu’nun (2004 tarihli) 5237 sayılı maddesiyle tanımlanan “katalog suçları” da kapsayarak bugünkü şeklini aldı.
İkinci perde
Bu hafta gündeme gelen ve kamuoyunda “Dezenformasyonla Mücadele Yasası” olarak bilinen AKP ve MHP’nin hazırladığı kanun tasarısı ise yepyeni bir dönemin kapısını aralıyor. 40 maddeden oluşan tasarı sadece internette haber yapanları değil; sosyal medyada bu içerikleri paylaşan bütün kullanıcıları da kapsayan ayrıntılar içeriyor.
“Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yaymak” adlı yeni bir suç tanımlayan yasa, dezenformasyonu “Sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli bir şekilde alenen yaymak” olarak açıklıyor.
Haziran 2022’de ilgili komisyonda kısmen kabul edilen teklifin dezenformasyon ile ilgili kısmı “muğlaklık” ve “istismara açıklık” gerekçesiyle CHP ve HDP’nin itirazına konu olmuş ancak AKP ve MHP’nin oy çokluğuyla kabul edilerek Genel Kurul’a sevk edilmişti.
1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezası öngörülen bir kavram olarak dezenformasyonun tanımının muğlaklığı bugün savunanlar için dahi tedirgin edici olmalı. Ancak Türkiye’nin malum siyasi dengeleri bu konuda da aklıselim bir tartışmayı imkansız kılıyor. Söyleyecek çok sözüm olmakla birlikte kendi hakkımı Türkiye’de bilişim hukuku konusundaki en saygın 3 hukukçuya ve önümüzdeki süreçte adını çok duyacağımız İletişim Başkanlığı bünyesindeki Dezenformasyonla Mücadele Merkezi Koordinatörü İdris Kardaş’a bırakıyorum.
NOT: Basılı sürümün kısıtları sebebiyle kısaltmak zorunda kaldığım yanıtların tam haline sayfada yer alan kare kod ile ulaşabileceğinizi hatırlatmak isterim.
Hukukçular nasıl yorumluyor?
Muğlak ifadelerin hukukta sebep olabileceklerine sıklıkla şahit oluyoruz. Dezenformasyonun tanımını ve değerlendirmesini kim, neye göre yapacak? Bunun doğru bir yöntemi var mı?
Başak Purut
Tasarıda gerek eylemin tanımı gerekse kanunda düzenlenen ifadeler oldukça muğlak. Kanunun lafzında da gerekçesinde de bir haberin yalan olup olmadığının neye göre belirleneceği, bir haberin görünür gerçeğe uygun olması halinde yalan sayılıp sayılmayacağı, haberi yayınlayanların amacının ne olduğunun belirlenmesi ile hangi haberin kamu barışını bozmaya elverişli sayılacağına dair kriterler belirsiz. Bu belirsizliğin hatalı veya keyfi kararlar alınmasına neden olması kuvvetle muhtemel. Buna engel olunabilmesi adına hangi haberlerin “dezenformasyon” sayılacağı ve dezenformasyonla nasıl savaşılacağına ilişkin tüm dünyada çalışmalar yürütülmekte. Ancak bunun tek bir doğru yöntemi henüz kabul edilmiş değil.
Gökhan Ahi
Dezenformasyonun hem kanunda hem de kamuoyunda tanımını yapmak çok güç. Dolayısıyla her tarafa kolaylıkla çekilebilir. Aslında kanun koyucular bu tür kavramlara bir tanım yapmaktan kaçınır ve çerçeveyi yargının çizmesini ister. Yargı bağımsızlığı sağlanmış bir ülkede, dezenformatif içeriklerin ne olduğu, nasıl tanımlanması gerektiği, hangi kriterlerin baz alınacağı, ancak ve ancak yargı kararlarıyla ve hukuk doktrinleriyle zaman içinde saptanabilir. Bir hukuk devletinde en doğru yöntem budur.
Volkan Dülger
Kanun metninde tüm hususlar detaylı bir şekilde yer alamayacağından temel kavramların tanımı yapılır, bu tanımların genişletilmesi ile diğer kavramların tanımlanması ise yargı makamları tarafından yapılır. Gelin görün ki, geldiğimiz noktada artık kanun metinleri de büyük problemler içeriyor. Bu belirsizlik “hukukun öngörülebilirliği” ilkesine tamamen aykırı.
Söz konusu yasada muğlak ifadeler çok belirgin. Hukukta yüzyıllardır tam olarak tanımlanamayan hangi kavramlar varsa, kanun metnine alınmış. Kamu düzeni, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu barışı, ülkenin genel sağlığı gibi genel ve soyut ifadeler idarenin keyfiliği açısından çok tehlikeli. Zira idare, keyfi bir işlem yapmak isterse bu işlemin gerekçesinde ilk sığınacağı ifadeler bunlardır.
Mevcut yasalarda yanıltıcı bilgiyi yayma ve kamu barışını bozma konusunda eksik olan neydi?
Başak Purut
Dezenformasyon konusunda yapılacak düzenlemenin gerekçesi olarak ülkenin güvenliğinin, kamu düzeninin ve genel sağlığın korunması sunuluyor. Ancak burada sıralananlar, halihazırdaki yasal düzenlemelerle zaten koruma altında bulunuyor. Örneğin, TCK’da kamu barışını bozmaya yönelik birçok suçun özel olarak düzenlendiği “Kamu Barışına Karşı Suçlar” bölümü bulunduğu gibi yine TCK’da ve diğer birçok kanunda ülke güvenliğinin, kamu düzeninin ve genel sağlığın korunmasını amaçlayan birçok düzenleme yer alıyor. Kaldı ki; yalan haber yayını halihazırdaki kanunlara göre tazminatı gerektirir bir eylem olduğu gibi içeriğine göre TCK veya diğer kanunlardaki suçlar kapsamında değerlendiriliyor.
Gökhan Ahi
Mevcut yasalarda kamu barışını bozacak nitelikte yanıltıcı bilgiyi yayma anlamında bir suç tipi tanımlanmış değil. Aslında böyle bir düzenlemeye ihtiyaç var, çünkü halkın bilgi alma ve kamuyu sorgulama imkanı bulduğu haberler, artık gerçek ve düzgün bir şekilde üretilmiyor, tamamen siyasal iktidarların propaganda aracına dönüşmüş durumda. Özgür ve tarafsız basının olmadığı ve kamunun şeffaf olmadığı bir ortamda, bilgi kirliliği çok doğaldır. Üstelik, basın kuruluşları ve gazeteciler, tarihin en ağır ekonomik, hukuki ve fiili baskıları altında. Basının rolünü mecburen sosyal medya üstlenmiş durumda. Hal böyleyken, özgür basının olmadığı bir ortamda dezenformasyon, malenformasyon ve mezenformasyon kaçınılmaz hale geliyor.
Volkan Dülger
Eksik yoktu, çünkü böyle bir gereklilik yoktu. Mevcut yasalarda kamu barışını koruyan hükümler zaten fazlasıyla mevcut. Nitekim uygulamada bunun çok ötesine gidildiğini, aslında kanunen bir suç oluşturmadığı halde geniş bir yorum yapmak suretiyle birçok haksız işlem yapıldığını görüyoruz. Aslında bir bakımdan uygulamada yapılan, açıkça kanun normu haline getirilmek isteniyor gibi bir durum var. Kamu barışı ve kamu düzeni gibi önemli ve köklü kavramlar, eleştirel tüm yaklaşımları ortadan kaldırmak için bir araç olarak kullanılıyor. Örneğin, “kamu barışını sağlamak” ne anlama geliyor? Toplumun refah içinde hukukun üstünlüğüne inandığı bir ortam yaratmak mı, yoksa mevcut ortamı eleştirenleri susturmak mı? Dolayısıyla mevcut yasal düzenlemelerde bir eksikliğin ve böyle bir ihtiyacın olmadığını düşünmekteyim.
Bizi en çok ne endişelendirmeli?
Başak Purut
Hangi haberin yargı tarafından “yalan haber” olarak nitelendirileceği ve cezalandırılmayı gerektireceğine ilişkin net kriterlerinin olmaması yayıncılar için olduğu kadar internet kullanıcıları için de endişe verici. Öte yandan kanunun gerekçesinde ilgili suça konu eylemin yalnızca doğrudan asılsız bir bilgiyle sınırlı olmadığı, tahrif edilmiş gerçek bir bilginin de suçu oluşturacağı belirtilmiş. Böylece suç oluşturacak yayınların kapsamı oldukça geniş hale getiriliyor. Bu suçun işlenmesi halinde verilecek ceza 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezası. Yani adli para cezası seçimlik olarak dahi kanun metnine eklenmemiş. Suçun anonim olarak işlenmesi halinde de cezanın yarı oranında artırılacağı düzenleniyor. Bu haliyle söz konusu kanun maddesinin yürürlüğe girmesi durumunda internet kullanıcıları, bir haberi paylaşırken doğruluğundan emin olmak zorunda bırakılıyor ki içinde bulunduğumuz bu çağda böyle bir şey neredeyse imkansız.
Gökhan Ahi
En çekinmemiz gereken husus, muhalif veya aykırı görüşlü kişilerin / gazetecilerin ürettiği haber ve içeriklerin soruşturma tehdidi altında olması. Bu durum, sansüre ve daha da tehlikeli olan otosansüre yol açabilir. Bu tehlikeleri bugün bile yaşıyoruz, muhalif sanatçılar, hukukçular, yazarlar, bilim insanları, gazeteciler bir şekilde hedef gösteriliyor ve anında sosyal medya trolleri aracılığıyla aleyhte propaganda yapılabiliyor. Bir de bu konuyla ilgili ceza maddesi düzenlenirse, artık herkes potansiyel suçlu ilan edilebilir.
Volkan Dülger
Tabii ki, ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğü. Muğlak ifadelerin çok fazla olması sebebiyle yorum yapma alanı çok geniş, dolayısıyla hakimler birbirinden farklı yorum yapabilir, aynı fiili işleyen farklı kişiler farklı işlemlere tabi tutulabilir ve şahsa özel uygulamalar olabilir, ceza hukukunda kıyas ve genişletici yorum yapmak tam da bu nedenle yasaktır. Her ne kadar taraf olduğumuz uluslararası anlaşmalar ile Anayasa ve diğer kanunlarda söz konusu hak ve ilkeler yer alsa da gerçek anlamda bir uygulama olmadığı uluslararası yayınlar ve AİHM kararlarıyla çok net bir biçimde ortada. Dolayısıyla olanın elden gitmekte olduğunu düşünmüyorum. Belki buradan başlamak ve yeniden bir inşayı konuşmak gerek. Zira hukuk ve insan hakları idealinden gittikçe uzaklaşıyoruz.
İdris Kardaş Dezenformasyonla Mücadele Merkezi Koordinatörü
Suç için 4 şart gerekiyor
Sosyal medyanın hızı haberin “demlenme” süresini hayli kısalttı. Doğası gereği mahiyeti sürekli değişen, güncellenen; hatta bazen tamamen farklı bir sonuca bağlanan güncel gelişmelere şahit oluyoruz. Bu süreçteki haber ve bilgi paylaşımlarının “dezenformasyon” olup olmadığı hangi kriterlere göre ve kimler tarafından tarafından tanımlanacak?
Dezenformasyon kasıtlı olarak üretilmiş ve kasıtlı olarak kitlelere yayılmış - yani üreticisi ve yayıcısı tarafından yanlış olduğu bilinen - yalan bilgidir. Buradaki kasıt ve kitlesellik şartları dezenformasyon için öncelikli belirleyicilerdir. Kaynaksız olarak yani uydurma ya da çarpıtılmış kaynaklara dayandırılarak yayılan bilgiyi doğrulamak / yalanlamak için gerekli kaynaklar, araçlar ve yöntemler de bellidir.
Dezenformasyonun yoruma açık bir kavram olduğunu iddia etmenin altının ikna edici dolulukta olduğunu düşünmüyorum. Dezenformasyon, tanımı ve kriterleri itibarıyla bugün akademinin, devletlerin, sivil toplum kuruluşlarının ve hatta gelir modeli kısmen dezenformasyona dayanan sosyal ağların dahi temel ilkeler üzerinde mutabık oldukları ortak bir düşmandır.
Yanıltıcı bilginin “örgütlü” şekilde yayıldığı hangi kritere göre belirlenecek?
Herhangi bir eylemin örgütlü gerçekleştirilip gerçekleştirilmediğine ilişkin kriterler de tıpkı dezenformasyonun tanımı ve kriterleri gibi bellidir. Hukukun alanı olmakla birlikte, bu şartların başlıcaları kişinin kendi iradesini örgüt amacı için araçsallaştırması, suç için gerekli araç-gereçlere sahip olarak bir iş bölümü ya da hiyerarşi kapsamında diğerleri ile sürekli ve düzenli olarak iş birliği halinde dezenformasyon eylemlerinde bulunması olarak sıralanabilir.
Yasa teklifi haberciler kadar okuyucuları da bağlıyor. Dezenformasyon olarak tanımlanan eylemden herkes aynı derecede mi sorumlu olacak?
Yasada suçun oluşması için sağlanması gereken şartlara bakalım:
1. Yayılan haber gerçek olmamalıdır.
2. Ülkenin güvenliği ve kamu sağlığı ile ilgili olmalıdır.
3. Halk arasında panik, korku ve endişe oluşturma kastı taşımalıdır.
4. Kamu barışını bozmaya elverişli olmalıdır.
5. Aleni (yani ilgisi olmayan kişilere ulaşabilir) olmalıdır.
Bu durumda yanlış bilgiyi “sehven yayan” yahut “yayan ancak diğer 4 şartı sağlamayan” kimse için ‘halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma suçu’ oluşmuyor. Dolayısıyla düzenleme bir kimsenin “yalan söylemesi” durumuna da indirgenebilecek bir nitelik taşımıyor. Zira söz konusu yalanın toplumu etkileyecek düzeye gelmesi halinde dahi bu eylem ancak diğer 4 şartın da oluşması halinde suç olarak görülüyor. Bu maddenin ‘’dar yorumlanabileceği’’ yönündeki kaygılar da bu anlamda yersiz kalıyor. Kısacası yasa, işini layıkı ile yapan habercileri yahut bilgisizlikten ya da duygusal tepki ile haber paylaşan okuyucuyu bağlamıyor.
Türkiye Cumhuriyeti’nin dezenformasyonla mücadelesi hukuki alanla sınırlı değildir. Bugün kişisel verilerin kullanımı, kullanıcı profilleme, dezenformatif içerikleri algoritmalar ile öne çıkarma gibi son derece kritik konularda sabıkası kabarık olan sosyal ağ şirketlerine karşı devletlerin vatandaşını müdafaa etmesi artık opsiyonel değil zaruridir. Teknolojinin insan zihninin zaaflarından faydalanacak şekilde kullanılmasına karşı yürütülen mücadelede adımlarımızı somutlaştırıyoruz.
Yasa dezenformasyonun engellenmesinin yanı sıra çocukların ve gençlerin korunmasını, kişisel verilerimizin kullanımı üzerinde söz sahibi olmamızı da hedefliyor ve vatandaşların itibar suikastlarının, komplo teorilerinin mağduru olmaması için bağlayıcı bir standart getiriyor.
Her web sitesi sahibinin kendisini ‘haberci’ ilan ettiği, denetimden, standartlardan, etikten uzak bir alanda hareket etme dönemi sona eriyor. İnternet medyası artık kanunsuz topraklar niteliğinden sıyrılıyor ve itibar kazanıyor. Künyesiz haber sitesi kalmıyor. Yeni medya emekçileri mesleki olarak tanınıyor.
Hukuki önlemlerin yanı sıra dezenformasyonla mücadele için stratejik çalışmalar, vatandaşlarımıza yönelik farkındalık çalışmaları geliştiriyor ve yalan haberleri derleyip kategorize ederek yapay zeka destekli doğrulama sistemlerini besliyoruz.
Hakikat sonrası diye anılan bu çağda, infodeminin hemen ardından, dezenformasyonun en güçlü zamanında başlattığımız bu mücadele ile dünyaya örnek olmak istiyoruz. Haber alma özgürlüğümüzü ve dolayısyla demokrasimizi tehdit eden sistematik manipülasyon teknikleri ile mücadeleyi sürdüreceğiz.