Ankaralıların “başta mesafeli ve soğuk” görünseler de aslında hiç de öyle olmadıklarını, bunu anlamak için de onlarla yakınlaşmak gerektiğini bilmiyordum. Hande Doğandemir sağolsun, bu yaşımda bunu da öğrenmiş oldum. Kendisi “aşka büyük anlamlar yüklemeyen” bir sanatçı olduğunu geçenlerde MAG dergisine açıkladı: “Başta mesafeli ve soğuk dursam da tanıdıkça hiç öyle olmadığımı söylerler. Sanırım bu özellik Ankaralı olmaktan geliyor. Kontrollü, planlı ve adaletli olmaya çalışıyorum ama genelde neşeli ve eğlenceliyimdir” dedi. (Burada bir parantez açmak mecburiyeti doğdu: Planlı ve adaletli olmak, neşeli ve eğlenceli olmanın zıttı mıdır? İnsan hem neşeli ve eğlenceli hem de planlı ve adaletli olamaz mı?) Ben ilkokula Ankara’da, Maltepe Deneme İlkokulu’nda başladım; İncigül’ü de orada gördüm ve “ilk aşkım” olarak kalbimde adı hala taze. O günden beri, bu yaşıma kadar İncigül’ünbana karşı “mesafeli ve soğuk” durmuş olmasının, sınıfın en tembel öğrencisi olmamla ilgisi olduğunu düşünmüştüm. Herkes kırmızı kurdeleyi göğsünde taşıyordu, ben cebimde. Cebimdeki kırmızı kurdelenin, oradan çıkıp, siyah önlüğümün göğsündeki bir noktaya iğnelenmesi için okulun son haftasına kadar beklemem gerekmişti. Zaten artık kurdele de kurdele olmaktan çıkmış, lime lime olmuş, kırmızı iplikler bütününe dönüşmüştü.
Kırmızı kurdele
Oysa Sinan, sınıfta okumayı söktüğünü gösteren ve kırmızı kurdeleyi göğsüne ilk takan çocuktu. İncigül’ün ona olan ilgisini ve bana olan ilgisizliğini kırmızı kurdeleye bağlamıştım. Meğerse yanılmışım, Ankaralılar baştan mesafeli ve soğuk görünseler de aslında hiç de öyle değillermiş. Keşke Hande Doğandemir’in bu yaşında bildiği gerçeği o yıllarda öğrenebilmiş olsaydım. Tabii bu acı deneyim, bütün yaşamım boyunca rehberim oldu: Beğendiğin kızın ilgisini çekmek istiyorsan, çabalamalısın! Ondan sonrasının da acıklı olaylar zinciri olduğunu söyleyebilirim aslında. Dikkat çekmek için ne yapılması gerektiğini öğrenmiştim ama bu kez de yatılı erkek mektebine düşmüştü yolum. Sınıfta ilk kız öğrenciyi görebilmek için lise bire kadar beklemem gerekmişti ki o günlerde de artık dikkatim kızlara değil, yaklaşmakta olan devrime yönelmişti. Bu zor görevin gerekleri için bilincimi yükseltmeye odaklanmama rağmen dikkatimi muazzam gözleriyle Nuray çekmekte gecikmemişti ancak şimdi anlıyorum ki o da Ankaralıymış! Mesafeli ve soğuk duruşunun gerisinde sıcak kanlı bir kız yatıyormuş ama heyhat ben bunu yeni öğreniyorum! Ve bu durum canımı fena halde sıkıyor. Niye insan kendisi gibi davranmaz da başkasıymış gibi davranır? Niye aslında “neşeli ve eğlenceli” olan bir insan mesela Hande Hanım, başkalarına kendisini “mesafeli ve soğuk” göstermeye çalışır ya da içinden öyle davranmak gelir? *** “Kendin gibi davranmama” denilince aklıma Seinfeld’in gelmesi kaçınılmazdı. Netflix, Friends’den sonra şimdi Seinfeld’i de satın aldı ve bütün sezonları izleyebiliyorsunuz. Seinfeld’i izlememin iki nedeni vardı; ikisi de Seinfeld değildi! George Costanza ve Cosmo Cramer! Cramer, hafiften çatlak, saçları da deli kovalamış gibi tepesinde toplanmış bir karakterdi. Costanza ise kısa boylu, şişman, saçları dökülmüş, kendini akıllı zanneden çok insan gibi hafiften aptal bir “looser”! Sitcom aleminin gelmiş geçmiş en önemli karakterlerinden biri. Aslında gerçek bir kişi. Gerçek hayattaki karşılığı dizinin Seinfeld ile ortak yaratıcısı Larry David’in kendisinden başkası da değil. Kim, kendisinden yola çıkarak böyle bir karakter yaratmaya cesaret edebilir? Aslına bakarsanız dizideki her olay ve kişilik, gerçek hayattan aktarılmış ya da esinlenilmişti. Hande Hanım’ın bende ani bir zihni küşayişe neden olan açıklamasının bu diziyi çağrıştırmasının nedeni George Costanza’nın kişiliğinde yatıyor. Huysuzluk da huy
Costanza, dizinin bir bölümünde aklından geçen her şeyin tersini yapıyordu. Bir olay ya da söz karşısında normalde takınacağı tavrın ya da alacağı tutumun tam tersinin ne olduğunu düşünüyor, ona göre hareket ediyordu. O bölümü seyrederken o kadar çok gülmüştüm ki zaman zaman aynı şeyi deneyip, kendime gülmek istiyorum. Bunu yapabildiğim durumlar da oldu, niyetlenip başaramadığım da. Tabii kendime gülmek isterken oynadığım bu oyun nedeniyle bazen “huysuz” eleştirilerini de göğüslemek zorunda kalıyorum ama sonuçta “huysuzluk” da bir “huy” değil mi? Denemenizi öneririm, bazen insan kendine gerçekten çok gülüyor ve kendine gülmekten daha iyi terbiye edici bir şey olmadığını da artık biliyorum. Bunun istisnalarına da dikkatinizi çekerim. Mesela içkiliyken elinizi Twitter’a, Instagram’a ya da WhatsApp’a uzatmayın. O zaman da normalde söylemeyeceğiniz, yapmayacağınız bir sözü söyleyip, yapıp, sonra çok pişman olabilirsiniz ve asla gülemezsiniz. Bir diğer “sakın ha” diyeceğim konu da “aşk” ile ilgili tabii. Neşeli ve eğlenceli biriyseniz öyle görünün, neden insanlar sizi “mesafeli, soğuk, sıkıcı biri” olarak algılasın? Bundan nasıl bir fayda görmeyi bekleyebilirsiniz? *** Oya Baydar’ın “Sıcak Külleri Kaldı” (Can Yayınları) isimli romanından not ettiğim bir söz var: “Kalbin, aklın tanımadığı gerekçeleri vardır.” Aklınızca bir oyun oynarsınız ama kalp onun gerekçelerinden çok daha fazlasını ve çok daha farklı olanlarını bildiği için ne yapmak istediğinizi anlamaz, burnunuzu duvara çarpıverirsiniz, haberiniz olsun. Çünkü ilişkiniz magazin haberlerinde sıkça okuduğumuz gibi “düzeyli” bir ilişki değilse, iki kişilik bir “oyunun” içindesiniz demektir. Kendinizi yeniden keşfetmeye başlarken, diğer yandan da sevgilinizi keşfetmeye, içine akmaya doğru bir yolculuktur bu. Birlikte düşünmek, birlikte hissetmek böyle mümkün olabilir, onun içinde de “tek kişilik” standuplara yer yoktur. Öte yandan aşık olma hali, bir yönüyle de George Costanza’nın oyununa da benziyor. Aşık olunca, bildiğiniz sizden farklı davranışlar sergilersiniz çünkü. Aklınızın “yapma” dediğini yapar, aklınızın “yap” dediğinden uzak durursunuz. Ama bunu artık bir “oyun” olsun diye değil, kalbiniz öyle emrettiği için yaparsınız. Bu durum bugünden yarına gelişmez tabii. Küçük ayrıntılarla beslenerek ilerler. Önce mesela sadece saçının rüzgarda savruluşunu beğenirsiniz, size dünyanın en güzel kadını (ya da en yakışıklı erkeği) gibi gelmeye başlaması için hayli zaman gerekir, emek gerekir. O insana doğru aktıkça yeni “ayrıntılar” keşfedersiniz. Oturuşu, konuşması, bardağını tutuşu, bakışlarındaki anlam değişimi, ilgisini çeken konular... Bitmek bilmez bir keşif yolculuğudur çünkü bu. Sonunda sesinin tınısından bile nasıl bir ruh durumu içinde olduğunu hissedebileceğiniz bir keşif süreci! Onun da sizde böyle ayrıntılar keşfetmesini bekler, bunun gerçekleştiğini gördükçe mutlu olursunuz. Birçok insanın en sevdiği dönemin ilişkinin flört evresi olmasının nedeni budur. Çünkü bilirsiniz ki sonsuza kadar sürecekmiş gibi görünen bir yolculuğa çıkıyorsunuzdur. Oyunu bırakıp, kalbin sesini dinlemenin tam zamanı da işte o andır.