Genç sayılabilecek bir yaşta hayata veda eden Peter Esterhazy, Budapeşte doğumlu bir Macar yazar. 20. yüzyıl Macar edebiyatının önemli isimlerinden biri. Kısa yaşam süresinde çok önemli eserler vermiş, Macaristan’ın Erdoğan’ı, Orban’a kafa tutmuş önemli bir kişilik.
Esterhazy ailesi, prensler, kontlar, diplomatlar, piskoposlar çıkarmış, geçmişleri 700 yıllık geçmişe sahip bir Macar ailesi.
“Bir Kadın” isimli romanında 97 değişik kadını anlatıyor.
Yayınevinin editörünün de belirttiği gibi biz okuyucular geri zekâlı olmadığımız için yazarın bir kadının 97 değişik yönünü anlattığını anlıyoruz elbette.
Ancak yine de zannettiğimiz kadar zeki olmayabileceğimizi de bildiğimiz için kitapta belki de birden çok kadını anlattığını da düşünebiliyoruz.
Öyle ya da böyle.
Ben kitapta anlatılan kadınlardan bazıları ile ilgili ilk tanımları aktaracağım size.
Kitap kurtları sahaflarda bu kitabın peşine düşüp okuyacaklardır ama biliyorsunuz bizim memlekette kitap okumayı sevmeyen geniş bir kitle de var.
Bu onlar için de bir “vatan hizmeti” olsun diye düşündüm. Yani iyilik yapıp denize atıyorum, artık kim bunu bilir, kim bilmez; beni aşan bir şey.
Elbette bu eski kitabı sizlere tekrar hatırlatırken tehlikeli sularda kulaç atmakta olduğumun da bilincindeyim.
Şunu söylemeliyim ki Esterhazy’nin son yıllarında “woke” kültürü etkisini artık bizim buralarda da göstermeye başlamıştı ama bu kitap o dönemden önce yazılmıştı.
“Bizim buralarda” diye yazdım, Türkiye’yi de hala “Avrupa’nın doğusu” zannettiğim için!
Orta Doğu’nun batısındayız
Aslında “zannetmek” fiili de doğru değil, yukarıdaki cümleyi “olduğumuzu hâlâ hayal ettiğim için” diye bitirmeliydim.
Türkiye’nin konumunu tarif edeceksek, artık “Orta Doğu’nun batısı” diye tarif etmemizi gerektirecek bir siyasi ve hukuki ortamda yaşıyoruz.
Muhalifleri Suriye’deki Sednaya Hapishanesi gibi yerlerde tutmak yerine kışın soğuk da olsa nispeten modern sayılabilecek Silivri Hapishanesi’nde tutuyorlar ki devletimize bunun için teşekkür etmeli miyiz, emin değilim.
Her neyse, konumuz bu değil zaten.
Feminist felsefe, felsefe tarihinin bütününe bakıldığında genç sayılması lazım gelen bir yaşta.
Mary Wollstonecraft’ın, ”Kadın Haklarının Gerekçelendirilmesi” isimli eseri, feminizmin tohumlarını atan ilk felsefi eserdi.
Mary Hanım bu eserinde kadınlar için basit bir eğitimin yeterli olacağını ileri süren Jean-Jacques Rousseau’ya karşı çıkıyordu.
20. yüzyıla gelindiğinde, feminizm Sartre’ın “hayat arkadaşı” diye tanımlayabileceğim Simone de Beauvoir ile varoluşçu bir yeniden doğum yaşadı.
Beauvoir’a göre kadınlar, kadın olmanın kendilerine ait yorumunu yaratmakta özgürdüler ve erkeklerin kendilerine giydirdiği deli gömleğinin yırtılmasının da vakti gelmişti.
Geleneksel cinsiyet rollerinin, kadını ezerek kişiliksizleştirip yönetmek isteyen erkekler tarafından icat edildiğini günümüzde tartışmak artık tuhaf gelebiliyor ama çok yakın tarihte Freud bile “anatomi kaderdir” görüşündeydi.
Freud’a göre kadın bedeninin fiziksel yapısı, kadının toplum içindeki rolünü de belirliyordu.
Bugünden geçmişe bakmak
Onun için bugünkü bilgilerimize ve genel kabullere bakarak geçmişte yazılıp çizilenleri yargılarken biraz geniş görüşlü olmakta yarar var.
Bu uzun girişten sonra Peter Esterhazy’nin ”Bir Kadın” isimli romanından yaptığım bir seçkiyle bu haftaki görevimi yerine getireceğim.
Başta da söylediğim gibi Esterhazy, bu kitabında “97 kadın karakterden” söz ediyor.
Ben size 12 öykünün giriş cümlelerini aktaracağım.
Yine başta da söylediğim gibi çok zeki olduğumuz için aslında aynı kadından söz ettiğini hemen anlıyoruz.
Ancak belki de o kadar da zeki değilizdir, her bir cümle birbiriyle hiç alakası olmayan bir başka kadını tanımlıyordur.
Buyurun, birlikte okuyup birlikte karar verelim:
“Bir kadın var. Benden nefret ediyor. Beni istiyor. Sürekli telefon edip duruyor. Mesaj bırakıyor. Bana kendi evinde de mesaj bırakabilmek için bir telesekreter aldı. Çok işi var. Açık açık konuşamıyorum diye fısıldıyor bazen telefonda.”
“Bir kadın var. Beni seviyor. Beni arayıp adımı söylüyor. Sihirli bir sözcükmüş gibi tekrarlayıp duruyor. Ne zaman uyuduğunu merak ediyorum.”
Sevgi de var nefret de
“Bir kadın var. Benden nefret ediyor. Böyle diyerek ondan nefret edenin kendim olduğunu mu söylemek istiyorum acaba? Ama beni bakışlarıyla yakaladığında beni görür görmez baştan çıkarıyor.”
“Bir kadın var. Beni seviyor. Beni hep sakinleştiriyor, inan ki, senden nefret etmiyorum diyor. Sonra da heyecanlı bir sesle biraz kafamı dinlemeye gidiyorum diyor.”
“Bir kadın var. Benden nefret ediyor. Durmadan beni evinden kovuyor. Beni kapının önüne koyuyor. İlişkimizin neden sona ermesi gerektiğini, neden ayrılma zamanının geldiğini zeki, mantıklı bir biçimde gerekçelendirerek açıklayabiliyor.”
“Bir kadın var. Beni seviyor. Kendisine isterse beni kapı dışarı edebileceğini söyledim. Daha sonra, bunu duyduğunda ödünün koptuğunu ve kötü bir şeylerin olacağından korktuğunu anlattı. Neyin kötü olacağını hâlâ bilmiyorum: Tezkeremi elime vermek, benden vazgeçmek, yerime başkasını bulmak, beni kapı dışarı etmek.”
“Bir kadın var. Beni seviyor. Zayıf, tığ gibi, sakar, beyaz tenli, kızıl saçlı olmamdan daha çok istediği şey yokmuş. Öyle olsaymışım beni yiyebileceğini söylüyor.”
“Bir kadın var. Tıpkı benim gibi, benden nefret ediyor, beni seviyor. Benden nefret ettiğinde ben onu seviyorum, beni sevdiğinde ben ondan nefret ediyorum. Başka türlü olmuyor asla.”
“Bir kadın var. Beni seviyor. Ama belki benden nefret etmesi daha iyi olurdu, bu bizi birbirimize daha sıkı bağlardı.”
“Bir kadın var. Beni seviyor. Ama bundan pek emin değil. Emin olmaya çabalayıp duruyor.”
“Bir kadın var. Beni seviyor, beni çok seviyor. Durmadan başkalarıyla evleniyor. Düğünden hemen sonra uzun süre omzumda ağlıyor. Sürtüğüm diye zırlıyor.”
“Bir kadın var. Beni seviyor, ben de onu seviyorum. Benden nefret ediyor, ben de ondan nefret ediyorum. Anımsayabildiğim kadarıyla her çeşit rejimi uyguladı. Hiçbir şey yemiyor. Beş kilo vermiş, on kilo almış, farkına varmıyorum. Farkına varsam ne olacak, eksik olan kilolar beni bağlamaz.”