Kadınların toplumsal hayatta eşit bireyler olarak yer almaya başlamasının erkeklerde yarattığı rahatsızlık dünyanın en önemli seçiminin kaderini belirlemiş olabilir mi? Bu konuyu ele alan The New York Times’taki makale, Trump’ı iktidara taşıyanın, iş hayatında geri kalan düşük eğitimli erkeklerin yarattığı öfke dalgası olduğu önermesini ortaya atıyor...
Bir gazeteci olarak en çok duyduğum eleştirilerden biri “kardeşim bu ülkede hiç mi iyi bir şey olmuyor” sorusuyla ifade edilen duygu.
Kuşkusuz ki Türkiye’de ve bu küçük mavi gezegenimizin üzerine yayılmış başka ülkelerde de hep kötü şeyler olmuyor. İyi şeyler de oluyor.
Ancak bizim işimiz şakşakçılık değildir.
Demokrasilerde basının rolü, halk adına her türden güç odaklarını denetlemektir ki bu yüzden herkesin sevgilisi olamıyoruz.
“Herkesin sevdiği gazeteci”, olsa olsa bir oksimoron olabilir!
Ne yapalım, işimiz bu.
Bu hafta sohbetimize dikkatinizden kaçmış olabileceğini düşündüğüm bir haberle başlayacağım ki iyi haber mi, kötü haber mi olduğuna sonra karar verirsiniz.
Yükseköğretime kayıtlı öğrenci sayısında geçen yıl kadınların oranı ilk kez erkekleri geçti: Yüzde 50.8.
Bu yıl yeni kayıtlarla birlikte üniversite öğrencilerinin yüzde 51.7’si genç kadınlar oldu.
Genç kadınların bu farkı tıpkı ABD’de olduğu gibi giderek açacaklarını söyleyebiliriz, ne de olsa burası da “Küçük Amerika”!
“Heteroseksüel Erkekler İçin Flört Atölyesi” isimli oyunun yazarı Sarah Bernstein’in geçtiğimiz ay NY
Times’ta yayınladığı makalesi, bu durumun çağdaş kadın - erkek ilişkileri üzerindeki etkisine dikkat çekiyor.
Demokrasiyi tehdit ediyor
Henüz sahneye konulmamış ama oyunun adı böyle bir başlıkta bir yazı çağrışımı yaptı, bakalım önümüzdeki haftalar ne getirecek bize.
Bernstein “bozuk flört kültürümüz yalnızlığa, öfkeye ve Donald Trump’a yol açıyor” diyor.
Kadınların, toplumsal hayat içinde erkekler ile eşit olma talepleri başarılı oldukça, eğitimde ve iş hayatında geri kalan erkeklerde demokrasiyi de tehdit eden bir kızgınlık dalgasının meydana geldiğini hatırlatıyor.
ABD’deki son seçimin bir anlamda iş sahibi eğitimli kadınlar ile düşük eğitimli erkekler arasında geçmesinin sonucu, Trump gibi bir karakterin bir kez daha başkan seçilmesi oldu.
30 yaş altındaki erkeklerin Trump’a verdikleri destek, aynı yaş grubundaki kadınlardan daha fazla.
Bizim “yerli ve milli bir Trump” bulmamız da çok zor olmasa gerek.
Siyaset alemimizde böyle tiplerden bir ordu kursak, bir Ege adasını işgal edebilecek sayıya ulaşabiliriz ki Yunanistan’da da durumun bizden çok farklı olmadığını söyleyebilirim. Onlar da böyle bir “Ala Grek Trump” ordusu kursalar bizim adalardan birini kolayca işgal edebilecek sayıya ulaşabilirler.
Bernstein, kızların artık kendi hayatlarını kendilerinin değiştirebileceklerini, Kül Kedisi gibi bir prens beklemek zorunda olmadıklarını yazıyor.
Prensi kimse tanımıyor
Kül Kedisi masalındaki kız kardeşleri, annelerini, Kül Kedisi’nin bizzat kendisini gayet iyi tanırız.
Masal bu kadın tiplerinin karakterlerini, ayaklarının biçimine kadar dış görünüşlerini anlatır ama “ayak fetişisti prensi” tanımayız.
Prens olduğunu biliriz.
Kül Kedisi’nin düşürdüğü ayakkabıyı cebine attığını sonra da kapı kapı gezip ayakkabı kimin ayağına uyacak diye deneme bahanesiyle krallıktaki bütün genç kadınların ayaklarını okşadığını biliriz; o kadar!
Ne sıfatının nasıl olduğu bize anlatılır ne de karakterinin nasıl şekillendiği.
Prens olduğunu bilmemiz yeterli görülmüştür.
Peki bu prens kime benziyor? Charles’a mı, Harry’ye mi?
Bakarsanız Monaco’lu Albert de prens, İsveç Prensi Carl Philip de!
İkincisi her yıl “en yakışıklı prens” seçiliyor, birincisi annesinden hiç mi iz taşımaz birader?
Prens olması ve bir fakir kızın hayatını kurtarması yeterlidir. Kül Kedisi artık yırtmıştır, istediği elbiseleri alabilir, istediği gibi süslenip balolarda dans edebilir, toplum içinde bir statü sahibidir vs.
Doğal kabul edilen tablo
Nitekim Prens Carl Philip’in evlilik haberini BBC bile böyle duyurmuştu: “İsveç’te Kül Kedisi masalı: Saray’a garson gelin!”
Bu, yüzyıllardır erkek egemen toplumlarda “doğal” kabul edilen tablonun dışa vurumu.
Güç ve iş sahibi erkek, kadını kollarının arasına alıyor, öpücüklere boğuyor, koruyor ve kendisi için bir çocuk doğurmasını bekliyor.
Kadının rolü bundan ibaret.
Güzel ve eğitimli olmalı ki o dünyaları tek başına kurmuş ve yenilerini kurmak için boş vakti olmasını bekleyen erkeği mutlu edebilsin.
Bunun için kimi zaman zayıf olması gerekti, kimi zaman balık etli. Saç boyaları bile bunun için icat edildi diyebiliriz.
Kadınların toplumsal hayatta, erkekler ile eşit bireyler olarak yer almaya başlaması hem hoşumuza gitti hem de erkekler olarak bundan biraz rahatsız olduk.
İşin ilginç yönü bunu kadınlar da gönüllü olarak kabul ettiler.
“Gönüllü” diyorum ama bunu aslında toplum onlara dayattı, onlar da seslerini çıkarmadılar.
Güçlü kadın korkusu
Çağdaş peri masalları diye tanımlayabileceğimiz romantik komedi filmleri, dizileri, kitapları ve tiyatro oyunları sözüm ona kadını yüceltti.
Sağlam bir eğitim almış, kariyerinde ilerlemiş, kendi kazancıyla tek başına ayakta durabilen bir kadın! Ama ondan “accık da olsa” daha iyi bir kariyere, servete ve gelire sahip bir koca!
1990 ile 2000 yılları arasında vizyona giren ve hepimizin öle bayıla seyrettiği, hâlâ televizyonda karşımıza çıksa oturup seyredebileceğimiz 32 romantik komediden sadece 4 tanesinde kadınlar erkeklerden daha yüksek statüde bir işe sahipti.
Blog yazarları için bir sosyal medya platformu olan medium.com’da yayınlanan bir araştırma Pretty Woman’dan, My Best Friend’s Wedding’e, Bridget Jone’s Diary’den, Sweet Home Alabama’ya kadar 32 filmden sadece 4’ünde kadın kahramana göre “erkekler daha fakir” ya da “daha az kariyerli”!
Bu dört film şöyle: Notting Hill (Aşk Engel Tanımaz), The Princess Diari (Acemi Prenses), The Proposal (Teklif) ve Picture Perfect (Mükemmel Resim).
O zaman bu hafta sonu kadehlerimizi film sırasıyla Julia Roberts, Anne Hathaway, Sandra Bullock ve Jennifer Aniston’a kaldıralım!
Küçük kızlar, kendilerine rol modeli olarak o tür kahramanları seçsinler diye!