Mehmet Teoman ve Nükhet Duru ile Ankara’da, eski Stad Oteli’nin bir süitinde tanışmıştım. SBF’de öğrenciydim; Yankı Dergisi’nde çalışıyor, Türkiye’nin Sesi Radyosu’na da haftada bir kez “kaşeli” programlar yapıyordum. 10 parmağımda üç marifet yani! “Beni benimle bırak giderken” yeni çıkmıştı, Nükhet bir rüzgar gibi esiyordu. Tuhaf bir şey, o günden hatırladığım tek detay Nükhet’in sahneye çıkmadan önce bir koca parfüm şişesini elbisesinin üzerine boşaltmasıydı. Röportajda neler konuştuğumuz bile aklımda kalmamış. Neresinden baksanız üzerinden 40 yıldan fazla geçti, o otel odasını ve o sahneyi gözümün önünde yeniden canlandıran şey, Mehmet Teoman’ın bu yıl yayımlanan anıları oldu. Metin Solmaz’ın yaptığı bir nehir söyleşi bu, Sevin Okyay’ın ön sözüyle yayınlanmış.
HAFIZAMIZ KÖTÜ ANILARI UNUTMAYA MEYİLLİ
Kitabın adı “Anılar Saçılmış Odaya, Her Yere!” Tanju Okan’ın sesinden dinlediğimiz Kadınım’ın sözlerinden alınmış bu isim. Ve bu şarkı Mehmet Teoman’ın hayatının önemli bir dönüm noktasına karşılık geliyor. Bugün unutulmaz şarkıların söz yazarı olarak tanıdığımız Mehmet Teoman’ı bu işe sokan Tanju Okan. Serge Reggiani’nin, “T’as l’air d’une chanson” adlı şarkısının müziği üzerine yazdığı ilk şarkı sözü de bu şarkı: Kadınım! Ve kitabın bu ismi hak etmesinin bir diğer yönü de var ki, anılar gerçekten her yere saçılmış durumda! Ertuğrul Özkök geçen gün bu kitabı okumuş ve Mehmet Teoman’ı “gelmiş geçmiş en sempatik seri VIP çapkın” olarak ilan etti. Bu unvanı hak ediyor mu, etmiyor mu tartışması benim işim değil ancak her zaman üzerime vazife olan işlerle uğraşacak kadar sıkıcı birisi olmadığımı artık biliyorsunuz. İşim olmasa da söylemeliyim ki “sempatik” olup olmadığına karar vermek için kitapta “ortaya saçılan” kadınlara bir sormamız gerekir. İlk eşi Fatma, Nükhet Duru, Ayşegül Aldinç, Nesli Özsoy, Nazan Şoray, Pakize Suda, Neslihan Yargıcı, Figen Batur, Zuhal Olcay, Candan Erçetin, Tiraje Başaran! Spor sayfası diliyle yazacak olursam bir tür “rüya 11”! İçinde Messi de var, George Best de, Ronaldo da, Beckham da. Doğal olarak “kulüpteki yedek oyuncuları” ilk 11’e yazmamışlar, bunun nedenlerini de tahmin edebiliriz. Şimdi hangisi, kime karşılık geliyor diye sormayacak kadar zarif olduğunuza itimat ederek bu “isimlendirme” konusunu kapatıyorum. Mehmet Teoman bu şahane kadınlar ile ilgili anılarını anlatırken belli ki özen de göstermiş, benim görebildiğim kadarıyla kimseyi kıracak, üzecek bir detay vermiyor. Zaten aslına bakarsanız insan hafızası kötü anıları biriktirmeye ve tutmaya fazla eğilimli değildir. Elbette bu kişiliklerimiz ile de ilgili bir konu ama kötüleri hatırlayıp dişini sıkmaktan bir hal olacağına, onları silip güzel, tatlı anları hatırlamak insana daha iyi gelir. Milan Kundera, Yavaşlık isimli romanında “yavaşlık ile anımsama, hız ile unutma arasında gizli bir ilişki vardır” diyor: “Yavaşlığın derecesi anının yoğunluğuyla doğru orantılıdır; hızın derecesi unutmanın yoğunluğuyla doğru orantılıdır.” Mehmet Teoman’ın sadece iyi şeyleri aklında tutmuş olması, belki de bu kadar hızlı yaşamış olmasından ileri geliyor. Ancak hâlâ “sempatik” tanımını hak edip etmediğine karar verebilmiş değilim. Dedim ya, bu ancak adı geçen kadınların verebileceği bir karar gibi görünüyor bana. Benim bildiğim eski bir Türk atasözü var: Boşandığın kadının topuğuna bakma! Kendin için değerli olan bir şeyden gönüllü olarak vazgeçtiğinde pişmanlık duymamak gerektiğini anlatan bir söz aslında bu. Ancak bunun kadın–erkek ilişkileri için de geçerli olduğunu düşünürüm. Elbette cinsiyetçi değilim, kadınlar açısından da böyle olmalı. Evet, bir anı kitabında hayatının bir bölümünü paylaştığın kadınları yok sayamazsın. Çünkü bir erkeğin, erkek olarak kişiliğini oluşturan, olgunlaştıran hayatındaki özel kadınlardır. Onları anmadan yazılan bir anı eksiktir. Dilerim, “rüya 11” de böyle düşünsün, kırgınlıklara yol açmasın.
ÂŞIK OLUNAN KADIN ‘KİŞİLİK HEYKELTIRAŞI’DIR
Öte yandan “rüya 11” de kelimenin tam anlamıyla “beş benzemez”! Hepsini tanımıyorum elbette ancak aralarında tanıdığımı zannettiklerim var ve onlar aynı takımın oyuncusu olabilirler mi, pek emin değilim. Kişiliklerimizin temel çizgilerinin doğum ile birlikte ortaya çıkmaya başladığını artık biliyoruz. Büyüdükçe dış dünyaya açılırız ve kişiliklerimiz “dış dünya” denilen bu heykeltıraş tarafından orasından burasından yontulmaya başlar. Bir erkeğin hayatındaki en önemli “kişilik heykeltıraşı” ise âşık olduğu, hayatının kısa da olsa bir bölümünü paylaştığı kadınlardır. Her kadın hayatımızda yeni bir döneme karşılık gelir, izlerini bir daha çıkartılamayacak şekilde kişiliğimize kazır. Ortega Y. Gasset “Yaşamları boyunca birçok kadına âşık olan kişiler vardır; ama açıkça görülen bir değişmezlikle bunların her birinde tek bir dişi tipi yinelenir. Aslında pek çok değişik kadın kılığında genel kapsamlı tek bir kadının sevildiği bu tür maskelenmiş bağlılık, son derece sık rastlanan bir şeydir” diye yazıyor. Kim bilir, belki de Mehmet Teoman’ın “rüya 11”inde bizim yeterince tanımadığımız için anlayamadığımız bir ortak payda var.
ERKEKLER BİRBİRİNİ KISKANMA KONUSUNDA ÇOK DAHA BETERBÖCEK
Rob Marshall’ın Nine/Dokuz isimli bir filmi var. Penelope Cruz’un, filmdeki dans sahnesi eminim ki erkekler arasındaki Whatsapp gruplarında kapalı gişe oynamıştır! İşte bu da izlemeyenler için bir bağlantı, tıklayın, sonra teşekkür edersiniz. Marshall bu filmi Fellini’nin 8,5 filmine nazire olarak çekmiş. Erkek başrol oyuncusu Daniel Day Lewis, orta yaş krizi geçiren bir film yönetmenini canlandırıyor. İzninizle filmdeki kadın rollerini de yazayım: Karısı Luisa (Marion Cotillard), metresi Carla (Penelope Cruz), ilham kaynağı Claudia (Nicole Kidman), yapımcısı, sırdaşı ve kıyafet tasarımcısı Lilliane (Judi Dench), Amerikalı gazeteci Stephanie (Kate Hudson), çocukluk anılarından fahişe Saraghina (Stacy Ferguson) ve annesi (Sophia Loren)! Nasıl? Mehmet Teoman’ın rüya takımıyla yarışacak sıklette bir kadro bu da. Kendini bilen her erkek böyle bir “rüya kadroyla” sahalarda olmayı hayal edecektir elbette ama benim önerim böyle bir karar vermeden önce iki kere düşünmektir. Çünkü arkadaşlar, bu gördüğünüz uzun liste farklı farklı kadınlardan oluşuyor olmakla birlikte esasen bir tek kadına karşılık geliyor. Bazılarımız için gerçek anlamda bir tek kadının hayatımızdaki varlığı yeterli olurken, bazılarımız için de “bir kadın, birçok kadından oluşur”! Bu o kadınların tek tek bakıldığında eksikleri olmasından kaynaklanmaz. Böyle erkeklere “maymun iştahlı” da derler, Türkçe argoda “başında iki harfli bir başka kelime daha olan-salak” da! Bunlar boş laflardır ve bana soracak olursanız erkek milleti, hemcinslerini kıskanmak konusunda kadınlardan daha beterböcektir. Böyle söylerler çünkü kıskanırlar. Hayvanlar aleminin erkekleri, kendi türlerinin dişilerini etkileyebilmek için doğal donanımlara sahip olarak doğarlar. Parlak yeleler, gür kükremelere olanak veren ses telleri, rakip erkekleri korkutacak güçlü kaslar vs. O donanımlara yeterince sahip olamayan hayvan birey, genlerini bir sonraki kuşağa aktaracak dişi bulamadığı için zaman içinde elenir, gider. İnsan türünün erkeği böyle donanımlara sahip olarak doğmaz. Eğer palavracı birisi değilse çoğunluğun cinsel organı ortalama boydadır ve dişileri etkileme konusunda o ortalamanın yarısına ancak sahip olan bir orangutanınki kadar işe de yaramaz. Karnında altılı paket taşımak için spor salonunda günlerini harcamanın manası yoktur, plajda değilsen kimse görmez. Mesela o “six pack” denen şeyden bende de var ama ben dağınıklıktan hoşlanmayan bir karakter olduğum için hepsi tek bir yerde, bir arada duruyor, zaten kimse de görmüyor. Onun için yarış başka alanlarda sürer gider: Güç ve iktidar gibi soyut şeylerde ya da otomobil, tekne, uçak, dolgun bir cüzdan gibi ölçülebilir “uzunluklarda”. Ama bütün bunların hepsiyle rekabet edecek şey ise “zeka” olarak ortaya çıkar. Stephen Hawking’i hatırlarsınız. Dahi fizikçi, hareket edemiyor, sadece bilgisayarı yardımıyla iletişim kurabiliyordu. Ve kendisine o bilgisayarı tasarlayan adamın karısı da olan hemşiresini ayartmayı başarabilmişti. Sadece serçe parmağını oynatabilen, ancak özel olarak dizayn edilmiş bilgisayarı aracılığıyla konuşabilen bir adam nasıl olup da evli bir kadını kendisine âşık edebildi? Nasıl oldu da o kadın neredeyse sekiz yıla ulaşan bir süre adamın karısından ayrılmasını bekleyebildi? Bütün bunları anlamak, insanın doğasındaki aşk denen bilinmezi çözebilmek emin olun ki Hawking’in kara delikleri açıklayan teorisini anlamaktan daha zor. Ben bunu “zeka” ile açıklıyorum. Hawking’i rekabet edilmesi zor bir erkek haline getiren özelliği buydu. “Rüya takımlarla” maç yapma yetisini bazı erkeklere kazandıran şey de sanırım bu olmalı. İsterseniz “şeytan tüyü” de diyebilirsiniz. İşin aslı şu ki, rüya takım kurma peşinde bir maymun iştahlı da olsanız, monogaminin tavanına da vurmuş olsanız, yaşadıklarınız yanınıza kâr kalır. Ve siz hayal kırıklığına uğratmak istemem ama hayatınızda tek kadın olmasıyla, 11 kadının girip çıkmış olması arasında da fark yoktur. Yeter ki yalnız geldiğin bu dünyadan giderken başucunda elini tutacak bir kadın olsun.