Yıllar önce bir saat reklamı görmüştüm, şimdi markasını hatırlayamıyorum. Pahalı bir markaydı, onu hatırlıyorum. Çünkü reklamı Cenevre’de satın aldığım değerli saatlerle ilgili bir katalogda görmüştüm. Reklamdaki görsel Gauguin’in “Tahitili Kadınlar” isimli tablosuydu. İki sayfaya yayılan reklamda her iki sayfada da aynı tablo vardı. Soldakinin altında şu yazılıydı: 1892: Bir tekne yolculuğuna satıldı. Sağdakinin altında da şu not vardı: 2006: 40 milyon euro’ya satıldı. İlanın iki sayfaya yayılmış başlığı tek kelimeydi: Beklemek! Reklam ajansının yaratıcı yöneticisi belli ki yeteri kadar beklersen her şeyi başarabileceğini anlatmaya çalışıyordu. İhmal ettiği şey Gauguin’in dehasıydı, aslında. Tabloya o değeri kazandıran şey yeteri kadar beklenilmiş olması değil, Gauguin’in dehasının geç fark edilmiş olması olabilirdi. Gauguin, zaten bekleyen bir karakter olmamıştı hiçbir zaman. O hareket insanıydı. Her şeyin istediği gibi olmasının yolunu “beklemekte” değil, “harekete geçmekte” bulmuştu. Boyalarını alıp Tahiti’ye kadar gitmesinin nedeni, tekdüze bir hayattan ve eski kendisinden kaçmaktı. Bizim “medeniyet” diye tanımladığımız şeyin ulaşamadığı o cennette, hayatını, aşkı, ölümün anlamını sorgulayacaktı. Başyapıtı “Nereden geliyoruz? Kimiz? Nereye gidiyoruz?” bu sorgulama sürecinin sonunda yaratılmıştı. Yani arkadaşlar diyeceğim o ki “yeterince beklemek” belki borsada uzun vadeli yatırımları kovalayanlar için verimli olabilir ama “harekete geçmek”, insanoğlunun bugün vardığı gelişmişlik düzeyinin başlangıç noktasıdır. Geçtiğimiz Salı akşamı, Almanya’nın Mainz kentinde, bir otelin toplantı salonunda Dr. Özlem Türeci ve Prof. Dr. Uğur Şahin’i dinlerken bu reklamı hatırladım.
Tevazu ya da ‘sakin güç’
Orada bulunmamın nedeni, bu iki büyük bilim insanına Aydın Doğan Vakfı tarafından verilen ödül ile ilgili törene katılmaktı. Resmi adı “Comirnaty” olan bu aşı, insanlık tarihinde önemli bir dönüm noktasına tekabül ediyor ve bir pandemiyi daha az hasarla atlatabilme yolunda hepimize ümit veriyor. Aydın Doğan Vakfı Başkanvekili Vuslat Doğan Sabancı, ödülün Türeci ve Şahin’e “bilginin sınırlarını tam zamanında daha ileri taşıyarak milyonlarca hayatı kurtarmaları” nedeniyle verildiğini söyledi. Basın toplantısı boyunca Özlem Hanım ile Uğur Bey’i dikkatle izledim. Törenin ardından düzenlenen kokteylde ve yemek sırasında da onlarla daha yakınlaşmanın, sohbet etmenin fırsatını da buldum. Keşke elimde olanak olsaydı ve bütün gece özel kameralarla ikiliyi takip edebilseydim diye aklımdan geçirdim. Hayatlarında para kazanmaktan başka başarısı olmamış, tesadüflerin eseri olarak ünlü de olmuş, “küçük dağları ben yarattım” afra tafrası içinde olanca burnu büyüklükleri ile boy gösterenlere o kaydı izlettirmek isterdim. Türeci ve Şahin çiftini kısaca tanımlayacak kelime nedir diye düşününce aklıma “tevazu” geliyor. Kuyucaklızade Atıf’ı hatırlıyorum: “İrtifa – i kadr için lazım tevazu ademe.” Ya da siyasal propaganda tarihinin en önemli sloganlarından biri: Sakin güç! (Reklamcı Seguela, Fransa Cumhurbaşkanı Mitterand için kullanmıştı.) Ne yaptığını bilen ne aradığının farkında olan iki mutlu insan gördüm onları izlerken. Duruşlarında, bakışlarında, soruları yanıtlarkenki jest ve mimiklerinde hep o aynı şey var: Sakin güç! Başarılarını “merak” ve “sabırla çalışmak” diye açıklıyorlar. Dile kolay, 35 yıldır kansere karşı bir aşı geliştirme hedefinin peşinde koşuyorlar. Şahin’in deyişiyle “binlerce başarısız deney” ve hayal kırıklıklarıyla geçen ama asla pes edilmeyen, aramaktan vazgeçilmeyen bir 35 yıl. Murat Yetkin’in “Bu başarıyı Türkiye’de gösterebilir miydiniz” sorusuna Şahin tereddütsüz yanıt verdi: “Sanmıyorum!” 35 yıldır ciddi bir bütçeyle desteklenen bir araştırmanın sonucu bu aşı. Türkiye’de bunu yapmaya çalışsalardı, neler olurdu, tahmin edebiliriz. “Üniversiteye yeni tayin edilen rektör bu bütçeyi, senato toplantı salonunun koltuklarını yenilemek için kullanırdı” desem, şaşırır mısınız? Siyasal nedenlerle, kişisel kaprislerle, kıskançlıklarla bu bütçe 35 yılda kaç kere kesilirdi? Kim bilir, belki de bir bildiriye imza attılar diye üniversiteden bile atılmış olabilirlerdi. Bir daha hiçbir yerde çalışamasınlar diye KHK’ya da uğratılabilirlerdi. Az örneğini görmedik bu ülkede. Mainz’daki Gutenberg Üniversitesi’nde bunların hiçbiri yaşanmadı, engelleme çabaları olduysa da aşılabildi ve bugün başlarında Türeci ve Şahin’in bulunduğu bir grup bilim adamının bir eyaletin kaderini nasıl değiştirdiğini konuşuyoruz. Türeci ve Şahin’in Biontech şirketinin icat ettiği bu aşı olmasaydı, eyaletin bütçesi 40 milyon euro açık verecekti. Aşının yarattığı gelir sayesinde şimdi fazladan 1 milyar euroları var. Gelecek yıl için en az 500 milyon euro daha bekleniyor. Sonraki yıllarda da devam edecek bir gelir! Gutenberg Müzesi’ni gezdiren rehberin deyişiyle “artık bütün problemlere elveda” dediler! Bütün bunların Mainz’da gerçekleşmesi tesadüf mü? Tarihten dersler çıkaracak isek tesadüf olmadığını gösteren çok şey var. Bu kentte üniversite 1477 yılında kuruldu.Hiçbir şey tesadüf değil
Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethinden sadece çeyrek yüzyıl sonra! Bu kentte Katoliklerin büyük perhizden önce düzenledikleri Karnaval, 15’inci yüzyıldan beri aynı zamanda “maskeler ardında farklı seslerin duyulabilmesine” olanak veriyor. Karnaval 1840’lardan itibaren siyasi eleştirinin ve muhalefetin kendisini gösterebildiği bir ortamı yarattı. Gutenberg, matbaasını bu kentte kurdu, hayatının son günlerini de kenti yöneten Başpiskopos’un sarayında geçirdi. Matbaa icat edilene kadar bir kitaba, bilgiye ulaşabilmek için bugünün orta halli bir dairesini satın alabileceğiniz bir bedel ödemeniz gerekiyordu. Matbaa, bilgiyi demokratikleştirdi, belli çevrelerin tekelinden kurtardı, yaydı. Bilimsel bilginin gelecek kuşaklara aktarılmasını kolaylaştırdı, hızlandırdı. Einstein’ın “Tanrı evrenle barbut oynamaz” deyişini hayatın her alanı için kullanabilirsiniz. Niye Avrupa’dan çok daha önce gelişmiş kentler kurabilen Güney ve Orta Amerika yerlileri Avrupa’yı keşfedemedi de Avrupalılar Amerika’yı keşfetti? Hayatta hiçbir şey tesadüf değil. Bu aşının Türeci ve Şahin’in başında bulundukları bir biyoteknoloji şirketi tarafından bulunması da tesadüf değil. Ardında 35 yıllık sabır, yoğun bir çalışma ve adanmışlık var. Prof. Dr. Şahin, geçtiğimiz öğretmenler gününde, matematik öğretmenine yazdığı bir mektupla gündeme gelmişti. Her şeyin o matematik öğretmeninin ilgisiyle ve işini özenli yapmasıyla başladığını anlatan bir mektup. Taş taş üstüne böyle konuluyor. İşini seven bir öğretmen, bir çocuğun hayatını değiştirmekle kalmıyor, bütün insanlığa yapılacak büyük bir hizmetin tohumlarını atıyor. Defalarca izlediğim, her seferinde zevk aldığım “Kaplan ve Ejderha” (Crouching Tiger, Hidden Dragon) isimli filme esin kaynağı olan bir Çin atasözü var: Başarma gücü, isteme cesaretinde saklıdır! O filmi her seyrettiğimde, havada uçan, bildiğimiz her türlü fizik kuralını yok eden insanlara bakınca bu sözün doğru olabileceğini düşünmüşümdür. Filmin sonunda, yüksek dağların eteklerindeki bulutlara doğru uçup giden kahramanların yaptığını, yeterince istersem yapabileceğime bile inandığım olmuştur. Özlem Türeci ve Uğur Şahin ile geçirdiğim 4 – 5 saattin sonunda ne aklında kaldı derseniz, bu Çin atasözünü tekrarlayacağım: Başarma gücü, büyük bir direnç ve tutkuyla çalışanlarda var!
‘4 ay çirkin geçecek’
Uğur Şahin, önümüzdeki 4 ayın ‘çirkin’ geçeceğini söylüyor: Önümüzdeki 4 ay kış. Bu 4 ay çirkin geçecek. Varyantla uğraşacağız. Bu 4 ay içinde kendinizi koruyun, sosyal mesafeye dikkat edin. Maskenizi takın. Böylece hem kendinizi, hem ailenizi, hem komşularınızı korursunuz. Bu 4 ayı dikkatle geçirirsek önümüzdeki yaz güzel bir tatil yapabileceğiz. Dördüncü dalganın ortasındayız. Üçüncü doz aşı gerekli. Üçüncü doz ne zaman yapılmalı? Almanya 5 ay diyor. İngiltere 3 ay sonra yapıyor. Mümkün olduğunca hızlı uygulanmalı. Üçüncü doz korumayı yüzde 97’e çıkarıyor.