06 Mayıs 2024, Pazartesi Gazete Oksijen
29.09.2023 04:30

Sevmek mi istersiniz, sevilmek mi?

Kişisel kabullerime göre gerçek sevgi, kişisel ve tek taraflı bir duygudur; karşılık beklemez. Hatta sevdiğim insanın bunu bilmesine, bundan haberdar olmasına bile gerek yoktur aslına bakarsanız...

Fotoğrafı “yazcizbanu” isimli Instagram hesabında gördüm. Hesabın sahibi mimar, öykü yazarı Banu Burak; arkadaşım.

Türk belediyeciliğinin “hizmet anlayışının” bir sonucu olarak yurt ölçeğinde hemen her yerde karşınıza çıkabilecek türden bir üstü kapalı pazar yerinde çekilmiş.

Taş ayaklar üzerine yerleştirildiği için biraz eğreti duran, konteyner görünümlü, beyaza boyanmış bir “şeyin” üzerine olabildiğince büyük harflerle “beni neden sevmedin?” yazılmış.

Aşkına karşılık bulamadığını düşünen bir çaresizin sessiz çığlığı gibi!

Altında ise “hashtag” İK yazılı.

Sevmeye bak...

“Hashtag” diye yazılmamış tabii. Bilgisayarımı Türkçe F klavyeye çevirmek için bir sürü şeyin yerini değiştirdiğimden, o işareti buraya koyamadım, siz okurken sanki o malum işaret oradaymış gibi gözünüzde canlandırın lütfen.

İK’nın önünde bir hashtag işareti olduğuna göre, bu sorunun muhatabı İK Hanım ya da İK Bey.

Fotoğrafın “müellifi” de altına not düşmüş: Sevilmeye değil, sevmeye bak!

Fotoğrafı geçen gün gördüğümden beri eski bir şarkı dilime dolandı.

Gökben’i hatırlar mısınız? Türk pop müziğinde fırtına gibi estiği “1 Numara” günlerinde “Ajda Pekkan’ın rakibi” olarak gösterilirdi. Güzellik ise güzellik, seksapel ise seksapel, ses ise ses! Sonrası bana göre “her şeye sahipken” iyi yönetilememiş bir müzik kariyerine örnek olacak bir süreçti.

Aranjmanın sözleri Allah rahmet eylesin Hıncal Uluç ve Ali Kocatepe’ye ait.

Şarkı şöyle başlıyordu:

“Aşk dediğin laftır” derler sakın kanma onlara,
Yalnız sevilmekle kalma, bir de sevmeyi ara.”

Üç kadın, üç mektup

Bu haftaki sohbet konumuz bir fotoğraf ve onun çağrıştırdığı şarkıdan yola çıkıyor: Sevmek mi istersiniz, sevilmek mi?

Japon yazar Yasushi Inoue “Aşkın Üç Yüzü” isimli romanında soruyor bu soruyu. 

Inoue çaresiz bir aşkın değişik yüzlerini anlatıyor bu romanında.

Aynı erkeğe üç ayrı kadın tarafından yazılmış üç mektup, bizi gizli bir aşkın sırlarına ortak ediyor.

Üç kadından birisi mektupların yazıldığı erkeğin eşi. İkinci mektup, karısının kuzini de olan, erkeğin gizli sevgilisi tarafından yazılmış. Üçüncü mektubun sahibi ise “gizli sevgilinin” boşanmayla sonuçlanan evliliğinden olan yetişme çağındaki kızına ait.

Romanın yeni baskısı yok ancak kontrol ettim, sahaf sitelerinde kolayca bulabilirsiniz.

Fazladan tek bir kelime bile kullanılmasına olanak vermeyen bir üslup Inoue’nin üslubu. Roman meraklılarına öneririm.

Sorduğum soru, tamamı genç kızlardan oluşan bir sınıfta elden ele dolaşan bir kâğıtta yazılı.

Kız öğrencilerin biri dışında hepsi “sevilmeyi” tercih ediyor. İçlerinden en gösterişsiz ve en çirkin olan tercihini “sevmekten” yana kullanıyor.

Inoue de gizli aşkın kahramanı olan kadının ağzından seçimini “sevmekten” yana yapıyor diye düşünüyorum:

“Sevmekle yetinmeyi beceremeyen, sevilmenin mutluluğunu gizlice tatmak isteyen bir kadının hak ettiği cezayı çekiyorum.”

Benim kişisel kabullerime göre gerçek sevgi, kişisel ve tek taraflı bir duygudur; karşılık beklemez.

Çünkü sevgi, elle tutulur, gözle görülür bir şeyin karşılığı olarak birisine sunduğunuz bir duygu değildir.

Tamamen kişiseldir, sadece beni ilgilendirir.

Hatta sevdiğim insanın bunu bilmesine, bundan haberdar olmasına bile gerek yoktur aslına bakarsanız.

Telefona soracağız

Yakın bir gelecekte akıllı telefonlarımıza yükleyeceğimiz uygulamalarla bizi sevdiğini söyleyen insanların doğru söyleyip söylemediklerini bile anlayacağız.

Âşık olunca salgılanan hormonları, beyin dalgalarımızı ölçüp bunları kategorize ederek değerlendirmek ve bir sonuca varmak, bugünkü bilgilerimizle aslında çocuk oyuncağı bile sayılabilir.

Bir akıllı telefonla haydi haydi yapılabilecek bir şey bu.

Bir “aşk ölçer” uygulaması yükle, ayda 2.99 dolar öde ve sevildiğinden emin ol!

Kulağınıza nasıl geliyor?

Doğrusunu isterseniz ben bunun korkunç bir şey olacağını düşünüyorum.

Aşk insani bir duygu olduğundan, içinde kaçınılmaz bazı yalanlar da olabiliyor; bilmezseniz katlanılması kolay, öğrenirseniz içinizde bir şeylerin kopmasına neden olabilecek türden şeylerden söz ediyorum.

Diyelim ki bir kadını çok seviyorsunuz, âşıksınız, kadın da sizi sevdiğini söylüyor. O vakit kendinizi şahane hissedebilirsiniz.

Ama böyle bir test aletiniz var ve kadının aslında sizi söylediği kadar da sevmediğini anlarsanız, dünyanız kararmaz mı?

Kim bilir, belki de gerçekten âşık değildir ama başka bir şeyinize bayılıyordur:

Cüzdanınıza, onunla evlenme olasılığınıza, komikliğinize, karizmanıza, yakışıklılığınıza vs.

Bilmezseniz bir zararı yoktur, bir yanılsama da olsa aşkı yaşarsınız, mutlu olursunuz.

Bilirseniz, o ilişkiden bir tat alamazsınız, mutluluk çıkaramazsınız.

'Bilmemenin' hazzı

Ömer Seyfettin’in Yüksek Ökçeler öyküsündeki kadını hatırlayın.

Yüksek ökçeli terliklerini çıkarınca konakta dönen bütün dolapları öğrenip mutsuz olan, yeniden mutlu olmak için yaklaştığını herkese haber veren yüksek ökçeli terliklerini giyen kadını!

Gerçeğin getirdiği mutsuzluktansa, bir yanılsamanın içinde yaşamayı tercih etmişti.

Aşk ilişkisi esasen eşitsiz bir ilişkidir, her âşık bunu bilir.

“Acaba o da benim onu sevdiğim kadar beni seviyor mu” sorusu Genç Werther’den beri her âşığın beynini kurcalar.

Bu, insan doğasının insana oynadığı bir oyundan başka bir şey değildir.

Çünkü insan davranışlarına yön veren şey esasen içselleştirdiğimiz değerler ve seçmeler dizisidir.

Tercih ettiğimiz değerleri ifade eden olaylar ve insanlarla karşılaştığımızda duyarlılığımız artar, bunların dışındaki şeyleri fark etmemiz ise zorlaşır, çoğu kez imkânsız hale gelir.

Aşk kişinin kendisine ait bir duygudur. Önemli olan insanın kendisinin ne hissettiğidir. Aşkına yanıt alamamış bile olsa böyle kişiler âşık olmaktan mutlu olurlar

Gasset “Yaşamlarımızın büyük kesimi, kendi çıkarımız için oynadığımız iyi niyetli bir güldürüden ibarettir” derken bunu kastediyor.

Sadece aşk gibi güçlü duygular, kişiliğimizin özünü ortaya koyabilmemize olanak verecek bir katalizör görevi görürler.

Kendi tarif edilmiş gerçekliğinden kopuş da böyle başlar.

Ona kendi değerlerimizi yansıtır, onu görmek istediğimiz gibi görürüz.

Varlığımızı kendi dışımızdaki bir varlığa bağlar, yaşamımızı onun düzleminden tarif ederiz.

Aşk kişinin kendisine ait bir duygudur.

Önemli olan insanın kendisinin ne hissettiğidir.

Aşkına yanıt alamamış bile olsa böyle kişiler âşık olmaktan mutlu olurlar.

Sevmek, kendi varoluşlarının kaynağıdır. Sevilmediklerini içten içe biliyor olsalar da!

Nazım Hikmet’in Tahir ile Zühre’de yazdığı dizeyle bu haftaki yerimizi dolduralım, haftaya devam ederiz diye ümit edelim:

“Yani sen elmayı seviyorsun diye elmanın da seni sevmesi şart mı?”