Paris’te 20 yıl yaşadıktan sonra Fransız vatandaşı olduğum için geçen günlerdeki parlamento seçiminde oy kullanabildim. Paris’te doğan 18 yaşındaki kızım da sandık başındaydı. İlk turun sabahında birlikte bulvardan aşağı yürürken yaklaşan olimpiyatları haber veren panoların önünden geçtik. Kızımın eski ilkokulunda oy kullanmak için şehir merkezinde yaşayan, çoğu beyaz ve varlıklı insanla beraber sıraya girdik. Çok önemli bir seçimdi. Fransa aşırı sağı 1944’te Vichy rejiminin çöküşünden beri iktidar olmaya ilk kez bu kadar yaklaştı.
20. yüzyıl Paris tarihinin büyük bölümünü bu okuldan okumak mümkün. Dış duvarda II. Dünya Savaşı’nda öldürülen Yahudi öğrenciler anısına asılmış bir tabela var. Ana merdivenin başında I. Dünya Savaşı’nda ölen eski öğrenciler için bir anma köşesi yer alıyor. Seksek çizgileri çekilmiş bahçede çocuklarım Kasım 2015’teki terör saldırısı sonrası neler olduğunu anlamaya çalışmıştı. Olayın merkezi Bataclan Konser Salonu da okula çok yakın.
Paris bu yaz tarihine yeni bir sayfa ekliyor. Başka birçok şey gibi Paris’e de karşı olan aşırı sağcı Ulusal Birlik pazar günkü ikinci turda üçüncü gelerek şimdilik savuşturuldu. 26 Temmuz’da olimpiyatlar göz alıcı bir açılış töreniyle başlayacak. Tabii terör saldırısı korkusuyla sekteye uğramazsa.
“Grand Paris”
Olimpiyatlar çok daha kapsamlı bir Paris projesinin başlangıcını temsil ediyor. “Grand Paris” adlı projenin amacı tarihte ilk kez şehri banliyöleriyle birleştirmek. Olimpiyatlar için açılacak çok sayıda yeni metro istasyonuyla birlikte projenin ilk adımları görünür olacak. Birkaç yıl içinde Grand Paris 1850’lerde Baron Haussmann’ın başını çektiği kentsel dönüşümden daha büyüğünü getirebilir.
Paris her zaman Fransa’nın içinde bir ada gibiydi. Burası tarih boyunca tarım odaklı olmuş ülkede asırlardır göçmenlere ve odaları kitaplarla dolu elit ailelere ev sahipliği yapmış küresel bir şehir. Fransa aşırı sağı ise geleneksel olarak başkente güvenmiyor.
Öte yandan, II. Dünya Savaşı’ndan sonra banliyöler hızla çoğalsa da her zaman şehirden ayrı tutuldular. Paris geçmişte Orta Çağ’dan kalma surlarla korunuyordu. 1970’lerden beri bu işi Périphérique olarak bilinen çevre yolu üstleniyor. Parisliler nadiren bu yolu aşıp banliyölere geçiyor. Bunun bir sebebi de ulaşım bağlantılarının zayıflığı. Birçok banliyö aceleyle yapıldığından işe gidip gelen kalabalıklara yetecek kadar tren hattı yok.
Grand Paris’in olimpiyatlarla tek bağlantısı projenin ilk aşamasının oyunların başlayacağı günlerde hizmete giriyor olması. Projenin kökeni Nicolas Sarkozy dönemine dayanıyor. 2007 yılında cumhurbaşkanı olan Sarkozy birçok Fransız hükümdar gibi Paris’i baştan yaratmak istemişti. Sarkozy Paris’in Anglosakson rakipleriyle boy ölçüşecek küresel bir metropol olması gerektiğini düşünüyordu. İyi ama nasıl? Périphérique’in içinde kalan 2 milyon nüfus yeterince kalabalık değildi. Tek çare vardı: Banliyölerde yaşayan 10 milyon kişi soğuk ve kopuk yerleşim yerlerinden sadece Paris’e değil birbirlerine de bağlanacaktı. İçlerinde şehre yakın şirket, üniversite ve araştırma enstitülerinde çalışanlar da vardı. İlk “Grand Paris” planı 1913 yılında hazırlanmış, I. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla hemen rafa kalkmıştı. Şimdi yaklaşık 100 yıl sonra nihayet başlayacaktı.
Sarkozy bu iş için eski kıdemli memur ve şirket yöneticisi Christian Blanc’ı getirdi. Ekim 2008’de Blanc plan hazırlıkları için Elysée Sarayı’nda cumhurbaşkanına konuk oldu. Ancak küresel mali kriz çıkagelmişti, Sarkozy ile konuşmak imkansızdı. Sarkozy bir ara “Bu hafta sonu ne yapıyorsun?” diye sorabildi. Blanc sohbet için uğrayabileceğini söyledi.
Sarkozy bu kez “Çin’e gelebilir misin?” diye sordu. Pekin’de ülke liderleri kriz yönetimi görüşmelerine katılacaktı. Sarkozy “Gidişte toplantı hazırlıklarından başımı kaldıramam. Ancak dönüş uçağında konuşabiliriz” demekle yetindi. Blanc bu yolculuğu sonraları “Orta Asya steplerinin üzerinde bir yerlerde Grand Paris’in geleceği üzerine on saat kadar çalıştık” diye anlatacaktı.
21. yüzyılda Paris’in elitler adası niteliği daha da pekişti. Nehir kıyısındaki “beaux quartiers” (“şık semtler”) ülkenin geri kalanından kopuk denebilecek, devlet, iş dünyası ve kültür alanında ağırlığı olan kişilere ev sahipliği yapıyor. Nüfus bilimci Jérôme Fourquet elitlerin Paris fethini rakamlara dökmüş: Yöneticilerin ve entelektüel mesleklerde çalışanların oranı 1982’de yüzde 25’ken 2013 itibarıyla yüzde 46’ya çıkmış. Fransız elitlerdeki kibrin en güzel örneğiyse ısmarlama takım elbiseleri, uysal yüzü ve astlarına emir verirken kullandığı aşırı eğitimli diksiyonuyla eski banker Emmanuel Macron.
1789’dan itibaren Fransız devrimleri Paris’te başladı. Ancak 2018’de “gilets jaunes” (“sarı yelekliler”) Paris’e karşı bir devrim başlattı. Her cumartesi şehre yürüyüp lüks mağazaları ve Paris’in zenginliğinin diğer simgelerini talan ettiler. Ulusal Birlik bugünkü gücünün büyük bölümünü bu elit karşıtı enerjiden devşirdi.
Pazar gününden önceki anketler Ulusal Birlik’in parlamentodaki en büyük parti olacağını, hatta çoğunluğu elde edebileceğini öngörüyordu. Bunu başaramaması da aslında Fransızların huyuna uygun. Buradaki seçmen radikal konuşup muhafazakar davranır. Aşırılıkçı partilere oy veren ya da vereceğini söyleyen birçok kişi içten içe nezaket kumkuması bir Ecole Nationale d’Administration mezunu kazansın istiyor. Hep öyle olduğunu biliyorlar. Böylece gelecek beş yılı ona esip gürleyerek geçirebilirler.
Ulusal Birlik’in neredeyse hiç dokunamadığı tek bir şehir kaldı. Geçen pazar yapılan ikinci turda parti Paris ve iç banliyölerinde tek bir sandalye kazanamadı. Burjuva Batı Paris büyük ölçüde Macron’dan şaşmazken hipster ve çalışan kesimin bulunduğu doğu semtleri sol veya yeşil partilere oy verdi. 1871’de devrimci Paris Komünü’nü destekleyen çok sayıda yoksul semt şimdilerde aşırı sola oy veriyor. Ulusal Birlik sadece Büyük Paris’in en dıştaki kırsal kesimlerinde sandalye kazanabildi.
Bunun bir sebebi partinin Paris karşıtı olması. Brexit oylaması İngiltere taşrasının zengin ve kozmopolit Londra’dan intikam almasına imkan vermişti. Ulusal Birlik de Fransa’da aynı şekilde cazip hale geliyor. Avrupa’nın en büyük kentini karakterize eden çok kültürlü birlikte yaşam pratiğine karşı çıkıyor. Ulusal Birlik’e göre banliyöler sıradan (yani beyaz) Fransız halkının güvenle dışarı çıkamadığı “İslamcı” cehennem çukurları. 12 milyon nüfuslu bölgede partinin buna “delil” olarak gösterebileceği korkunç suçlara her zaman rastlamak mümkün.
Banliyöleri on yıl önce çocuklarımı hafta sonu oynayacakları futbol maçlarına götürüp getirmeye başladığımdan beri tanıyorum. Gördüğüm hiçbir banliyö tek bir etnik gruptan oluşmuyor. Gittiğim hiçbir banliyöde de kendimi tehdit altında hissetmedim. Ulusal Birlik’in felaket tellallığına ve Yahudilerden gelen antisemitizm haberlerinin giderek artmasına rağmen bir arada yaşam büyük ölçüde sürüyor.
Banliyöler haberlere ayaklanma ve suçlarla girse de gerçekte söz konusu semtlerin çoğunda tekdüze bir huzur hakim. Ulusal Birlik’in söyleminin aksine banliyöler eskisinden daha güvenli. Paris bölgesindeki cinayet oranı 1994-2022 döneminde neredeyse dörtte üç azalarak 100 bin kişi başına 1.3’e indi. Londra’daki oranla aşağı yukarı aynı.
Wembanyama semtinden Mbappé’ninkine
Banliyölerdeki demografik çeşitliliği tatmak için Charles de Gaulle Havalimanı’ndan Paris’e giden RER banliyö treni güzergahını takip edin. Rota olimpiyatların açılış töreninde sahne alması muhtemel Mali asıllı Fransız şarkıcı Aya Nakamura’nın memleketi Aulnay-sous-Bois’dan geçiyor. İki durak sonra Ulusal Birlik’in 28 yaşındaki başkanı Jordan Bardella’nın bekar annesiyle birlikte büyüdüğü Drancy var. Bardella zor şartlarda büyüdüğünü söylese de gerçekte iş insanı olan babasının verdiği parayla özel okula gidiyordu. Tren daha sonra Kuzey Paris’ten, ailesi Fransız Karayipleri’nden gelmiş ünlü Fransız judocu Teddy Riner’in mahallesinden geçiyor. Banliyölerden çıkan ve anne-babası farklı ırklara mensup başka Fransız sporcular da var. Yıldız futbolcu Kylian Mbappé’nin kökeni Kamerun ve Cezayir’e uzanırken basketbol dehası Victor Wembanyama’nın babası Kongo asıllı, annesi ise beyaz Fransız.
Ulusal Birlik beyaz olmayan banliyö sakinlerini yasadışı addediyor. Yabancı anne-babaların Fransa’da doğan çocuklarına otomatik vatandaşlık verilmesini durdurmayı planlıyor. Böylece daha önceden bu şekilde Fransa vatandaşı olmuş kimsenin gerçek Fransız olmadığını kastediyor. Çifte vatandaşlığı olan kişiler de tam Fransız sayılmıyor ve Ulusal Birlik onları “stratejik” makamlardan menedeceğini söylüyor. Para ve konut yardımında Fransız vatandaşlarına öncelik tanıma politikasıyla birlikte parti Fransız olmayanları ikinci sınıf sakinler olarak kategorize ediyor. Görünüşe göre Ulusal Birlik, Büyük Paris adındaki çok kültürlü karışımı yeniden parçalarına ayırma derdinde.
Şu an Ulusal Meclis’teki en büyük grubu oluşturan sol blok içindeki aşırı sol da Paris’ten şikayetçi. Macron döneminde serpilen lüks kentten iğreniyor. Cumhurbaşkanının ilk eylemlerinden biri varlık vergisini kaldırmak olmuş, bu sayede bugün bile yürürlükte olan “le président des riches” (“zenginlerin cumhurbaşkanı”) lakabını almıştı. Şu an Avrupa’nın piyasa değeri bakımından en büyük altı şirketinden üçü, merkezleri Büyük Paris’te bulunan Fransız lüks ürün ve hizmet firmaları. En büyükleri olan LVMH ise olimpiyatların ana yerel sponsoru.
Sol neredeyse tamamı Paris’te yaşayan zenginlerden daha fazla vergi alınsın istiyor. Brexit sonrası uluslararası bankerler Fransa’ya akın etmişti. Artık Fransızca öğrenmeleri bile gerekmiyor çünkü Paris’in merkezi neredeyse Amsterdam kadar çift dilli bir ticaret kentine dönüştü. Çocukları da İngilizce eğitim veren okullara gidebiliyor. Beş yıl önce çocuklarım ortaokula başlarken İngilizce müfredatlı bir okul aramış, yakınımızda sadece iki tane bulabilmiştik. Şimdi her yerde yenileri açılıyor.
Aynı şey aşırı pahalı restoran ve oteller için de geçerli. Bu plütokrasileşme rüzgarı aşırı solu kızdırıyor. Öte yandan Parislilerin yaklaşık dörtte biri sosyal konutlarda yaşıyor ve yüzyılın başından beri rakam neredeyse iki katına çıktı. Şehrin Sosyalist Partili belediye başkanı Anne Hidalgo oranı daha da artırmayı amaçlıyor.
Şimdi Paris’teki siyasi strese bir de olimpik stres eklenecek. Metrodaki afişler yolcuları sanki pandemi geliyormuş gibi “Oyunları hesaba katın” diye uyarıyor. Parisliler obsesif bir şekilde kapanacak yolları Google’dan aratıyor. Seine Nehri yakınında yaşayanlar açılış töreninin yapılacağı günlerde Berlin Duvarı tarzı bir hapisliğe maruz kalıp misafir ağırlayamamaktan ve özel pasoları olmadan markete gidememekten korkuyor. Seine’in kendisi de açık havada yüzme etkinliğine ev sahipliği yapacaktı ama yeterince temiz olup olmayacağı hala meçhul. Avrupa’da nüfusun en yoğun olduğu şehir milyonlarca olimpik misafiri bir şekilde barındırmak zorunda.
Balkonlar çöker mi?
Paris’in ciddi bir bölümü şimdiden kapatıldığından trafik sıkışıklığı inanılmaz boyutta. Herkeste kentin modern travması haline gelen terör korkusu var. Paris’in merkezinden geçen nehirde bütün dünyanın gözleri önünde yapılacak açılış töreni teröristlerin aklına gelebilecek en cazip hedefi oluşturuyor. Bir de Haussmann döneminden kalma balkonların seyircileri taşıyamayıp çökme tehlikesi var.
O zaman bu işin keyfi nerede? Belediye Başkan Yardımcısı Emmanuel Grégoire “Keyif de gelecek” diyor. Ancak olimpiyat sayesinde şehirlerinin dünyanın merkezi haline geleceğini söyleyerek Parislileri coşturamazsınız. Paris zaten kendini dünyanın merkezi olarak görüyor. Burası ne Barcelona ne Atlanta ne de Atina. Paris’in Olimpiyatlara ihtiyacı yok.
Ama banliyölerin böyle bir ihtiyacı olduğu söylenebilir. Paris Olimpiyatları yerine Banliyö Oyunları demek daha doğru olabilir. Oyunların merkezi şehrin kuzeyindeki, Afrika kökenli birçok göçmenin varış noktası olan Seine-Saint-Denis. Burası “département” olarak bilinen Fransa illerinin en yoksulu ve solun 12 milletvekili çıkardığı bir yer. Stade de France, Olimpiyat Stadyumu ve hemen karşısındaki yeni Su Sporları Merkezi burada. Birkaç yüz metre ötede ise Olimpiyat Köyü ve yepyeni metro istasyonu var. 2030 itibarıyla hattın bölgedeki ana kavşak noktası Saint-Denis-Pleyel’e ulaşması planlanıyor.
Macron 24 Haziran’da 14 numaralı metro hattının uzatılan bölümünü hizmete açtı. Yeni rota kentin güneyindeki Orly Havalimanı’ndan olimpiyat bölgesine kadar uzanıyor. Pleyel yöresinde yaşayanlar ile Paris merkezi arasındaki mesafe 15 dakikaya iniverdi. 2030’ların başına kadar bunlar gibi hepsi banliyölerde yer alan 68 yeni istasyon açılacak. Yeni sürücüsüz metro trenlerinin birçoğu Paris’i atlayarak banliyöleri birbiriyle buluşturacak. Bölgeye ayrıca düzinelerce bisiklet, otobüs ve banliyö tren istasyonu eklenecek. Tüm bunların Londra veya New York’ta olduğunu düşünsenize…
Projenin amacı Paris’in merkezlerinin sayısını artırmak. Çoğu banliyö sakininin otomobile ihtiyacının kalmamasıyla çevreyolu küçültülebilecek. Périphérique’in birkaç şeridini kaybedip ağaçlar ve Paris usulü kafelerle bezeli bir kent bulvarına dönüştürülmesi planlanıyor.
Grand Paris Express projesinin şu anki maliyeti 42 milyar euro civarında. Bu rakam İngiltere’nin Birmingham-Londra seyahatini 32 dakika kısaltacak yüksek hızlı tren hattı için harcadığı paranın yarısından biraz fazla. Büyük Paris yetkilileri gelecekte mahalle merkezi olması beklenen yeni istasyonlar civarına yeterli sayıda konut inşa ederek bölgede konut fiyatlarının artmasını önlemek istiyor. Çin’e benzer bir güce sahip Fransız devletinin altyapı inşaatı karnesi Anglosakson rakiplerinden çok daha parlak.
Bir süre önce Olimpiyat Köyü’ne gittim. İnsanı iyimserliğe iten güzel bir yaz sabahıydı ve çok etkilendiğimi itiraf etmeliyim. Seine Nehri’nin küçük bir kavis çizdiği bir bölgede Art Deco tarzı, 1930’lardan kalma bir santralken bugünlerde film seti olarak kullanılan Cité du Cinéma çevresinde konuşlanmış, her biri 10 kat civarında havadar bloklar vardı. Olimpiyat bitiminde sporcuların konakladıkları yerler sosyal konutlara ve piyasa bedelinden satılan evlere, ofis, dükkan, kafe ve yeşil alanlara dönüşecek. Etrafta henüz doğmamış sakinler için inşa edilen okulları da gördüm.
Tüm bunlar Paris’e dair umudumu yeşertti. Olimpiyat Köyü’nün göstermelik bir şey olduğunu kabul edelim. Sonraki yapıların birçoğu o kadar güzel görünmeyecek. Ama şehir plancılarının II. Dünya Savaşı sonrasındaki fiyaskolardan aldıkları dersler sayesinde burası konutların ne kadar hesaplı olabileceğinin kanıtı olmayı sürdürüyor.
Haussmann’ın kurduğu şehir
Banliyölerin mimarisinde ilerleme var. Yetkililer 1960’larda yapılan bazı çok katlı apartmanları yıktı. Olimpiyat Köyü yakınındaki mahallelerde etrafı yeşilliklerle çevrili, çocukların ragbi oynadığı az katlı yapılar ve bisiklet yolları arasında müşteriyle dolup taşan bir semt pazarı gördüm.
Olimpiyat Köyü baş plancısı Dominique Perrault tam bir Parisli olduğundan yaz ortasında bile boynuna mükemmel sarılmış bir fular takıyor. Ulaşımla gelen yeni dönüşümün Haussmann dönemindekini geride bırakacağını düşünüyor. “Haussmann küçük bir kenti büyük ve güzel bir kente çevirmişti. Biz kısa süre içinde şehrin yepyeni bir zihinsel haritasını çıkaracağız” diyor.
Seine-Saint-Denis’de yaşayanların günün birinde “Paris’te yaşıyorum” deyip demeyeceklerini soruyorum. Perrault, “Hayır” diyor. “Bence ‘Büyük Paris’te oturuyorum’ derler. Périphérique içindeki Paris denince Haussmann’ın kenti akla geliyor.”
Çoğu Parislinin tıpkı parlamento seçimlerinden olduğu gibi olimpiyatlardan da tek beklentisi olaysız geçip gitmesi. Ama Paris’in bu çağı Haussmann dönemine benzeyecekmiş gibime geliyor. Bugün o şehirdeki haberlerin hepsi unutuldu. Ama Haussmann’ın kurduğu şehir ayakta.
© The Financial Times Limited 2024