Imre Kertész’in Polisiye Bir Öykü kitabında sadece kötü polisler ve daha kötü polisler var. Çünkü olaylar 70’lerde bir Latin Amerika diktatörlüğünde geçiyor. Bunun nedeni de yazarın aynı yıllarda bir Avrupa diktatörlüğünde (Macaristan) yaşıyor olması. Durumu kitabın Almanca baskısının ön sözünde şöyle açıklamış: “İktidarı illegal bir şekilde ele geçirmiş bir diktatörlükte, gayretkeş sansürcülerin gözü önünde, illegal biçimde iktidara yükselmiş bir gücün yöntemlerinin konu edildiği bir öykü nasıl yayımlanabilirdi?” Yine aynı ön sözde, hayatında ilk defa bir kitabı iki haftada kâğıda döktüğünden bahsediyor. Zaten 101 sayfalık, ince bir kitap. Tam bir novella. Ama öyle yoğun ve aniden derinleşen katmanları var ki, bitirdiğinizde fırtınalı bir yolculuktan dönmüş oluyorsunuz. Paralel iki anlatı söz konusu öyküde: İlki, gizli teşkilatta dedektiflik yapmış genç bir polisin son günlerinde yazdıkları. Diktatörlük devrildikten sonra yüzlerce kişinin ölümünden sorumlu tutularak idama mahkûm edilmiş. “Ben bir öykü anlatmak istiyorum,” diyor. “Yalın bir öykü. Ürkütücü, diye de adlandırabilirsiniz. Fakat bu onun yalınlığını değiştirmez. Yani yalın ve ürkütücü bir öykü anlatmak istiyorum.”
Merkezde itiraflar var
Öyküden kastı, diktatörün gizli polisi (ve tabii işkencecisi) olarak çalıştığı günlerde, bir babayla oğlunu önce birbirlerine düşman edip sonra da ölüme nasıl sürükledikleri. Hücresinde idamı beklerken nedamet getirip vakayı anlatmaya karar veriyor ve avukatından kâğıt-kalem istiyor. Kitabın ana gövdesini de onun itirafları oluşturuyor.