22 Kasım 2024, Cuma Gazete Oksijen
16.04.2021 06:00

Modern polisiyelerin atası

1868’de İngiltere’de yayımlanan Sherlock Holmes ve Hercule Poirot maceralarının öncüsü Aytaşı’nı 21’inci yüzyıl kafasıyla okumak ilginç

Viktoryen bir romandan daha asil ne olabilir? Tabii ki Viktoryen bir polisiye. Hele işin içinde lanetli bir mücevher, Hindistan’da koloni savaşları, efsuncu Brahma rahipleri ve fırfırlı elbiseleriyle süzülen leydilerin etrafında kol gezen ölüm de varsa... Wilkie Collins (edebiyat tarihinin ünlü Beyazlı Kadın romanının da yazarı) klasiği Aytaşı, işte böyle bir roman. 1868’de İngiltere’de yayımlanmış. Gerçi kitap hakkında “Polisiye romanların ilki, en uzunu ve en iyisi” diyen T. S. Eliot sağ olsun, bize söyleyecek fazla söz bırakmamış. Yine de Aytaşı’nı 21’inci yüzyıl kafasıyla okumak ilginç. Kitabı dilimize bu kez Yedi Yayınları, Hüseyin Buğra Çelik’in çevirisiyle kazandırmış.

Efsanevi mücevher

Olay yeri 1848 yılının Yorkshire’ı. Verinder konağının leydisi Rachel, 18’inci doğum günü için davet veriyor. Londra’dan gelen kuzen Franklin ise genç kıza Aytaşı’nı hediye ediyor. Ay’ı simgeleyen dört kollu bir Hint tanrısının alnında duran efsanevi mücevheri… Aytaşı Franklin’e amcasından kalmış; 50 yıl önceki savaşta Seringapatam sarayını yağmalayan Yarbay Herncastle’dan. Amca karanlık bir amca. Elmas lanetli bir elmas. 

Kahya Gabriel de Dr. Watson’un atası!

O gece Aytaşı herkes uykudayken çalınıyor. Soruşturma için Londra’dan gelen Çavuş Cuff ipleri eline alıyor. Herkesi sorgulamasıyla başlayıp tam 536 sayfa boyunca dallanıp budaklanan soruşturma, dedektifin vakayı ev sahibi asilzadelerin tüm afra tafrasına rağmen çözmesiyle son buluyor. Bu da bize Agatha Christie ve Arthur Conan Doyle polisiyelerini hatırlatıyor tabii. Çavuş Cuff’un Sherlock Holmes ve Poirot’nun atası olduğu kesin.  Romana “Muammaları aydınlatmaya yönelik yeteneğinin tüm İngiltere’de bir dengi daha yok!” övgüsüyle teşrif eden Çavuş Cuff’u konağın emektar kâhyası Gabriel şöyle tarif ediyor: “Yüzü bir balta kadar keskin, cildi ise bir sonbahar yaprağı kadar sarı, kuru ve kırışıktı. Çeliği andıran açık gri gözlerinin, gözlerinizin içine baktığında sanki sizden sizin dahi bildiğinizin farkında olmadığınız bir şeyleri talep ediyormuşçasına bir telaş uyandırmak gibi bir özelliği vardı.”  Kâhya Gabriel bununla da kalmayıp aynı süslü üslubuyla romanın ana gövdesinin anlatıcılığını üstleniyor. Hele Çavuş Cuff’tan kendisine “Dedektiflik humması” bulaşınca, o da adeta Doktor Watson’un atasına dönüşüyor. Watson’dan farkıysa ukala dedektife sık sık gıcık olması ve efendilerinin huzurunu bozmadan bir an önce basıp gitmesini istemesi. 

Trajik ölümler, yeni muammalar, ayrılıklar

Gabriel vakanın olay yerindeki seyrini anlattıktan sonra devreye başka anlatıcılar giriyor, soruşturmada yeni muammalar, trajik ölümler, ayrılıklar, sürprizler yaşanıyor. Başta Çavuş Cuff’ın çözümünü reddeden soylu takımı sonunda yine ona muhtaç oluyor. Bu arada Viktoryen dönemin rokoko üslubu anlatıma her an yansıyor ve her şey iyice ‘dantelli’ bir hale geliyor. Romana neşe katmaksa tabii ki kafayı Robinson Crusoe ile bozmuş yaşlı kâhya Gabriel’e kalıyor. Allah için, çoğu zaman güldürmeyi gerçekten başarıyor da…    Aytaşı/ Wilkie Collins/ Çeviren: Hüseyin Buğra Çelik/ Yedi Yayınları/ 540 Sayfa.