Alışkanlıklarımız, değerlerimiz, her sene katlanarak büyüyen düşüncelerimiz… Bunların hepsine karşın yenilik fikri ne kadar ürkütücü, değil mi? Yeni bir fikrin varsa kendine sakla; çünkü yenilik değişim demektir. Sebastian Seidel’in kaleme aldığı Seçim Dansı insanlığın kendine kurduğu kumpası gözler önüne seriyor. Ve bunu siyasi bir parti üzerinden yapıyor.
Eşler devrede
Partinin başkan seçimine sayılı günler kala Onur Atilla, Doğan Akdoğan ve Berkay Tulumbacı’nın hayat verdiği üç farklı aday başkan olmak için her şeyin mübah olduğu bir yola giriyorlar. Başkan ve genel sekreter arasında başlayan mücadele, partinin içinden yeni yükselen bir sesin gönülleri fethetmesiyle yön değiştiriyor. Seçime günler kala eşler devreye giriyor.
Oyunun ilginç taraflarından biri de bu. Üç politikacının eşine de Dilşah Demir hayat veriyor. Oyunu yöneten Mert Öner’in söylediğine göre bu tamamen yazarın tercihi. Bu karakterlerin eşlerine tek birinin hayat vermesi, kadınların arka planda olmasına dair bir eleştiri fikri ortaya koysa da partinin yükselen değeri olan Doktor’un eşinin finale doğru yaptığı hamle, her bireyin kendi çıkarları uğruna hile yapabileceğini gözler önüne seriyor. Ve aslında sistemin kendi içinde sindirdiği bu kadının, yıllarını verdikten sonra artık “istemeyeceği” türden birine dönüşmek zorunda bırakılması da.
Almanya çıkışlı oyunun, aslında merkezine aldığı konudan ziyade, sahip olduğu çatışmayla zamansız olduğu söylenebilir. İzlerken her şey o kadar tanıdık geliyor ki gündelik hayatınızdan bir örnek bile çoğu zaman olaylarla örtüşüyor.
