19 Aralık 2024, Perşembe Gazete Oksijen
09.02.2023 09:00

“Kolektif bir seferberlik yaşıyoruz”

Türkiye’nin 10 ilini kapsayan deprem felaketi hepimizin hayatını etkiledi. Yaşanan afetin tanığı olanlar yakında ya da uzakta olsun her şekilde bundan etkilendi. Pek çok kişi kendisi mağdur olmasa da sosyal medya ve televizyonlarda izlediği görüntüler yüzünden vicdanen kendini iyi hissetmediğini vurguluyor. Geceleri uykusuzluk çeken ya da çocuğuma bunu nasıl anlatırım diye dertlenen ebeveynler, esasen ilk elden olayı yaşayan bir travma mağduru olmadığımız halde karşılaştığımız görseller, duyduğumuz haberler birtakım ruhsal tepkiler vermemize sebep olabiliyor.

Psikiyatrist ve psikoterapist Samuray Özdemir, kayıplara, fiziksel yaralanmalara ve ruhsal hasarlara neden olan böylesi katastrofik bir olayın başlattığı, ‘Toplumsal Travma’ adını verdiğimiz bu sürecin önemli sayıda insanı olumsuz yönde etkileyerek kolektif bir yasa neden olabileceğini söylüyor ve bunun toplumda kuşaklar boyu sürecek derin ruhsal yaralar açabileceğini vurguluyor.

Her gün ister istemez pek çok görüntü geçiyor gözümüzün önünden. Bu görüntülere bakmayın, yaymayın diye uyarıyorsunuz. Akıl sağlığımızı da yitirmemek adına nasıl davranmalıyız? Bu travmanın içinden nasıl çıkacağız?
İçinde yaşadığımız toplumun bir bireyi olarak toplumun önemli bir kesimini derinden etkileyen böylesi katastrofik bir olaya dair bilgi edinme hak ve ihtiyacımız, mağdurlara bir şekilde yardım etmeye çalışma arzumuz, toplumsal aidiyet duygularımız ve merak gibi çeşitli nedenlerle olaya ait fotoğraflar, videolar ve haberler aracılığıyla her türlü bilgiye ulaşmaya ve bunları paylaşmaya çalışıyoruz. Bunu yaparken aslında bir başkasının travmasına tanıklık ediyoruz ve tanıklık da bir ruhsal travma sebebidir. Olayla ilgili detaylara sürekli ve yoğun bir biçimde kendimizi maruz bırakmamız durumunda travmatik olaydan bizler de dolaylı olarak etkilenebiliriz ve ikincil travmatik stres veya şefkat yorgunluğu olarak tanımladığımız problem gelişebilir.  Elbette burada kastettiğim, sanki böyle bir olay hiç yaşanmamış gibi olayı görmezden gelmek, kendimizi izole edip hiç bilgi edinmemek değil. Belli aralıklarla ama bir taraftan da günlük rutinlerimizi devam ettirerek makul düzeyde bilgi edineceğiz. Bu bizim süreçle uyumlanmamız, ruhsal anlamda örselenmememiz, sağduyumuzu korumamız ve olumsuz duygularımızı kontrol altında tutabilmemiz için gerekli.

Biz sıcak yuvalarımızda oturuyoruz, hayattayız ama buna sevinmek bile neredeyse insana kendini suçlu hissettiriyor. Bu duygularla nasıl başa çıkalım?
Genel olarak suçluluk duygusunun amacı, yanlış bir şey yaptığımızı bize haber vermek, davranışımızın sonuçları ve bu sonuçların bizi ve çevremizi nasıl etkilediği konusunda bilgi sahibi olmaktır. Böylelikle aynı yanlışı bir daha yapmamak üzere davranışlarımızı gözden geçirmemizi sağlar ve bu yönüyle esasında sağlıklı bir duygudur. Ne var ki bizzat sorumlusu olmadığımız bir doğal afette ‘hayatta kalanlar’ olarak suçlu hissetmemiz, ‘hayatta kalan suçluluğu’ olarak adlandırılan sağlıksız bir suçluluk duygusudur. Bu noktada yardım etme arzumuzu suçluluk duygusuyla karıştırmamamız gerekir. Çeşitli nedenlerle sürece doğrudan bir müdahalede bulunamayabiliriz. Elimizden hiçbir şey gelmese bile, eğer samimi bir şekilde yardımcı olmak arzusu taşıyorsak, bu bile aslında elimizden gelenin en iyisini yaptığımız anlamına gelir.

Toplum olarak güven duygumuz da test ediliyor değil mi?
Şu anda ‘ben’ değil ‘biz’ olduğumuz, yaşanan deprem faciasını ‘başkalarının’ değil ‘bizim ortak deneyimimiz’ gibi algıladığımız, bu nedenle hep birlikte travma mağdurlarının ihtiyaçlarına odaklanarak hem duygusal acıyı paylaştığımız hem de sorunları çözmeye yönelik olarak kolektif şekilde harekete geçtiğimiz bir birleşme, adeta bir seferberlik yaşıyoruz. Bu ortak dayanışma ve paylaşım, empati duygularımızı da destekleyerek böylesi bir trajediyle baş etmemiz için ihtiyaç duyduğumuz başta umut olmak üzere olumlu duygularımızı harekete geçirecek ve toplumu oluşturan bireyler arasındaki sosyal uyumu artıracaktır. Bunun  toplumsal bir travmanın açtığı yaralarımızı iyileştirmede son derece önemli olacağını düşünüyorum.

Çocuklara onları korkutmadan ürkütmeden nasıl açıklamalıyız bu yaşananları? 
Deprem, tüm diğer doğal afetler gibi, depremi yaşamayan çocuklarda bile çeşitli düzeylerde kaygı, korku ve endişe sebebi olabilir. Özellikle de çocukların yanında depreme dair fotoğraflara bakmak ve videoları izlemek, onların yanında depremin detayları hakkında çeşitli konuşmalar yapmak onların bu korkularını artırabilir. Lakin sorunun çözümü onların deprem hakkındaki sorularını geçiştirip gerçeği saklamak ve olaydan hiç bahsetmemek de değildir. Olayları mümkün olduğunca somutlaştırarak, basit ve anlaşılır bir dilde ve onun anlayacağı şekilde açıklamak önemlidir. Somut bir anlatım için gereğinde çeşitli oyunlardan ve oyuncaklardan da faydalanabilirsiniz. Anlatırken dramatik bir tutum izlememek ve gereksiz detaylardan kaçınmak gerekir. En önemlisi ona güvende olduğunu hissettirmektir.

Deprem bölgesindeki afetzedeler için nasıl bir destek yapılmalı sizce?
Henüz olayın çok taze olması nedeniyle pek çoğunun olanlar hakkında yoğun bir şaşkınlık, olan bitene anlam verememe, güvensizlik ve belirsizlik hissettiğini; bazı bireylerde aşırı korku veya öfkenin baskın olabileceğini, bazılarında ise bir şey hissedememe ve içe kapanma görülebileceğini söyleyebilirim. Yaşanan bu tür duyguların yoğunluğu kişiden kişiye değişir ve her birey farklı düzeyde ve farklı şekilde etkilenip, farklı tepkiler verebilir. Ancak bazı bireyler diğerlerinden daha kolay incinir ve ileride daha fazla ruhsal yardıma gereksinim duyarlar. Özellikle kadınlar, yaşlılar ve çocuklar bu tür olayların travmatize edici etkilerine daha duyarlı olarak kabul edilirler.

Henüz deprem yeni yaşanmışken, arama kurtarma çalışmaları devam ederken yapılması gereken ilk müdahale psikolojik ilk yardımdır (PİY). PİY sadece ruh sağlığı profesyonellerinin yapması gereken bir şey ya da profesyonel bir psikolojik danışmanlık ya da psikoterapi olarak anlaşılmamalı. PİY’in amaç ve hedefleri başlıca deprem mağdurlarının ihtiyaçlarını belirlemek, onların barınma-gıda-güvenlik-bilgi alma gibi temel ihtiyaçlarını karşılamalarına yardımcı olmak, anlatmak istiyorlarsa sadece dinlemek ve böylece rahatlayıp sakinleşmelerine yardımcı olmak ama konuşmaları için zorlamamak, ısrarcı ve baskıcı olmaktan kaçınmaktır. PİY’ın yetersiz kaldığı ve kişinin daha ileri düzeyde desteğe ihtiyacı olduğu zamanlarda ise PİY sağlayan kişi sınırlarını bilmeli ve kişiyi profesyonel yardım alabileceği en uygun kaynağa yönlendirmelidir.