Canımız yandığında çoğumuz refleksif olarak Türkçe’deki gibi bir “Ah!” veya “Off!” ifadesiyle acımızı dışa vururuz. İlginç bir şekilde, bu gibi ifadeler sadece Türkçe’de değil, dünyanın dört bir yanında benzer sesler içeriyor. Scientific American’ın haberine göre, Fransa Ulusal Bilimsel Araştırma Merkezi (CNRS) tarafından yapılan bir araştırma, acıyı ifade eden bu seslerin diller arasında ortak bir yapıya sahip olduğunu ve evrensel bir kökene işaret edebileceğini gösterdi.
Araştırmaya Türkçe de dahil olmak üzere, İngilizce, Japonca, Mandarin Çincesi ve İspanyolca gibi diller katıldı. Elde edilen bulgular, bu ifadelerin rastgele olmadığını, aksine insan biyolojisinin ve dil öncesi iletişimimizin izlerini taşıdığını ortaya koyuyor. Bu sonuçlar, dilin kökenleri ve insanlığın ortak deneyimleri hakkında yeni bir pencere açabilir.
Dillerde acının ortak ifadesi
Fransa Ulusal Bilimsel Araştırma Merkezi’nden (CNRS) dilbilimciler Katarzyna Pisanski ve Maïa Ponsonnet liderliğinde yapılan çalışmada, 131 farklı dildeki acı ifadeleri incelendi. İngilizce’deki “Ouch”, Fransızca’daki “Aïe” veya bazı Avustralya yerli dillerindeki “Yakayi” gibi ifadelerin ortak bir yönü olduğu keşfedildi: Türkçe’deki “ah” ifadesinde de olduğu gibi [a] sesi.
Araştırmacılar, bu sesin sadece bir dil ailesine özgü olmadığını, aksine dünya çapında baskın bir özellik gösterdiğini belirtti. Pisanski, “Her ülkede ‘[a]’ sesinin bu kadar yaygın olduğunu görmek gerçekten çarpıcı” dedi. Bu durum, acıyı ifade eden seslerin rastgele oluşmadığını, insanlığın biyolojik temellerine dayandığını gösteriyor. Dil öncesi çağlardan kalma bu ilkel sesler, insanların acı veya sıkıntı anında birbirine sinyal göndermek için geliştirdiği bir iletişim şekli olabilir.
Duygular ve seslerin evrenselliği
Araştırma, acının yanı sıra tiksinme ve sevinç ifadelerini de ele aldı. İngilizce, Japonca, İspanyolca, Türkçe ve Mandarin Çincesi konuşan 166 katılımcı, bu üç duyguyu yaşadıklarında çıkardıkları doğal sesleri paylaştı.
Sonuçlar şöyleydi:
- Acı için en yaygın ses [a] (Türkçe’deki “ah”) idi.
- Tiksinme için [ə] (Türkçe’deki “ıh”) sesi öne çıktı.
- Sevinçte ise [i] (Türkçe’deki “ii”) sesi baskındı.
Bu bulgular, özellikle acı ile ilgili seslerin biyolojik bir temele dayandığını gösterirken, sevinç ve tiksinme ifadelerinin kültürel faktörlerle daha fazla şekillendiğini ortaya koyuyor. Pisanski, “Acı evrensel bir biyolojik deneyim. Ancak sevinç ve tiksinme gibi duygular, kültürel boyutlarla daha fazla değişkenlik gösterebiliyor” dedi.
Dil ve ses sembolizmi
Bu çalışma, dildeki kelimelerin rastlantısal bir yapıya sahip olduğunu savunan geleneksel teorilere meydan okuyor. Bunun yerine, bazı kelimelerin sesleri ve anlamları arasında doğrudan bir bağ olduğunu gösteriyor. Örneğin, onomatopoeia (yansıma kelimeler) terimi, “pat” veya “şap” gibi sesleri doğrudan taklit eden kelimeleri ifade ediyor. Bu sembolizmin başka bir örneği de “Bouba-Kiki” etkisi. İnsanlar, “Bouba” gibi yuvarlak bir kelimeyi daha çok yumuşak ve oval şekillerle, “Kiki” gibi keskin bir kelimeyi ise köşeli ve sivri şekillerle ilişkilendiriyor. Benzer şekilde, trilli “R” sesi genellikle sertlik ile, “L” sesi ise pürüzsüzlük ile ilişkilendiriliyor.
Dil evrensel bir bağ işlevi görüyor
Acı ifadeleri üzerine yapılan bu çalışma, dilin sadece bir kültürel ifade biçimi olmadığını, aynı zamanda biyolojik bir bağlayıcı olduğunu da ortaya koyuyor. Radboud Üniversitesi’nden dilbilimci Mark Dingemanse, “Birbirinden bağımsız dillerin benzer yöntemler kullanması, ortak insanlığımızı gözler önüne seriyor” dedi. Dünya çapında “ah” ya da “ay” gibi ifadelerin kullanılması, insanlığın ortak deneyimlerine ve biyolojik mirasına işaret ediyor. Bu tür araştırmalar, dilin kökenlerini anlamanın yanı sıra kültürel ve biyolojik birliğimizi de çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor. Bir yere çarptığınızda çıkardığınız “ah” sesi, aslında sadece bir refleks değil, aynı zamanda insanlığın ortak geçmişine uzanan güçlü bir bağın sembolü olabilir.