İzzeddin Çalışlar / [email protected]
İsmet (İnönü) Paşa’nın barış anlaşmasına varılmadan önceki son haftası, kendi deyimiyle “azap dolu” geçti. Masadaki muhataplarıyla hükümetinin talepleri arasında sıkışıp kalmış, konferansı tamamlayamama noktasına geldiği olmuştu. Son aşamada Chester Projesi’yle çatışan Turkish Petroleum şirketinin reddi, başlı başına yorucu bir süreçti. Elinde sürekli TBMM önerilerinin kabul edilmemesi durumunda konferansı terk etme kartı vardı; fakat deneyimli bir komutan olarak ülkesinin iradesini silah zoruyla dayatma durumunda kalırsa yeni bir kabus yaşanacağının farkındaydı. Ordunun hazır ve sabırsız olduğu kendisine defalarca bildirilmişti ama o artık Batı Cephesi kumandanı değil, savaş koşullarında yaşamaktan bıkmış halkının barış imzalamakla görevlendirdiği dışişleri bakanıydı.
Müzakereler tamamlanmaya yüz tuttuğunda, başta Rumbold olmak üzere tüm muhatapları bu generale teslim olmaktan başka şansları kalmadığının farkındaydı. Rumbold bir hafta önce bir yandan tehditler savururken bir yandan da Henderson’a şunları yazıyordu: “Hiçbirimiz bu antlaşmanın şanlı bir sonuç olduğunu iddia etmiyoruz. Bu tür bir sonuç almadık ama kerpiçe katacak samanımız olmadığı için, elimizden gelen en iyi tuğla bu oldu.”