Gazze, tarihin en yıkıcı insani krizlerinden birini yaşıyor. İsrail'in saldırıları ve ağır kuşatma koşulları altında milyonlarca insan açlık, hastalık ve temel ihtiyaçlardan yoksunlukla karşı karşıya. Çoğunluğu çocuk 154 kişi de “açlık ve yetersiz beslenme nedeniyle” hayatını kaybetti. Günbegün artan can kayıpları ve derinleşen insani dram, yalnızca bölgedeki çatışmanın değil, aynı zamanda İsrail iç siyasetindeki iktidar dengelerinin de bir sonucu. Bu tablo, Başbakan Binyamin Netanyahu’nun iktidarını korumak uğruna aşırı sağcı müttefiklerinin taleplerine verdiği tavizlerle daha da şekilleniyor.
The Atlantic yazarı Yair Rosenberg, İsrail'de Netenyahu'nun 2022 yılında yeniden iktidara dönmesini sağlayan ve ülkenin en aşırı sağcı hükümeti olarak anılan hükümetin bileşenlerinin İsrail'in savaş politikalarını nasıl şekillendirdiği yazdı. Aşırı sağ partilerin Gazze'nin fethedilmesini istediğini vurgulayan Rosenberg, yine bu partilerin koltuğunu korumak isteyen Netanyahu'ya söz geçirebilen tek güç olduğunu ifade etti. Rosenberg, "7 Ekim’in ardından, İsrail’in ortakları belki de karşılarında her ne kadar oldukça muhafazakâr olsa da tipik bir İsrail hükümeti olduğunu düşündüler. Oysa şimdi aslında Netanyahu kılığında bir Smotrich/Ben-Gvir hükümetiyle muhatap oldukları izlenimi doğuyor" ifadesini kullandı.
Yair Rosenberg'ün The Atlantic'te yayınlanan yazısı özetle şöyle:
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, kısa bir siyasi sürgün döneminin ardından 2022'de İsrail tarihindeki en aşırı sağcı müttefiklerinin desteğiyle iktidara dönmeyi başardı. Kurduğu koalisyonun 64 sandalyesinden 14’ü, açıkça Arap karşıtı iki milletvekili olan Itamar Ben-Gvir ve Bezalel Smotrich’in liderliğindeki partilere aitti. İsrailli Arapların sınır dışı edilmesini savunan ve aşırılığı nedeniyle partisi Parlamento’dan men edilen haham Meir Kahane’nin bir müridi olan Ben-Gvir, terörizmi desteklemek ve ırkçı kışkırtıcılık suçlarından yargılanmış ve mahkûm edilmişti. Smotrich ise İsrail’deki doğumhanelerde Yahudiler ve Arapların ayrılmasını savunmuş ve Knesset’teki Arap meslektaşlarına “düşman” olduklarını ve “burada yanlışlıkla bulunduklarını” söylemişti.
Hem Ben-Gvir hem de Smotrich, İsrail işgali altındaki Batı Şeria’daki şiddet içeren yerleşimci saldırılarına sempati gösterdi. Her ikisi de Batı Şeria’yı ilhak etmeyi ve orada yaşayan Filistinlilerin siyasi haklarını ellerinden almayı ya da onları sürgün etmeyi hedefledi. Ve her ikisi de, İsrailli liderin umutsuzca desteğe ihtiyaç duyması nedeniyle Netanyahu’nun yeni hükümetinde bakan oldu.
Matematik basitti: Netanyahu’nun koalisyonundaki partiler seçimlerde oyların yalnızca yüzde 48,4’ünü aldı ve parlamentodaki çoğunluğu ancak seçim barajı ve artık oylar sayesinde elde etti. Bu da Netanyahu’nun göreve son derece kırılgan bir konumda başladığı anlamına geliyordu; hem yandan yolsuzluk davasında yargılanıyor, hem de taleplerine karşı çıkarsa onu devirebilecek olan aşırılıkçılarla dolu bir koalisyona muhtaç durumdaydı.
Dışarıdan bakıldığında durumunun ne kadar kötü göründüğünü fark eden Netanyahu, aşırılıkçıların değil kendisinin yönetimde olduğunu dış dünyaya göstermek ve güvence vermek için uluslararası bir halkla ilişkiler kampanyasına girişti. NPR’a şunları söyledi:
“Onlar bana katılıyor, ben onlara katılmıyorum.”
Gazze’deki savaşın gidişatı bu söylemi kesin olarak çürüttü. Kritik dönemeçlerde başbakanın tercihleri, iktidarını sona erdirebilecek olanların taleplerine boyun eğme zorunluluğu tarafından sekteye uğradı. Sonuç olarak İsrail’in savaş çabasını baltaladı ve ülkenin uluslararası alandaki itibarını yok etti. Bu durum, Gazze’deki açlık krizini tetikleyen olaylarda hiç olmadığı kadar açık biçimde görülüyor.
Biden yönetiminden daha fazla yardım yapılması yönünde gelen baskıyla karşı karşıya kalan İsrail’in, insani yardım sağlamak için birkaç güvenilir seçeneği vardı. Kara harekâtının ilk gününden itibaren ordu, kontrol altına aldığı her bölgede yerel ve uluslararası ortaklarla işbirliği içinde UNRWA dışı dağıtım merkezleri kurarak Gazze’deki siviller için yeni bir yardım mekanizması inşa etmeye başlayabilirdi. Ya da İsrail, Hamas’ın yeniden satıp kayda değer bir gelir elde edemeyeceği kadar çok yardımı bölgeye akıtabilirdi. Fakat gerçekçi olmak gerekirse, çaresiz Gazze sivil halkını önce aç bırakmadan Hamas’ı açlığa mahkûm etmenin bir yolu yoktu.
İsrail bu seçeneklerin hiçbirini tercih etmedi. Bunun yerine, UNRWA’nın sınırlı faaliyetlerine devam etmesine izin verirken, yardımların Hamas’a yönlendirildiğine dair iddialara yanıt olarak kısıtlamaları defalarca sıkılaştırıp gevşetti. Ardından İsrail, Ocak ayında 42 gün süren ateşkes sırasında bölgeye büyük miktarda yardım akışını kabul etti, ancak sonrasında iki ay boyunca yardımları tamamen bloke etti. Son olarak, Gazze felaketin eşiğine gelmişken, İsrail ve Amerika Birleşik Devletleri Mayıs ayında Gazze İnsani Yardım Vakfı’nı başlatarak nihayet UNRWA’yı devre dışı bırakmaya çalıştı. En kötü koşullar altında, tamamen yeni bir sistemi hızla uygulama girişimi beklendiği gibi başarısız oldu. Yardım dağıtım noktalarına ulaşmaya çalışan Filistinliler öldürüldü ve Gazze’de bugün tanık olduğumuz krizin ortaya çıkmasına yol açtı.
![]()
İsrail’in burada aldığı kararlar çelişkili ve ne ahlaki ne de stratejik açıdan mantıklı. Ancak Netanyahu’nun bakış açısından siyasi olarak anlamlı. Savaşın başlangıcından bu yana başbakan, farklı yönlerden gelen baskılarla karşı karşıya kaldı: Gazze’deki sivilleri desteklemesini isteyen uluslararası ortaklardan ve bu sivilleri etnik olarak temizleyip bölgeyi Yahudi yerleşimleriyle yeniden nüfuslandırmak isteyen koalisyonunun aşırı sağ kanadından. Ben-Gvir ve Smotrich, bölgedeki Filistin nüfusunun “gönüllü göçünü” açıkça savundu ve insani yardımların sona erdirilmesini bunu başarmanın bir aracı olarak önerdi. Ben-Gvir, cumartesi günü sosyal medyada şu açıklamayı yaptı:
“Savaşı kazanmanın ve rehineleri geri getirmenin tek yolu ‘insani’ yardımı tamamen durdurmak, Gazze Şeridi’nin tamamını fethetmek ve gönüllü göçü teşvik etmektir.”
Bu fraksiyonu kontrol altında tutmak ve iktidarını korumak için Netanyahu’nun, aldığı kararların yalnızca askeri zorunlulukları veya uluslararası dayatmaları değil, aynı zamanda aşırı sağın taleplerini de karşılaması gerekiyordu. Onayladığı her adım, görünürde stratejik bir amaca hizmet ederken aynı zamanda aşırı sağın planını potansiyel olarak ilerletebilecek şekilde “çift kullanımlı” olmalıydı. Ancak pratikte bu iki hedefi aynı anda izlemek, adil ve başarıyla yürütülen bir savaşla bağdaşmaz: Hem yardım sağlamak hem de yardımı kesmek, hem rehineleri kurtarmaya yönelik sınırlı bir savaşı hem de bir fetih savaşını aynı anda yürütmek imkânsızdır.
İsrail'in savaşı uzadıkça, Netanyahu’nun karar alma sürecinin ne kadar sorunlu olduğu daha da belirgin hale geldi. Başlangıçta İsrailli lider, daha fazla yardım yapılması için baskı yapan ve Netanyahu’yu Gazze halkının yerinden edilmesini reddetmeye zorlayan Biden yönetiminin, Gazze’nin yeniden Filistin yönetimine devredilmesinde ısrar eden Savunma Bakanı Yoav Gallant’ın ve savaş zamanı koalisyonunun, ateşkes çağrısında bulunan merkezci ortağı Benny Gantz’ın baskısıyla dizginlenmişti. Ancak Haziran 2024’te Gantz koalisyondan ayrıldı, Kasım ayında Joe Biden’ın yerine Donald Trump geçti, Trump’ın zaferinin ertesi günü Netanyahu Gallant’ı görevden aldı ve ardından Trump, Gazze nüfusunu başka yerlere taşımayı ve bunun yerine “Ortadoğu’da bir Riviera” inşa etmeyi önerdi.
Sonuç olarak, bugün Netanyahu yalnızca aşırı sağın etkisi altında ve bu kesim, İsraillilerin büyük çoğunluğu Gazze’de yerleşimlere karşı çıkıp savaşı sona erdirecek bir rehine anlaşmasını desteklemesine rağmen, fiilen savaş politikasına yön veriyor.
Bu kasvetli gerçeklik ve sonuçları, İsrail’in en güçlü uluslararası müttefiklerinden bile çoğunun giderek artan yabancılaşmasını açıklıyor. 7 Ekim’in ardından, İsrail’in ortakları belki de karşılarında her ne kadar oldukça muhafazakâr olsa da tipik bir İsrail hükümeti olduğunu düşündüler. Oysa şimdi aslında Netanyahu kılığında bir Smotrich/Ben-Gvir hükümetiyle muhatap oldukları izlenimi doğuyor. Gecikmeli de olsa, bazı Avrupa ülkeleri ile birlikte Britanya, Avustralya ve Kanada, Amerika’nın desteği olmadan Netanyahu’yu rotasını değiştirmeye zorlayabilecek baskıları yeniden uygulamaya çalışıyor.
İsrail, başka ülkelerin muhtemelen maruz kalmayacağı önyargılar ve haksız beklentilerle karşı karşıya. Yine de Netanyahu’nun bu gerçeklere nasıl tepki vereceğine dair bir iradesi var. O mevcut yolunu seçti ve farklı bir karar alana kadar hem Filistinliler hem de İsrailliler bunun bedelini ödemeye devam edecek.
Kaynak: Gazete Oksijen