Beş yıl önce bir süpermarkette çalışmaya başladığımda mağaza hırsızlığı gibi bir sorundan haberdar değildim. Batı Afrika kökenli biri olarak gerek sosyal yardım sistemi gerekse marketlerdeki fırsat ürünleri ve güvenlik nedeniyle İngiltere’de böyle bir sorun yaşanacağını sanmazdım. Ama birçok hırsızlık olayına tanık olup bunlara müdahale ettikten sonra meselenin gerçek boyutunu anlamış durumdayım.
Rakamlar benim deneyimlerimi doğruluyor: Britanya Perakende Konsorsiyumu'na göre İngiltere ve Galler'deki perakende hırsızlıkları geçen yıl yüzde 26 arttı.
Toplumun çok geniş bir kesiminden insanların hırsızlık yapabildiğini gördüm. Pahalı ayakkabı ve kıyafetlerle gelip çaldıklarını sakince arabalarının bagajına yükleyenlere de denk geldim, zorlu bir hayat geçirdikleri kılık kıyafetinden dahi anlaşılan, buzdolabından aldığı sandviçi mağazadan çıkmadan yiyip bitirmeye çalışanlara da.
Profesyoneller, bağımlılar ve yoksullar
Hırsızlık hiyerarşisinin tepesinde profesyoneller var. En pahalı etleri sığdırabilecekleri büyük cepli paltolar giyiyorlar, pahalı alkol şişelerini çantalarına atıyorlar. Alarm ve güvenlik görevlilerini nasıl alt edeceklerini biliyorlar. Yakalaması en zor olan grup bunlar.
Bir de kötü alışkanlıklarına para bulabilmek değerli şeyleri çalmaya odaklana bağımlılılar var. Personel ve güvenlik görevlileri bu grup hırsızları çabuk fark ediyor. Piramidin en altında ise büyük bir yoksulluk içinde yaşayan, karnı gerçekten aç insanlar yer alıyor. Pahada yüksek şeylere değil boş midelerini acilen doyurabilecekleri ürünlere odaklanıyor. Birkaç yıl önce ben de bir dönem sokakta yaşadım. Bu yüzden açlığın ne demek olduğunu bilirim. Bazen ekmek çalan birinin yakalandığına tanık olan bir müşteri çıkıp parasını vermeyi teklif edebiliyor.
Polis küçük suçlarla ilgilenmiyor
Süpermarketlerde çalıştığım süre boyunca hırsızlıktan yargılanan birine rastlamadım. Polisi arayınca bize bıçaklanan var mı diye soruyorlar. Cevap hayır ise ya hiç gelmiyorlar ya da saatler sonra geliyorlar. Bir keresinde bir hırsız beni itti ama yaralanmadım. Daha kötü saldırılara maruz kalan meslektaşlarım oldu.
Bir keresinde sosis çalan bir hırsızı peşinden koşup yakalamıştım. Çaldıklarını eve götürmesine izin vermem için bana yalvardı. Sonunda geri verdi ama onu kovaladığıma pişman oldum. Bunu bir daha asla yapmamaya karar verdim. Ne kadar çaresiz olduğu belliydi.
Süpermarkette arabalarını parasını ödeyebilecekleri yiyeceklerle dolduran en zenginlerden, ekmek almaya bile parası yetmeyen en fakirlere kadar toplumun tüm kesimlerinden insanlarla karşılaşabilirsiniz. Emekli maaşıyla geçinemeyen yaşlıların hırsızlık yaptığına bile şahit oldum. İş bulamayan ya da çeşitli nedelerle çalışmasına izin verilmeyen, yemek için hırsızlık yapan insanlar var. Kalbim onlarla çünkü hayatla nasıl mücadele ettiklerini görebiliyorum.
Önce eşitsizlik çözülmeli
Hiçbir toplum hırsızlığı ortadan kaldırmayı başaramadı. Bu sorun her zaman var olacak. Mesele hırsızlığı minimum seviyeye indirmek. Toplam 10 perakendeciden oluşan bir grubun CCTV görüntülerini ve hırsızlıkla ilgili diğer verileri analiz etmek için 600 bin sterlin harcadığı Project Pegasus girişimi de sorunu ortadan kaldırmayacak. Mağazalar zaten halihazırda CCTV görüntülerini analiz ediyor. Hırsızların nasıl çalıştığı, hangi tür ürünleri seçtikleri ve ne gibi yöntemler kullandıkları hakkında çok şey biliniyor.
Hırsızlık asla tasvip edilemez. Ancak mağaza hırsızlığı aynı zamanda yıpranan sosyal güvenlik ağının en savunmasız kişilerin elinden tutamadığının, toplumun giderek daha eşitsiz hale geldiğinin de bir belirtisi. Her şeyden önce bu sorunu çözmemiz gerekir.