05 Aralık 2025, Cuma
Haber Giriş: 17.10.2025 04:43 | Son Güncelleme: 21.10.2025 12:41

O fotoğrafı doğru okumak lazım

Konuk Yazar
Konuk Yazar
Trump, Erdoğan’la ilerlemenin ABD açısından maliyet düşürücü bir kaldıraç olacağına inanıyor. (Fotoğraf: Getty Images)
Trump, Erdoğan’la ilerlemenin ABD açısından maliyet düşürücü bir kaldıraç olacağına inanıyor. (Fotoğraf: Getty Images)
A+ Yazı Boyutunu Büyüt A- Yazı Boyutunu Küçült

Türkiye, tarihi bir dönüm noktasında. Ve Beyaz Saray’daki Trump-Erdoğan fotoğrafını iyi anlamak gerek. Gazze savaşı sonrası, Orta Doğu’da yeni bir düzen kuruluyor. Soğuk Savaş bitiminde Türkiye’yi Avrupa Birliği’ne çıpalayan Washington, şimdi yeni bir vizyonla Türkiye’ye bu kez Orta Doğu’da ‘büyük abi’ rolünü sunuyor. ABD artık, Orta Doğu’ya demokrasi değil, siyasi istikrar getirmek peşinde. Ve işler Trump’ın arzuladığı gibi giderse, Türkiye bu yeni projenin merkezinde olacak. Kamuoyu, içinde demokrasi sözcüğü geçmeyen, ancak Türkiye’nin 10 yılını belirlemeye namzet bu büyük pazarlığı iyi anlamalı



Aslı Aydıntaşbaş 

İşler Donald Trump’ın istediği gibi giderse Gazze barışı, Orta Doğu için bir dönüm noktası olacak. 

Bu sefer ‘büyük resme bak’ geyiği abartı sayılmaz. Trump’ın şovmenliği ve abartılı açıklamalarını bir kenara bırakırsak, ABD Başkanı, savaş yorgunu Orta Doğu’da, ekonomik refah üzerinden yeni bir siyasi proje planlıyor. Trump ve yakın çevresi ABD’nin geçmişte demokrasi ihracı veya askeri müdahalelerle başaramadığı bölgesel istikrarı bu kez inşaat ve ticaret üzerinden yakalayabileceklerini düşünüyor.

Trump, Erdoğan’la ilerlemenin ABD açısından maliyet düşürücü bir kaldıraç olacağına inanıyor. (Fotoğraf: Getty Images)

 

Daha da önemlisi Trump, Türkiye’yi böyle bir Orta Doğu vizyonunun en önemli kas gücü olarak görüyor.  

Beyaz Saray’daki Erdoğan-Trump görüşmesinden hemen önce konuştuğum üst düzey bir Amerikalı yetkili, “Türkiye’yi artık bölgesel güvenlik ortağımız olarak görüyoruz” diyerek, 10 yıldır sallantıda olan ikili ilişkinin artık başka bir kulvara evirilebileceğinin mesajını vermişti.

Oysa kamuoyu geçen ay Beyaz Saray’daki Erdoğan–Trump buluşmasını, ‘F-35 aldık mı? S-400 verdik mi?’ gibi dar bir gündemle okudu. Ama masada bambaşka bir proje var. 

Yeni hikaye: Format atılmış ortaklık

Trump, sıradan bir ABD başkanı değil. İçeride ve dışarıda, her anlamda statüko-düşmanı ve ABD’nin dünyayla ilişkisini yeniden tanımlamaya kararlı. Washington’un Soğuk Savaş bitiminden bu yana savunduğu globalleşme, demokrasi, ortak değerler hatta insan hakları gibi kavramları umursamıyor. Avrupa’ya kuşkuyla bakıyor. Trump’ın inandığı dünya, güç üzerine kurulu ABD’nin farklı ülkelerle kuracağı esnek ve çıkar temelli birliktelikler üzerine. 

Burada gözünü kestirdiği ülkelerden biri, Türkiye. Trump, Tayyip Erdoğan’ın içeride ve dışarıda güç kullanımını pek beğeniyor ve onunla ilerlemenin ABD için bir kaldıraç olacağını düşünüyor. 

Peki nedir Türkiye’ye sunduğu proje?

Kabaca söylemek gerekirse, Washington Türkiye ile Orta Doğu’da yeni bir ekonomik ve siyasi ortaklık karşılığında, Ankara’ya uzunca süredir istediği bölgesel nüfuz alanını vermeye razı. 

Üç karede büyük pazarlık

Amerikalıların “grand bargain” dediği bu dev pazarlığı anlamak için son haftalarda önümüzde düşen üç fotoğraf karesini alt alta koymak yeterli:

Birinci kare, Beyaz Saray buluşması öncesinde New York’ta Müslüman ülke liderleriyle Gazze planını görüşen Trump’ın, Erdoğan’a dönerek “Peki siz Gazze’deki uluslararası güce asker yollar mısınız?” diye sorması. 

İkinci kare, Cumhuriyet tarihinde ilk kez MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın Şarm el-Şeyh’te Filistin müzakere masasına oturması. Geçmişte Washington, zaman zaman Ankara ile Hamas/Filistin başlıklarında temas kursa da hiçbir zaman Türkiye’yi bu süreçlere sokmadı. Washington, ilk kez, Mısır ve İsrail’in itirazlarını göğüsleyerek Türkiye’nin müzakereci sıfatıyla masada yer almasını sağlıyor; hatta Ankara’yı Gazze’nin yeniden inşa sürecinde başat aktör olarak görüyor.

Üçüncü kare: Erdoğan’ın, Trump ve diğer liderlerle Mısır’daki Gazze imza töreninde ön safta yer alması. Bu, sembolik ve fonksiyonel bir yerleştirme: Türkiye’nin Gazze’de ateşkes sonrası mimarisinde görünür rolünü teyit etmeyi amaçlıyor. İsrail’e de ‘Haddini bil’ diyor. 

Bütün bundan sonra üç vakte kadar ‘Mehmetçik Gazze’de’ manşetiyle dördüncü bir kareyi (ve kademeli olarak önümüzdeki yıllarda İsrail-Türkiye normalleşmesini) görmek, kimseyi şaşırtmasın. Sürecin kaçınılmaz olarak son karesi bu olacaktır.

Trump’ın mantığı: Kazananlarla iş tutmak

Tabii bunlar geçmiş Amerikan yönetimlerinin asla atmayacağı adımlar. Daha düne kadar Washington, Türkiye’nin kendi bölgesinde racon kesmesini, Ankara’nın kendi sınırlarının ötesine Suriye ya da Libya gibi yerlerde askeri müdahale iştahını, doğrudan küresel düzene tehdit olarak görüyordu. ABD bürokrasisinde genel anlamda Erdoğan ve yarattığı ‘Yeni Türkiye’nin tehlikeli ölçüde ‘revizyonist’ ve ‘düzen bozucu’ olduğu algısı hakimdi. 

Trump bu denkleme tersten bakıp, sınırlarının ötesinde güç kullanma arzusu olan Erdoğan Türkiye’sinin Washington için ideal bir bölgesel ortak olabileceği noktasından yola çıkıyor. Çünkü ABD Başkanı dünyaya “kazananlar–kaybedenler” optiğinden bakıyor. Ezilenlerle işi yok; kazananlarla oyun kurmak istiyor. Steven Witkoff, Ric Grenell, Jared Kushner gibi yakın çevresindeki insanlar, Türkiye’yi bulunduğu coğrafyada doğal bir yükselişin taşıyıcısı olarak görüyor ve bu yükselişi ABD açısından maliyet düşürücü bir kaldıraç sayıyor. 

Tabii Trump böyle düşünse de, Amerikan devlet sistemi henüz Erdoğan Türkiye’sini kucaklama fikrine ısınmış değil. Bir kenardan olan biteni izliyor. Rivayet o ki, bu yüzden Trump daha ilk aylarda bürokrasiye “Türkiye ile sorun istemiyorum; ne istiyorlarsa verin” talimatı veriyor. 

ABD Başkanı açısından Türkiye’nin Suriye’de racon kesmesi, Libya’da üs kurması, hatta zaman zaman İsrail’e atarlanması, rahatsız edici değil. Tam tersine, uzun vadede Orta Doğu’daki askeri varlığını azaltırken, Türkiye’yi bu coğrafya için olası bir güvenlik tedarikçisi olarak görmek istiyor. Erdoğan’ın güce dayalı yönetim tarzını beğeniyor; hatta mümkünse ABD’de kopyalamak istiyor. Her biri Türkiye’den katbekat daha demokratik ülkeleri temsil eden Avrupalı liderleri ise, ‘muhallebi çocuğu’ olarak görüyor.

Ezcümle Donald Trump, Joe Biden’ın aksine, Erdoğan’la istediği frekansı yakalayabildiği takdirde, Türkiye’nin kendi bölgesinde ‘büyük abi’ olmasını, ABD için bir avantaj olarak değerlendiriyor.  

Bu okuma, ABD’nin Ankara Büyükelçisi Tom Barrack’ın Osmanlı millet sistemi övgülerini ve Sykes–Picot eleştirisini de yerine oturtuyor. Orta Doğu’ya mesaj şu: Esnek düzenler ve sınırlar üstü ekonomik entegrasyon… Kısacası, değerler üzerinden değil, işleyen güç dengeleri ve yatırım akışları üzerinden kurulacak bir istikrar anlatısı. 

‘The Süreç’: Suriye’de orta yol arayışı

Trump ve gayrımenkulcü arkadaşlarının Orta Doğu anlatısında, özgürlük ve demokrasi olmasa da refah ve çoğulculuk ya da çok kültürlülük var. Irak’tan Lübnan’a kadar olan bir coğrafyada Türklerin, Kürtlerin, Arapların iç içe ya da yan yana yaşadığı ‘çoğulcu otokrasi’ modelinin farklı versiyonlarından oluşan bir bölgesel vizyon var masada. 

Bu vizyon kısa vadede Türkiye’deki demokrasi mücadelesi için kötü haber; ancak Kürt sorununun çözümü için ilginç fırsatlar yaratıyor. 

Burada işin düğüm noktası, Suriye. ABD, orta ve uzun vadede Suriye’deki askeri varlığını azaltıp, ekonomik varlığını artırmak istiyor. Bu hem Ankara, hem de Şam’daki yeni yönetimin işine geliyor. Ancak Washington, Suriye’den ayrılırken geride Türkiye, Kürtler, Sünni Araplar ve İsrail’in içinde olduğu çatışmalı ve kaotik bir tablo bırakmak istemiyor. Trump açısından bu, kendi hanesine ‘başarısızlık’ olarak yazacak kötü bir miras. 

Onun yerine, Washington’un hedefi, Ankara, Suriye’nin yeni patronu Ahmet el-Şara ve Suriyeli Kürtleri temsilen SDG’nin (Suriye Demokratik Güçleri) ortaklığı üzerine kurulu, içinde demokrasi olmasa da çoğulculuk özelliği olan, istikrar ve refah getiren bir model. Kürt, Hristiyan, Dürzi, Alevi azınlıkların, yarı-otoriter bir Sünni rejimde, iktidarı tehdit etmedikleri sürece rahat nefes alabildiği ve Türkiye’nin gözetiminde bir istikrar anlatısı. 

Son haftalarda Şam ve Kürtler arasındaki müzakereler, bu orta yol arayışıyla ilerliyor. Kamuoyunda sanılanın aksine, Türkiye kendi katı merkeziyetçi modelini Suriye’ye dayatmıyor. Ankara, federasyon olmadığı sürece ve SDG’nin askeri gücünün sınırlanması kaydıyla, daha adem-i merkeziyetçi bir anayasa taslağına karşı değil. Suriyeliler kendi aralarında anlaşırsa, Kürtçe eğitim, müfredat, güçlendirilmiş yerel yönetim, yerel kolluk gücü gibi Türkiye’de olmayan başlıkların hukuki çerçevede olmasına itiraz etmiyor. 

Bu yüzden de hem Abdullah Öcalan’ın hem de Devlet Bahçeli’nin vurguladığı tarihi Türk, Kürt, Arap kardeşliği fikri, sadece Türkiye’deki yeni çözüm süreci değil, Suriye’deki arayışın da merkezinde gibi gözüküyor. 

Gazze sonrası İsrail’le kademeli normalleşme ihtimali

Washington’a dönersek… Bütün bunları alt alta koyduğunuzda, Trump’ın Beyaz Saray’da masaya koyduğu teklifin Tayyip Erdoğan ve Ankara için ne kadar cazip olduğunu görmemek için kör olmak lazım. Gazze’de işler yolunda giderse, Türkiye Gazze’deki inşaat ve güvenlik sürecine girecek, İsrail’le kademeli normalleşme olacak, karşılığında İsrail de Suriye’deki oyun alanını (güneyde bazı güvenlik garantileri karşılığında) Türkiye’ye bırakacak. 

Trump açısından ölçüt, bunlar olurken Türkiye’nin ABD ile ortak olması, İsrail’le çatışmaması ve iyi-kötü bölgedeki çok kültürlülüğün ve ekonomik akışın garantörü olması. 

S-400, Halkbank CAATSA: Teferruat mı, kaldıraç mı?

Peki Erdoğan-Trump görüşmesi sonrası medyanın saatlerce konuştuğu, S-400, Halkbank, CAATSA ve Rus gazı gibi başlıklar? Bunların her biri elbette önemli. Ama Trump, bu dosyaları “büyük pazarlığı” tıkayacak yapısal sorunlar olarak görmüyor. Erdoğan’a tavrı, “Bana alan aç, birlikte bu teferruatları aradan kaldıralım.” Masada çeşitli formüller dolaşıyor: S-400’ün kullanılmadığına dair iki tarafın da kabul edeceği düzenli teftişler; Halkbank için nispeten sınırlı bir ceza ile dosyanın kapatılması; enerji dosyasında ise arz güvenliği lehine “pragmatik” düzenlemeler. Kısacası, siyaset üstten inşa edilirse teknik ayrıntılar çözülebilir mantığı var. Trump, kendisinin ve yakın çevresinin merkezde olduğu bir kurguyla Türkiye-ABD ilişkisindeki sorunları çözebileceğini düşünüyor. 

Dedim ya Trump, sıradan bir ABD başkanı değil. Kurumlarla değil, dostlarla iş tutuyor. Yakın ekibi, Steve Witkoff, Tom Barrack, Jared Kushner gibi iş dünyasından gelen isimlerin zihninde Orta Doğu’daki siyasi istikrar, altyapı–enerji–inşaat üçgenine bağlanmış durumda. Türkiye burada kilit taşı, hem güvenlik tedarikçisi hem de finans/know-how akışını dağıtacak bölgesel merkez. Gazze’nin yeniden inşası, Mısır’la ölçek büyütme, Körfez sermayesinin Türkiye’ye yönlendirilmesi, Kafkaslar’da yeni ticaret rotaları ve Avrupa pazarına bağlanma… Ankara bu anlatının merkezinde.

Dışarıda nüfuz içeride ne?

Bu yeni siyasi mühendislik projesinin, Türkiye’de demokrasi çıtasını yükseltmeyeceği ortada. Ama Trump  demokrasi değil “ekonomik düzen ihracının” Orta Doğu halkları açısından daha müreffeh, ABD için daha az masraflı bir dünya yaratacağı görüşünde. Her yerin farklı ölçeklerde birer Birleşik Arap Emirlikleri olması, insanların parlamentolarda ya da sokaklarda değil, yapay adalarda ve AVM’lerde dolaşması, onlar açısından sorun değil. 

Bu yeni model, Türkiye’ye uzun süredir aradığı uluslararası meşruiyet ve çeperinde bir nüfuz alanı kurma stratejisinin önünü açıyor. Fakat aynı zamanda tüm bölgeye, kurumsallaşma, hukukun üstünlüğü ve temel haklar başlıklarında daha gevşek bir iklime razı olmayı telkin ediyor. “Son 50 yılda okuduğunuz her şeyi unutun, oyunun tüm kuralları değişti” diyor. 

Velev ki Türkiye demokrasiden vazgeçti. Peki Trump’la ilişki sayesinde elde edilen nüfuz, sahiden kalıcı ve kapsayıcı bir istikrar ve refah üretir mi? Bunu zaman gösterecek. Trump’ın en büyük handikabı, detaylarla uğraşmayı sevmeyişi. Cin fikirlerle ortaya çıkıyor ama fikri takipte başarılı değil. Projeyi ortaya atıyor ama devlet bürokrasisini bu fikre kanalize edip, ete kemiğe bürünmesi için uğraşmıyor. Masadaki pazarlığın zayıf halkası bu. 

Yine de iktidar açısından Trump yönetimi ve sunduğu yeni Orta Doğu, ‘gökte aradığını yerde bulmak’ gibi bir durum. Ankara bu tabloda, ABD’nin siyasi desteği ve Körfez’den gelecek sermayeyle, 2028 seçimleri öncesinde nüfuz alanını genişletmek ve ekonomisini canlandırmak isteyecektir. 

Son söz: Yeni düzenin ilk sayfası

İkinci Dünya Savaşı sonrası ABD, Avrupa’da kolları sıvayıp yeni bir düzen inşa etmeye girişti. Yıkıntılardan yeni bir ekonomik birlik kurdu. Avrupa Birliği’nin kökeni, 1951’de imzalanan kömür-çelik anlaşmasıydı. 

Şimdi farklı bir ABD, farklı bir coğrafyada başka bir şey deniyor. Savaş yorgunu ve kendi problemlerini çözemeyen Orta Doğu’ya, ekonomik refah üzerinden yeni bir siyasi model öneriyor. Trump becerebilir mi, bilmiyoruz. Ama becerirse, kötü yönetilen ve savaş yorgunu toplumları “ekonomik istikrar,” Körfez Arap krallıklarını da güvenlik, yatırım ve altyapı üçlüsüyle birleştirerek yeni bir bölgesel düzenin omurgasını oluşturmak istiyor.  Demokrasi yerine istikrar ve işleyen çıkar koalisyonlarını teklif ediyor. 

Ankara bu modelde güvenlik tedarikçisi ve ekonomik taşıyıcı olarak merkezî bir pozisyon elde ediyor. 

Özetle; geçen ayki buluşma, sıradan bir Beyaz Saray ziyareti değil; Türk–Amerikan ilişkilerinde son yıllarda en büyük pazarlıktı. 

Türkiye bu sayfaya imza atarsa, bölgesel ağırlığı artacak. Ama içeride güçlü kurumlar ve öngörülebilir bir hukuk düzeni kuramadıkça, özgürlükleri daraltmaya devam ettikçe, dışarıda kazanılan nüfuzun meşruiyeti ve kalıcılığı her zaman sorgulanacak.

Tarihi bir dönemeçteyiz. Yeni düzenin anatomisi: Değerlerden çok güç dengeleri, ilkelerden çok performans, ideallerden çok yatırım. Ve bu hikâyenin ilk sayfasında -şimdilik- Türkiye’nin adı yazıyor.