29 Mart 2024, Cuma
Haber Giriş: 08.10.2021 04:30 | Son Güncelleme: 16.02.2022 15:17

Süper sporcular çağına hoş geldiniz

Daha hızlılar, daha zenginler, daha ünlüler, daha etkililer… 21. yüzyılda dünyanın önde gelen tenisçileri, basketbolcuları, futbolcuları, otomobil yarışçılarının her anlamda çok daha fazla güç ve iktidar sahibi olduğu bir çağa giriyoruz. Üstelik bu güçlerini toplumsal ve siyasi alana da yansıtıyorlar
Süper sporcular çağına hoş geldiniz
Matthew Futterman’ın 2016’da yazdığı The Players (Oyuncular) kitabı şöyle bir örnekle başlar: ABD’de NFL, yani Amerikan futbolu liginin önde gelen oyun kurucularından (quarterback) Roger Staubach 1971’de takımı Dallas Cowboys’tan yıllık 25 bin dolar ücret almaktadır. O dönemde bu ücret ABD’deki orta seviye bir hukuk müşavirinin maaşına eşittir. Bu sebeple Staubach ev bütçesine destek amacıyla sezon arasında bir emlak ofisinde çalışır. Şimdi dinleyince pek de inandırıcı gelmiyor değil mi? Hele ABD’nin bir numaralı spor dalında önde gelen oyunculardan biri geçinmek için ek iş yapacak ve bu gayet normal karşılanacak. Şaka programında bile abartılı bulunabilir. Sadece ABD’de değil dünyanın kalanında durum pek farklı değildi o yıllarda. Futbolcular, sinema ve müzik dünyasının yıldızlarına göre çok daha az para kazanırdı. Mesela Pele ve Cruyff gibi dönemin en ünlü oyuncuları iflas edip ileri yaşta yeni kariyer planları yapmışlardı. Kısacası en iyi sporcuların kazancı kulüplerin, turnuvaların veya federasyonların insafına kalmıştı. Keza sporcuların siyasi konularda öyle fikirlerini belirtmeleri de pek hoş karşılanmazdı. Amerikalı boksör Muhammed Ali, Vietnam Savaşı’na gitmeyi reddettiği gerekçesiyle hem unvanından olmuş hem de hapis cezası almıştı.  Ancak 50 yılda köprünün altından çok sular aktı. Bugün başta maddi konular olmak üzere her konuda çok daha güçlü bir süper sporcu kuşağıyla karşı karşıyayız. Daha çok kazanıyorlar, kendi dallarında daha fazla söz sahibi oldular, seslerini daha fazla duyurma fırsatları var. Bunu yaparken de hiçbir çekinceleri yok artık. Federer, Ronaldo, Brady, Woods, LeBron, Rapinoe, Biles, Djokovic, Hamilton gibi süper sporcular dünyanın en etkili kişileri arasında. Öncelikle kazançlarla başlayalım. Sporcuların uzun süre düşük ücretler almasının en büyük sebebi çeşitli transfer kısıtlamaları ve takım sahiplerinden yana gelir paylaşımı modeliydi. Zamanla bu model yıkıldı. Önce ABD’de sonra Avrupa’da sporcular takımların boyunduruğundan kurtuldu. Mesela 1995’teki Bosman kararı sonrası futbolcular sözleşme bitiminde serbest kalma hakkını elde edince pazarlık güçleri hızla arttı. Keza tenis ve golf gibi bireysel sporlarda da oyuncuların hem turnuvalardan hem de sponsorlardan aldıkları gelir hızla yükseldi. Forbes dergisine göre, 2021 itibariyle dünyanın en çok kazanan ilk 50 sporcusunun her birinin yıllık geliri 30 milyon doların üzerinde. Artık sıradan bir avukatla pek kıyaslayamayız değil mi? Üstelik bu toplam gelirin önemli bir kısmı da saha dışı faaliyetlerden geliyor. Mesela tenis efsanesi Roger Federer 2020’de kortta sadece 30 bin dolar kazanırken sponsorluk ve reklam anlaşmalarından 90 milyon dolarlık bir gelir elde etti. Bu durum Messi, Ronaldo, Mbappé, Salah gibi süper futbolcular için de farklı değil. Onlarca farklı partnerle çalışıp sportif ücretlerine yakın bir gelir elde edebiliyorlar.

Sosyal medyanın hakimleri

Sponsorların sporculara ilgisi yeni değil elbette. Eskiden de sporcuları reklam yüzü olarak kullanmak isteyen çok sayıda marka mevcuttu. Bugünse süper sporcuların tüm dünyada çok geniş bir kitleye ulaşmalarını sağlayan bir silahları var: Sosyal medya. Örneğin Manchester United’ın Portekizli oyuncusu Cristiano Ronaldo 352 milyon takipçiyle Instagram platformunun en çok takip edilen kişisi. Aynı şekilde Messi 272 milyon takipçiyle dördüncü sırada. Neymar 16’ncı, Hint kriketçi Virat Kohli 18’inci. Her birinin kulüplerinden, milli takımlarından çok daha fazla takipçisi var. Bu sayede hem takipçilerine doğrudan hitap edebiliyor hem de bu kitleyi bir pazarlama unsuru olarak kullanıyorlar. Tüm platformlarda toplam 600 milyona yakın takipçiye sahip Ronaldo post başına 1.6 milyon talep edebiliyor herhangi bir sponsordan. Herhangi bir sponsorluk anlaşmasında sporcunun takipçi sayısına bakıldığını artık hepimiz biliyoruz. Daha da ileri gidelim: Bu süper sporcuların geleneksel medyaya ihtiyaçları var mı? Artık pek yok gibi. Kendi platformlarından mesajlarını iletme imkanları çok daha fazla.

Kulüplere boyun eğmiyorlar 

Süper sporcularda, yüksek gelirlerin temin ettiği bir rahatlık ve özgüven var elbette. Bugün süper yıldızlardan biri sporu bıraksa bol sıfırlı bir banka hesabı ve çok sayıda gayrimenkulle kariyerini bitirmiş olur. Bu durum pazarlık güçlerini de yükseltiyor oyuncuların. Bugünlerde Messi ve Mbappé örnekleriyle bunu çok rahat görebiliriz. Henüz Barcelona’dan ayrılmadan yeni takımını bulmuştu bile Arjantinli yıldız. Mbappé ise yıllık 18 milyon euro’luk ücreti geride bırakıp Paris St. Germain’den ayrılacağını şimdiden açıkladı. Yeni sözleşme imzalamaya yanaşmıyor ve gelecek yaz transfer piyasasına serbest oyuncu olarak girmek istiyor. Messi’nin bu gücü Barcelona kulübünün yönetiminde bile etkili olmasını sağladı. Özellikle son yıllarda oyuncu transferlerinden antrenör seçimine birçok konuda söz sahibi olduğunu biliyoruz. ABD’de de süper sporcuların takım içinde ne kadar etkin olduğuna, takım sahipleriyle yakınlıklarına dair hikâyeleri yıllardır okuruz. 36 yaşında kariyerinin 19’uncu sezonuna hazırlanan LeBron James ta Cleveland yıllarından beri takımın oluşturulmasında hep söz sahibi olmuştur. Hatta diğer oyuncularla bizzat görüşecek kadar duruma hâkimdir. Yine Brooklyn Nets’te Durant ve Irving gibi oyuncuların koç seçimindeki etkisini biliyoruz. 

Patron sporculara hazırlanın 

Tüm bunlara karşın takım yönetimine karışmak sanki bugünün süper yıldızlarına yeterli gelmiyor. Daha fazlasını da istiyor, adeta birer iş insanı gibi çalışıyorlar. Amerikalı tenisçi Serena Williams yıllardan beri tenisle moda tasarımını beraber götürüyor. Yine İsviçreli tenisçi Roger Federer’in korttaki muazzam kariyerine paralel olarak bir işletme gibi çalıştığını ekleyelim. Nike’la anlaşması bittiğinde ilerleyen yaşına karşın Uniqlo ile yaptığı 10 yıllık sözleşme ve diğer faaliyetlerinden spor sonrası rotasını çoktan çizmiş durumda.  Ama bence en ilginç örneklerden biri İspanyol futbolcu Piqué. 14 sezondur Barcelona forması giyen ve kariyerinin sonuna yaklaşan Piqué, Japon elektronik ticaret şirketi Rakuten’in Barcelona’ya sponsorluğunda Piqué’nin de payı var. Daha ilginci Piqué’nin 2018’de kurduğu Kosmos Holding. Rakuten’in patronu Hiroşi Mikitani’nin de ortak olduğu Kosmos üç yıl önce Uluslararası Tenis Federasyonu’yla 25 yıllık ve 3 milyar dolarlık bir anlaşma yapıp tarihi Davis Kupası’nın tüm haklarını satın aldı. Yani kupanın tüm işletmesi artık Kosmos tarafından yapılıyor. Piqué, İspanya alt liglerinden satın aldığı iki küçük kulübün yanı sıra yine Kosmos aracılığıyla yayıncılık işine de el attı. Messi’in PSG’ye transferini takiben Fransa Ligi’nin İspanya’daki yayın haklarını satın aldı. Bu işler ileride ne kadar büyür henüz bilmek mümkün değil ama Piqué’nin de futbol sonrası kariyer yolu çoktan belli. Onun gibi aktif sporcuyken girişimciliğe soyunan birçok sporcu daha var elbette. Tabii ilk seçenekleri başka daldaki bir spor takımına hissedar olmak. LeBron James’in okyanus ötesinde Liverpool kulübünden pay aldığını biliyoruz. Yine bir başka NBA oyuncusu James Harden, Houston merkezli iki futbol takımı Dynamo ve Dash’e ortak olmuştu. Kevin Durant de futbola el atanlardan. O da Philadelphia Union’ın azınlık hissedarı olmuştu. Yine tenisçi Naomi Osaka da North Carolina Courage kadın futbol takımına ortak olmuştu. Açıkçası yakın gelecekte bir yandan aktif kariyerine devam ederken diğer yandan farklı alanlarda girişimlere para yatıracak sporcu sayısının artacağı kanaatindeyim. Yani bir patron-sporcu kuşağı izleyeceğiz.

Sözünü sakınmayan kuşak

Son olarak da siyasi ve sosyal alana bir bakalım. Bilhassa ABD’de başlayan bir eğilimle sporcuların hem sosyal hem de siyasi konularda görüşlerini açıklamaktan kaçınmadığı bir döneme girdik 10 yıl önce. Tıpkı 1960’lardaki Muhammed Ali, Bill Russell, Kareem Abdul-Jabbar gibi LeBron James, Colin Kaepernick, Karl-Anthony Towns, Megan Rapinoe, Kevin Durant, Stephen Curry gibi isimler gerekirse ABD başkanıyla atışacak kadar özgüvenle hareket ediyor. ABD’de geçen 10 yıldaki ana mevzu ırkçılık ve siyahlara yönelik polis şiddetiydi. Basketbolun diğer spor dallarına nazaran hoşgörülü ortamının etkisiyle LeBron James gibi oyuncular saha içinde ve dışında protesto eylemlerinde katıldılar, medyada veya sosyal medyada bu konudaki şikayetlerini dile getirdiler. Sevsinler sevmesinler ülkenin büyük bölümü de buna şahitlik ediyor.  Avrupa’da futbolcuların siyasi mevzulara müdahil olduğuna pek rastlamayız. Ama 2020’de başlayan ırkçılık karşıtı diz çökme eylemi birçok farklı lige sirayet etti. Premier Lig’de hâlâ da sürüyor. Kıtadaki siyah oyuncular ırkçı tezahüratlar karşısında seslerini daha fazla çıkarıyorlar bir süredir. Buna karşılık bence Süper Sporcu sıfatını hakkıyla kullanıp iç siyasete tesir eden en iyi örnek İngiliz futbolcu Marcus Rashford. Manchester United ve İngiltere Milli Takımı oyuncusu Rashford geçen yıl tam da pandeminin ülkesini kasıp kavurduğu dönemde Free Share Derneği’yle yoksul öğrencilere yemek yardımı kampanyasına girişti. Bu yetmedi, hükümete mektup yazıp okulların kapalı olduğu dönemde öğrencilere bedelsiz yemek sağlanması çağrısında bulundu. Çağrısı hem toplumda hem parlamentoda karşılık buldu ve hükümet bedelsiz yemek teminini okullar kapalıyken sürdürme kararı aldı. Rashford sosyal medyada toplam 15 milyon takipçisi ve futbolculuğu olmasa bu etkiyi yaratabilir miydi? Doğrusu bundan şüpheliyim. Ama şimdiki imkanlarla yaratıyor. Kanımca sporun büyüme potansiyeli gerçekleştikçe süper sporcuların hem sayısının hem de etkilerinin arttığını göreceğiz. Belki kendi spor dallarını da dönüştürecekler, belki yayıncılığı farklı bir noktaya getirecekler. Ancak çok önemli kanaat önderleri olarak onları seyredeceğimizi tahmin ediyorum.