Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) bu hafta açıklanan dev raporunda dünyanın ısınmasına dair korkutucu gerçekler art arda sıralanınca Paris Anlaşması bir kez daha gündeme geldi. 2015 yılında imzalanan, 2016 yılında yürürlüğe giren ve taraf ülkeler için bağlayıcı olan anlaşmanın önemi, kontrolsüz biçimde ilerleyen iklim krizine dur demek için kontrol edilebilir, aklıcı hedefler belirleyip bu hedeflere giden yolu denetlemek. Bu hedeflerin en bilineni, dünyanın küresel sıcaklık artışının sanayi öncesi dönemdekine kıyasla 2 derecenin, tercihen 1.5 derecenin altında tutmak.
Beş yıl önce imzalanmıştı
Dünyanın önemli bir kısmı bu hedeflerin nasıl tutturulabileceğini, kimin sorumluluklarını yerine getirip kimin geride kaldığını tartışırken Türkiye, Eritre, İran, Irak, Libya ve Yemen’in durumu farklı. 197 Birleşmiş Milletler üyesinden sadece bu altı ülke, Paris Anlaşması’nı yürürlüğe koymadı. Daha spesifik söylemek gerekirse, Türkiye, İran ve Irak’ta cumhurbaşkanları anlaşmayı imzaladı ancak bu imzalar meclisten geçip geçerlik kazanmadı. Yani, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın internet sitesindeki ifadeyle “Ülkemiz Paris Anlaşması’nı, 22 Nisan 2016 tarihinde, New York’ta düzenlenen Yüksek Düzeyli İmza Töreni’nde 175 ülke temsilcisiyle birlikte imzalamış, henüz taraf olmamıştır.” Tek G20 ülkesi
Türkiye’nin anlaşmaya taraf olması önemli çünkü 2020 itibarıyla 761.4 milyar dolarlık GSYİH’si ile dünyanın en büyük 20. ekonomisi olan Türkiye, aynı zamanda karbon salımına en çok etki eden ülkeler listesinde 15’inci ve 16’ncı sırada gidip geliyor. Anlaşmayı yürürlüğe koymayan tek G20 üyesi Türkiye, yılda 500 milyon ton civarında sera gazı salımı gerçekleştiriyor. Çin’in ardından dünyanın en büyük ikinci kirleticisi ABD, Donald Trump döneminde anlaşmadan çekilmiş, ancak yerine gelen Joe Biden, 20 Ocak 2020’de, yani makamdaki ilk gününde anlaşmaya geri dönmüştü. Anlaşmaya dünyaca tanınmayan devletler de üye. Örneğin Filistin anlaşmayı 2016’da imzalayıp derhal yürürlüğe koydu. Savaş halindeki Suriye, anlaşmayı 2017’de imzaladı. Anlaşma, zengin ülkelerin daha yoksul ülkelere iklim değişikliğine ve alınan önlemlere uyum sağlayabilmeleri için yardım etmesi öngörülüyor. Türkiye’nin anlaşmaya itirazı da burada başlıyor. Gelişmiş ülkeleri kapsayan Ek-1 listesinden çıkarak gelişmekte olan ülkelere sağlanan Yeşil İklim Fonu’ndan yıllık toplam 100 milyar dolar kaynaktan yararlanabilmek istiyor. Halen çok düşük seviyelerde gerçekleşen bu fondan ağırlıklı olarak en az gelişmiş ülkelerin ve ada devletlerinin yararlanması planlanıyor. Ek-1’den çıkmak, aslında iklim değişikliğiyle mücadelede ve yeşil enerjide kullanılacak kredilerden yararlanabilmek demek ancak Türkiye başka uluslararası kurumlardan da yeşil enerji finansmanı sağlayabiliyor. Türkiye’nin gerekçeleri
Hükümetin anlaşmayı imzalamamak için iki resmi gerekçesi var: “Türkiye’nin finans ve teknoloji desteklerine erişebilmek bakımından kendisi ile benzer konumdaki ülkelerle aynı şekilde muamele görmesi” ve “Türkiye’nin ekonomik büyüme, nüfus artışı gibi ölçütler dikkate alındığında mutlak emisyon azaltımı yapması imkansızdır. Bu hususun kayıt altına alınması gerekmektedir.” Anlaşmayla her ülke karbon emisyonlarını azaltma hedeflerini kendisi belirliyor. Niyet edilen ulusal katkı (NDC) olarak adlandırılan bu hedeflerin, beş yılda bir gözden geçirilmesi planlanıyor. Türkiye, tıpkı İstanbul Sözleşmesi’nde olduğu gibi bu alanda da uluslararası bir taahhüt yerine kendi düzenlemesini getirmeyi tercih etti. Yerli yeşil plan açıklandı
Avrupa Birliği, 14 Temmuz’da “Fit for 55” başlığı altında sera gazı emisyonlarını 2030 yılına kadar 1990 seviyesine oranla yüzde 55 azaltma hedefini şekillendirdiğini açıkladı. Bundan iki gün sonra yayınlanan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “Türkiye’nin Yeşil Mutabakat Eylem Planı” genelgesini yayınlayarak kendi hedeflerini açıkladı. Yine Çevre Bakanlığı’nın yayınladığı bu belgede Paris Anlaşması’ndan sadece şu kadar söz edildi: “Paris Anlaşması’na yönelik ülkemiz pozisyonunun, ülkemizin uluslararası finansman ihtiyacı da dikkate alınarak çok boyutlu bir şekilde değerlendirilmesi.” Ancak çevre örgütleri, akademisyenler ve çevreye duyarlı kesimler, Türkiye’yi dünyayı küresel olarak etkileyen bu bela ile uluslararası mücadelenin bir parçası olarak görmek istiyor.